Ramazan nasihatleri

Ramazan’daki ibadetlere kat kat sevap verildiği gibi, yapılan yardımlara ve sadakalara da kat kat ecir vardır. Başta yakınlarımız olmak üzere çevremizdekilerin dertlerine merhem olmak, maddî ve manevî sıkıntılarını gidermek, biiznillah tarifi mümkün olmayan derecelere ulaşılmasına vesile olur.

“İLİM Nedir, Ne Değildir?” serisine devam ediyorduk. Gazze hâdiseleri vuku bulunca (ister istemez) yönümüzü çevirdik.

Şimdi de mübârek Ramazan ayı geldi. Gönlümüz istedi ki, bu ayın hususiyetine uygun bir şeyler yazalım. Farz olan “emr-i bil maruf, nehy-i anıl münker” (iyiliği emretmek, kötülükten men etmek) vazifesini icra edelim.

Yaşımızın getirdiği tecrübeye istinaden, çevremizde gördüğümüz ve duyduğumuz yanlışlık ve noksanlıkları hatırlatalım, düzelmesine vesile olalım. Niyet ve çaba kuldan, yaratmak ve takdir Allah-u Teâlâ’dandır.

Dua

İslâm’da dua, kulun, Rabbinin Şânını zikrettikten sonra aczini beyan ederek O’ndan istekte bulunmasıdır. İstek; şahsı, yakınları ve Müslümanlarla alâkalı olabilir. Birincisi müphem (belirsiz) olmakla beraber diğerleri (biiznillah) kabul görür. Bazılarının “Çok dua ettim, kabul olmayınca ben de dua etmekten vazgeçtim” dediğine şahit oluyoruz. Cahilâne olan bu sözlerin tövbe istiğfar gerektirdiği, tekrarının imanı tehlikeye düşürdüğü bilinmelidir.

Mal ve mevki için yahut bunlarla eş anlamlı istekte bulunanlar akıbetin ne olacağını bilemezler. İsteklerinin gerçekleşmesi sebeb-i felâketleri olacaktır. Rahmân ve Rahîm olan Allah-u Teâlâ, kuluna merhamet ettiğinden isteğini yaratmaz. O ise “Olmadı” diye dövünür durur.

Duanın makbul (kabul gören) yeri ve zamanları vardır. Ramazan ayı (bilhassa son on geceleri) büyük bir fırsattır. Yakınlarımızın ve bütün Müslümanların selâmeti için dua edelim.

İstilacı Siyonistler, Filistin’de görülmedik bir katliam yapıyor. Zulümleri Firavun’unkini aştı. Münferit (birey) olarak Müslümanlar aciz durumda. Kuvvet olarak elden bir şey gelmiyor. Ama dua edebiliriz. Peygamberimiz (sallallahü aleyhivesellem), “Dua mü’minin silahıdır” buyurmuştur. O hâlde bu imkânı tahakkuk ettirelim (gerçekleştirelim).

Mü’minlerin duasıdır ki, “Gazzeli mücahitleri” mucizevî bir zafere kavuşturmuştur. İstilacı Siyonist askerler, ABD askerleri Batılı devletlerin yolladıkları askerler ve para ile tutulan eşkıyalar, hep beraber bir avuç Gazzeli mücahide çullandıkları hâlde baş edemediler. Çaresizce geri çekilmek zorunda kaldılar. İstilacı general, “Gazze’de hayaletlerle mücadele ediyoruz” diyor. Hayalet dediği, Allah-u Teâla’nın mücahitlere “nusreti”dir, yardımıdır. O’nun görünür ve görünmez orduları vardır. Başta mücahitler olmak üzere bütün dünya bu işe şaştı kaldı.

Gazze’ye havadan, karadan ve denizden atılan bombaların toplam enerjisi, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atomların enerjisinden fazladır. Çok Müslüman şehit oldu, çokları yaralandı. Filistinli Müslümanların gösterdikleri sabır ve metanet takdiri şayandır. Şehitler Cennet-i A’lâ’da ikramdadır. Gaziler ise sıradadır. Allah-u Teâlâ ölüden diriyi, geceden gündüzü çıkarandır. Yeryüzünün her coğrafyasında Gazzeli Müslümanların azmine ve tevekkülüne şahit olan insaf sahipleri ise Allah-u Teâlâ’nın şer görüneni hayra tebdiline tefekkür ediyor.

HAMAS mücahitlerini mağlûp edemeyen ABD ve müttefikleri, Netanyahu hükümetinin karşı çıkmasına rağmen Filistin devletinin kurulmasını ve tanınmasını bahseder oldular. Kendi halklarının vahşet karşısındaki protestolarına ve ateşkes istemelerine kulak verme durumundalar. Umarız ki kalıcı bir ateş sağlanır. Yine ümit ederiz ki, harp meydanında kazanılanlar masada zayi olmaz.

