Ramazan’da “acil” mi, yoksa “önemli işler” mi?

Kişisel gelişimimiz içerisinde üstesinden gelmemiz gereken pek çok önemli işimiz var. Sözünde durmak ve emanete sahip çıkmaktan tutun, karşımızdakini anlamaya yönelik dinlemeye, kendimizi ifade için yeni teknikler araştırmaya, iş hayatında iletişimi olabildiğince yazılı yapmaya kadar önemli işler, acile dönüşüp başımızı ağrıtmamak için yapılmak üzere bizi bekliyorlar.

AŞAĞI yukarı hepimizin hatırlayacağı, zaman yönetiminin bir ilkesidir şu ifade: “Önemli işleri yapmazsanız, sürekli acil iş yapmak zorunda kalırsınız!”

Ramazan vesîlesiyle şu önemli işlerimizi bir belirlesek ve kademe kademe hayata geçirsek artık… Biz önemli işleri yapmayı geciktirdikçe bir telâş, bir telâş… Panik hâlinde acile dönüşmüş işleri yapmak zorunda kalıyor ve işten güçten, sıkıntıdan adrenalinden başımızı kurtaramıyoruz.

İşin kötüsü, çoğu zaman bu gidişin farkında olmadan, iyi iş yaptığımızı zannedip ilerleyemeyişimize de çeşitli kılıflar uydurmaya çalışıyoruz.

Kendimizi biraz sakinleştirip çevremizdeki olayların biraz arka plânını düşünerek niçin ve nasıl ortaya çıktığı ve devam ettiği konusunda farkındalığımızı yükseltmek, sanırım bunun ilk adımı olsa gerek. Tabiî bu meselenin Ramazan’la olan ilgisi de kritik…

Sizin de benim kadar, belki daha fazla din ve dünya işleri hususunda çelişki ve belirsizlikler yaşamış olduğunuza neredeyse eminim. Eğitim hayatımızın daha ilk yıllarından itibaren, “Yahu kardeşim, şu dünyayı Allah mı yarattı, yoksa kendiliğinden mi oldu? Net bir şekilde söyleseniz de rahat rahat işimize gücümüze baksak!” diye sızlandıran ders ve ders kitabı muhtevaları hiç de az değildi.

Her sene 10 gün önce gelen Ramazan ayı… Herhâlde bizi çok sevdiği için her sene daha evvel geliyor. Bir sebebi olsa gerek. Müslümansak neden Hicrî takvimi kullanmıyoruz? Hele Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’ya benzeme gerekçesiyle Hicrî’den vazgeçişimizi hiç anlayamadım. Niçin biz onlara benzemeye çalışıyoruz da onlar bize benzemeye çalışmıyor?

Yaş ilerleyip benzemeye çalıştıklarımızın hâllerine şâhit oldukça ve “bilim” denilen tabunun düştüğü trajikomik hâlleri gözlemledikçe, bu çelişki ve belirsizlikler beni kendi içimde bir netleşmeye götürdü. Arkadaş, “bir fert açısından hayat tektir ve bütündür”. Dolayısıyla yok dinî hayat, yok dinin olmaması gereken hayat, yok bu dünya, öbür dünya falan olmaz! Ne yani, filanca işler şu hayata göre, falanca işler bu hayata göre mi yapılmalı?

Bir de aralarında neredeyse kesintisiz çelişkiyi hesaba katın, ondan sonra seyreyleyin cümbüşü!

İyi de, bir insan olarak acziyetimle, zafiyetimle beraber bir de beni düşünün! Hangi sazcının çalışına göre dans edeceğim? Olacak iş değil. Hem bir şahıs olarak niye ayrı ayrı hayat yaşamak zorundayız ki? Kime yaranacağız, kimi memnun edeceğiz?

Tüm bunlara istinaden, “Zaman yönetimi veya meşguliyetlerimizin stratejik olarak yürütülmesi gibi meseleler dünya işidir; oruç tutmak dinî bir meseledir” gibi çelişki ve belirsizliklere kendimizi kaptırmaya hiç gerek yok. Üstelik Ramazan, hayatın önemli bir zaman dilimidir. Hem Ramazan’dan da sonuna kadar hayatımızda faydalanmak kadar doğal ve güzel bir şey olabilir mi?

***

Aslında az evvel arz ettiğim “fert için hayat tek ve bütün” yaklaşımını Ramazan’dan önce iyi ve yoğun bir tefekkürle netleştirmek belki de hayatımızın en önemli işidir. Bu işi yaparsak pek çok işimizin acile dönüşmesini de önlemiş oluruz. Hâddimi aşıp yol göstermek, hayatlarınıza ve anlayışlarınıza müdahale etmek, bilgiçlik taslamak, kendimi bir şey zannetmek olarak lütfen görülmesin bu, sadece kanaatimi arz etmek muvacehesinde diğer önemli zannettiğim işleri de kısa kısa arz etmek isterim.

İradeyi güçlendirmek: Bunun için en iyi zaman, Ramazan’dır. Düşünsenize; bir insan yemeye, içmeye, bağımlılıklarına, cinsel hayatına iradesiyle ara verebiliyor. Bu, ne müthiş bir irade gücüdür! Bir de bu iradenin dayandığı değerlerin, bilginin, yaklaşımların ve yöntemlerin doğru olduğunu tefekkür ediniz... İşte böyle dayanakları doğru olan güçlü bir iradeye sahip insanın karşısında ne bir sorun, ne bir iş, ne bir sıkıntı, ne bir mutsuzluk durabilir Allah’ın izniyle! Âdeta o, tek kişilik dev bir kadrodur…

Samîmiyet: Bu konuda bana en komik gelen davranış, beni beğenmeniz ve gözünüze girmem için gerçekte olmadığım hâlde iyiymiş, dürüstmüş, kibarmış gibi görünmem... Komik tarafı, bunlar zaten güzel ve beğenilen hususiyetlerse, bunu niçin numaradan yapıyorum ki? Gerçekten iyi, dürüst ve kibar olurum, olur biter! Niye bir de içi başka dışı başka yaşamanın sıkıntılarını çekip hayatı kendime zindan edeyim? Akıl kârı değil!

Bir kişi kötü şeyler yapıyor diyelim, ona “Kötü şeyler yapıyorsun” diyemeyebilirim. Ya onun gücünden korkarım, ya ortamdan çekinirim. Gerçi karşınızdaki ne kadar güçlü olursa olsun, onun kötü yaptığına dair bir ifade şekli vardır. Tabiî onu her an için herkes düşünemeyebilir. Hatırlarsınız, “ilm-i siyaset” mevzuunda sık sık örneklendirilir bu durumlar. Tamam, “Kötü yapıyorsun” diyemiyorsam da bari “İyi yapıyorsun, eline sağlık” demek zorunda da değilim. Samîmiyet, fert hayatı açısından en önemli donanımlar toplamıdır. Bunu kazanarak pek çok acil işin sizi kafakol yapmasını engellemiş olursunuz.

İyilik: Yeryüzünde hiç kimsenin “Hayır” diyemeyeceği, tüm zamanlarda ve mekânlarda geçerli en önemli fiil, iyilik etmektir. Tabiî sıfat da “iyi”… Belki “Enayi!” derler, belki “Kullanıyorlar!” derler ama hiç kimse “Yaptığın kötü!”, “Önemsiz!” veya “İnsanlar zarar gördü” diyemez. İyi şeyler yapıldıkça kötü şeyler yapılmamış olur.

Diyelim ki, önümde iş yapma imkânı ve bir birimlik zaman var, işte o imkânı o zamanda iyilik yapmak şeklinde kullanırsam, kötülük yapılmamış ve kötü bir şey de ortaya çıkmamış olur. Dolayısıyla köydekilerin hepsi aynı şekilde yapmış olursa, o köyde kötülük olmaz. Orası köy değil de hane ise, hanede kötülük, şehir ise şehirde kötülük, ülkeyse ülkede kötülük, dünya ise dünyada kötülük olmamış olur.