2024 yılı küresel ısınmanın menfi tesirlerinin görüleceği bir yıl olacağı görünümünde. Yer küresinin birçok yerinde kışları ılık geçerken bazı kesimlerde dondurucu soğuklar hâkim. Kanada’da eksi 50 santigrat derecenin üstüne çıkan soğuklar, ABD’nin kuzey eyaletlerinde eksi 40 dereceye vardı. Donarak ölen insanlar haberlerin mevzuu oldu.

Astronomi âlimleri Güneş’te meydana gelebilecek patlamaların tehlikelerine dikkat çekmekte. Elektronik cihazların çalışmayacağından, enerji santrallerinin stop edeceğinden bahsedilmekte. İngiltere Başbakanı, çare olarak mumların stok edilmesi tavsiyesinde bulunuyor. Atalarımız “etme bulma dünyası” demişler, yeryüzünde yapılan zulümler müstahsillerine (üreticilerine) İlâhî gazap olarak geri dönüyor. Kurunun yanında yaşın da yanmamasını niyaz ederiz. Hafız olan Allah-u Teâlâ mü’minleri muhafaza buyursun!

Mübârek Ramazan günlerinde dua etmeye devam ediniz…



Namaz

Hadis-i şerifte “namazın dinin direği olduğu” bildiriliyor. Taşıyıcı ana direk olmazsa yapı yıkılır. Namaz ibadetinde gevşek olanlar, Ramazan ayını fırsat bilerek bu ibadeti lâyıkıyla eda etmeye gayret etmelidir. Esas olan, kalben “Kelime-i Şahadete” iman etmektir. Fakat böyle bir iman, açıkta yanan kandile benzer. Kandilin küfür rüzgârlarından etkilenip sönmemesi için fanus ile muhafazası gerekir. Namazın fanus hususiyeti akıldan çıkarılmamalıdır.

Namazın iç ve dış şartları tafsilatlı olarak ilmihâl kitaplarında yazılıdır. Dış şartların başında “abdest” gelir. Ne var ki, bazı gafiller abdestsiz olarak namaza duruyor. Bu nasıl olur? Fecaat taharetlenmeyi (temizlenmeyi) bilmemekten meydana geliyor. Abdestin de kendine has şartları vardır. Tam riayet edilmezse mevcut abdest bozulur. Def-i hacetten sonra yapılan “istibra” ve “istinca” temizliğine önem verilmelidir. Bunların neler olduğu kitaplarda yazılıdır. İslâmiyet’te bilmemek mazeret değildir. Teknolojinin son derece gelişmiş olduğu devrimizde bilinmeyenleri öğrenmek çok kolaylaşmıştır. Mevcut liglerdeki bütün takımları sporcularına varıncaya kadar ezbere bilenler bu amelî bilgilerden bîhaber iseler, suçu kendilerinde aramalıdırlar. Dünya hayatı sonlu, ahiret hayatı sonsuzdur. Lüzumsuz meşgalelerle zamanını israf edenler sonsuz hayat için elzem bilgileri öğrenmeye vakit bulamıyorlarsa ne büyük fırsat kaçırıyorlar. Bunu bir bilseler…

Namaz esnasında ve genellikle iftitah tekbiri öncesi akla çeşitli düşünceler gelir. Çoğu kez yapılacak fakat unutulmuş işlerdir bunlar. Bazı Müslümanlarda bu hatırlamalar ve düşünceler o kadar sık ve kuvvetli olur ki kişi, namazını doğru dürüst eda edemez. “Acaba bende rahatsızlık mı var?” diye de şüphe içindedir. Telaş etmeye gerek yok; bütün bunlar şeytanın vesvesesinden kaynaklanır. Kişinin şeytanı, en fazla namaza durulurken ve namaz esnasında kişiyi tahrik eder. Bunun içindir ki, namaza başlanırken euzu besmele çekilir. Şeytanın şerrinden Allah-u Teâlâ’ya sığınılır. Namaz öncesi veya namaz içinde Nas ve Felâk Sûrelerini okumak muhafazayı kuvvetlendirir. Devamlı okunmalıdır.