Bu şekilde ne kadar çok yapılırsa, o kadar çok iyilik olur. Yapılmazsa, bir şey olmamış olur. Ama kötülük yapılırsa kötülük olur. Kötülük çok olursa, hayatımız kötülükler ve kötülerle cedelleşmek üzerine geçer. İyiliğin ne önemli iş olduğunu bilmem, söylememe gerek var mı?

Ehliyet ve liyakat: Bir insanın işini tam öğrenip tam yapması ehliyettir ve kendisine verilen işe, göreve, mâkâma ve hattâ kendisine onu verenlerin teveccühlerine lâyık olması da liyakattir. İşte bunun için güçlü bir irade, samîmiyet ve iyi olmak gerekir!

İşini yarım yamalak, üstünkörü yapan bir insan olmak ister misiniz? İşlerinizin o şekilde yapılmasına râzı olur musunuz? Şahsen ne isterim, ne de râzı olurum. İşte bu Ramazan’dan itibaren varsa işimizle, mesleğimizle ilgili yetersizliklerimiz ve eksiklerimiz, güçlü irademiz ve samîmiyetimizle bu açığımızı kapatmaya başlayabiliriz! Edineceğimiz “iyi” sıfatıyla eminim liyakati hâlletmiş oluruz.

***

Kişisel gelişimimiz içerisinde üstesinden gelmemiz gereken pek çok önemli işimiz var. Sözünde durmak ve emanete sahip çıkmaktan tutun, karşımızdakini anlamaya yönelik dinlemeye, kendimizi ifade için yeni teknikler araştırmaya, iş hayatında iletişimi olabildiğince yazılı yapmaya kadar önemli işler, acile dönüşüp başımızı ağrıtmamak için yapılmak üzere bizi bekliyorlar.

Kişisel gelişimimiz açısından önemli işlerimiz var da güncel konularda önemlileri yok mu? Evet, insanlığın Müslümanca yaşam konusunda haberdar edilmesi gibi… Bunun önemini anlatmaya ne kelimeler, ne gigabitler yeter! Sadece ve sadece vizyon bunun önemini anlatır.

Müslümanca yaşam diyor ki, “İçi başka dışı başka olma, yalan söyleme, hile yapma, dosdoğru ol!”. Peki, insanlık bundan haberdar olsa ve uygulasa, bütün dünya rahat bir nefes almaz mı, böyle bir özellik insanlığı memnun etmez mi?

Müslümanca yaşam diyor ki, “Madden ve mânen temiz ol! Acıkınca ye, tıka basa doymadan yemeği kes!”. Bunun neresi yanlış?

Müslümanca yaşam diyor ki, “Salgın bir hastalık varsa, o bölgeye girip çıkmayın!”. İnsanlık bunu bilse ve zamanında tedbir alsaydı şu sıkıntılar yaşanır mıydı? Tabiî ki yaşanmazdı.

Müslümanca yaşayanlar zararlı değil, faydalı şeyleri yer, içerler. Öyle yarasa, yılan, çıyan yemezler. Bunların yapıldığını düşünebiliyor musunuz? Ahiretten evvel, dünya cennete döner!

Şu can alıcı soruyu sormayacağımı zannetmiyorsunuz herhâlde: Müslümanca yaşamın Müslümanlara bile unutturulduğu bir çağda biz anlatmazsak, izah etmezsek, göstermezsek Müslüman olmayanlar nasıl haberdar olacaklar? Ben, “İman etsinler veya ettirelim” falan demiyorum. Bir kişinin iman mevzu, o kişi hâriç, yeryüzündeki tüm insanları aşar. Allah’ın bildiği, takdir ettiği bir mevzudur. Biz kendi işimize bakalım.

Bu Ramazan, bütün bu özellikleri kazanmak ve çalışmaları yapmak için harika bir fırsat! İyi bir plânlamayla çok rahat ederek kendimize o mükemmel sıfatları hediye edebiliriz. İnsanlığın önüne böyle harika bir alternatif koyabiliriz. Sonra da her önemli işi yapan şahıslar gibi keyfini süreriz. Başarılar!