Kıraat yani Kur’ân-ı Kerim okumak, namazın farzlarındandır. Fatiha Sûresi her rekâtta, kıyamda (ayakta) okunmaktadır. Kur’ân-ı Kerim okunuşunda harflerin hakikî seslerini çıkarmak (telaffuz) çok önemlidir. Lâtin alfabe harfleri bunu sağlayamıyor. Nasıl sağlasın ki? Telaffuzu farklı üç harf var ki Lâtin alfabesinde karşılığı yalnız (H) harfidir. Telaffuzu farklı iki harfin Lâtincede karşılığı “K” harfidir. Yine üç ayrı harf, “S” harfiyle gösterilebilmektedir. Misâller çoğaltılabilir. Dolayısıyla Lâtin alfabe ile Kur’ân-ı Kerim’i telaffuz etmek mümkün değildir. Okunmaya çalışıldığında iş çığırından çıkmakta, bazen de mânâ küfre kadar gidebilmektedir.

Misâl, Fatiha Sûresi’nin ilk ayeti “Elhamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn”. Bir kere, “hamd” kelimesindeki “h” harfinin telaffuzu yanlıştır. “Âlem” kelimesi ise okunuşuna göre üç temel mânâya gelmektedir: (1) “Bilmek” fiili kullanıldığında “bilir” anlamında; (2) iz, işaret (sembol), bayrak, bayrak direklerinin tepesindeki ay; canlı cansız bütün yaratılmışlar, kâinat (masiva).

Üç ayrı okunuş, Lâtin harfleriyle bir şekilde okunmaktadır ki bu da ikincisine denk düşmektedir. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim’deki karşılığı üçüncüsü yani “kâinat” anlamındadır.

Felâk Sûresi’nin ikinci ayetinde geçen “Yaratıcı” kelimesini ele alalım: (1) Halik, (isim olarak) berber; (2) ölebilen, ölmüş; (3) Yaratıcı. Lâtince okunuşuna göre birinci mânâ çıkmaktadır. “Yaratıcı” denileceğine “berber” deniliyor. Fecaati görebiliyor musunuz? Vahamet nerelere varıyor!

Türk milleti, Lâtin harfleri kullandırılarak İslâm dininden uzaklaştırılmak istenmiştir. Lâtin alfabe olmadan çağdaş ilim ve teknolojiye ulaşılamıyor mu? Japonların (Kanji) alfabesinde bin 945 harf bulunur. Hiragana ve Katakana alfabelerindeki karakterinse her biri bir heceyi ifade etmektedir. Japon alfabesinin kökeni Çincedir. Çin alfabesi ise yaklaşık 40 bin karakter ve sembolden meydana gelmektedir. Öğrenilmesi ve kullanılması çok zor olan bu alfabelerin sahipleri (Japonya ve Çin), “Çağdaş medeniyete ulaşamayız, geri kalırız” diyerek alfabelerini ve kültürlerini terk mi ettiler? Hayır! Peki, alfabelerini kullandıklarına göre ilim ve teknikte alt sıradalar mı? Ne münasebet, ABD ile yarışmaktadırlar.

Öyleyse bize tatbik edilen maksat başkadır. Emellerine kısmen muvaffak oldular, fakat yıktıkları çınar ağacının köklerinden yeni filizler neşet etmiş, neşatları kaçmıştır. Yeise düşülmemelidir. Söğüt beldesinden üç kıtaya hâkimiyet kuran bu millet, makûs talihini sırat-ı müstakim üzere doğrultarak kıyama kalkacaktır, biiznillah.

Netice, başta Fatiha olmak üzere sûrelerin telaffuzları bilenlerden öğrenilmelidir. Günümüzde iletişim gelişmiştir. İnternet üzerinden Kur’ân-ı Kerim kıraati takip edilebilir. Yeter ki azim ola!

Rükû ve secde

Namazın içindeki altı farzdan ikisi rükû ve secdelerdir. Rükûda dikkat edilmesi gereken, duruşun ters “L” olacak şekilde, el ve ayakların düzgün olmasıdır. Bilhassa gençlerde gözlemlediğimiz yanlış, rükû ve secdeden kalkarken tam dik durulmamasıdır. Doksan derece dik vaziyet olması gerekirken yetmiş yahut seksen derecede tekrar rükû ve secdeye iniliyor. Bu davranışın namazın kabulüne mani olduğuna dair rivayetler olduğundan konuya önem verilmelidir.

Rükû ve secdeden kalkıp dik durulduğunda, “Rabbena lekel hamd” denecek kadar bir müddet beklenmelidir. Yapılan yanlışların biri de secdede kolların yere tam temas edecek şekilde döşenmesidir. Hanımlara mahsus bu şekil, yanlış olarak delikanlılar tarafından da yapılmaktadır.


Dünya hayatı sonlu, ahiret hayatı sonsuzdur. Lüzumsuz meşgalelerle zamanını israf edenler sonsuz hayat için elzem bilgileri öğrenmeye vakit bulamıyorlarsa ne büyük fırsat kaçırıyorlar. Bunu bir bilseler…


Kâde-i âhire

Namazın son farzı kâde-i ahire, namaz sonundaki oturuştur. “Ettehiyyatü”, “Allahümme salli ve bârik” duaları okunur. Ettehiyyatü okunuşunda çokları gafildir. Burada üç selâm vardır ki ikisi dua mahiyetindedir:

1. “Esselâmü aleyke eyyühen Nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtüh” derken Peygamber Efendimize (sallallahü aleyhi vesellem) selâm gönderilmektedir.

2. “Esselâmü aleynâ” ile okuyan, aile efradıyla birlikte Rabbinden selâmet niyaz eder. Tahiyyatın başında zikrettiği, Allah-ü Teâlâ’nın rahmetinden ve bereketinden nasiplenmeyi ümit ederiz.

3. “Ve âlâ ibadillahissalihîn” diyerek (Allah-u Teâlâ katında kıymeti olan) salih kullara da selâm eder, selâmet niyaz ederiz. Bu bakımdan “Tahiyyat” okurken önemin idrakinde olmalı, tevazu ve edeb içinde bulunulmalıdır.

Tahiyattan sonra diğer dikkat edilecek husus, “Allahümme salli ve bârik” dualarında “alâ” ve “âl-i” kelimelerindeki “a” harfinin farklı okunuşudur. Maalesef günümüzde çoğunlukla aynı şekilde (Lâtince “a” harfi gibi) telaffuz edilmekle bu da yanlış olmaktadır. “Alâ” kelimesinin başındaki harf “ayn” olup kalın ses olarak telaffuz edilmekte, “âl-i” kelimesinin başındaki harf ise “elif” olup bilinen “a” harfinin okunuşunu vermektedir.

Salli ve Bârik dualarında “Ve alâ âl-i İbrahim” dedikten sonra bir müddet durmalı ve sonra da “inneke hamidün mecid” diye bitirilmelidir. Bu son cümlede Allah-u Teâlâ’nın Şânı zikredilmektedir. “Muhakkak ki Sen yegâne hamde lâyık olan, çokça hamdedilen, yegâne ibadet edilmeye lâyık, Şânı sonsuz yüce olansın” mânâsınadır. Yani birinci kısımda Allah-u Teâlâ’dan Peygamber Efendimize ve Ailesine (soyuna) salât olarak dua edildikten sonra ikinci kısımda Allah-u Teâlâ tesbih edilmektedir. İkisinin arasını bir durakla ayırmak, mânâ cihetiyle daha münasip olur.

Cemaatle namaz kılındığında cemaattekilerin çoğunun başlarının açık olduğu görülmektedir. Baş açık namaz kılmak caizdir. Fakat bir kısım âlimlerimiz erkeklerin başını örtmesini sünnet kabul ettiğinden, sünnetin terkini “tenzihen mekruh” kabul etmişlerdir (İbni Abidin, Reddü’l-Muhtar). Başı açık namaz kılınmasının yaygınlaşmasında televizyon dizilerinin büyük etkisi olduğu kanaatindeyiz. “Diriliş: Ertuğrul”, “Kuruluş: Osman”, “Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi” gibi dizilerde kahramanlar ekseriyetle başı açık dolaşmakta, hatta cemaatle kılınan namazlarda başlar açık gösterilmektedir. Hâlbuki dizinin canlandırıldığı tarihlerde, bırakınız başı açık namaz kılmayı, açık başla dolaşmak ayıp kabul edilirdi. Bu filmleri yönetenler işi o kadar ileri götürdüler ki saraydaki kadınları baş, kol, göğüs açık hâlde (namahrem) erkeklerle sohbet eder şekilde oynatmaktadırlar. Bu kadar da olsa, davranış biçimleri ve konuşmalar hep faullü. Prof. Ahmet Şimşirgil Hoca boşuna feryat etmiyor, yurt dışına da ihraç edilen bu diziler milletimiz için birer yüz karası.

Ramazan’daki ibadetlere kat kat sevap verildiği gibi, yapılan yardımlara ve sadakalara da kat kat ecir vardır. Başta yakınlarımız olmak üzere çevremizdekilerin dertlerine merhem olmak, maddî ve manevî sıkıntılarını gidermek, biiznillah tarifi mümkün olmayan derecelere ulaşılmasına vesile olur.

Velhasıl, mübârek Ramazan rahmet, bereket ve de fırsat zamanıdır. Ramazan günlerinizin feyizlerle dolu olması niyazıyla, bayramınızı şimdiden tebrik ederiz.