Ramazan-ı Şerîf: Ayların Sultanı

Bir iftar vaktinin neşesi ve huzuru, insana ait hiçbir ânın içinde var edilemeyecek kadar hayret verici. Cennet’ten bir tadımlık zaman… Bu açlığın son buluşu, nefsin arzularına erişmesi ile açıklanabilecek bir sürur değil, bu Allah’ın insana oruç ibadetinin kalbinden bahşettiği bir lezzet! Hiçbir ziynet ve tasavvur, iftar vaktinin yaşattığı sonsuzluk duygusuna benzeşemez. Bu, Rabbine kavuşma ümidinin ta kendisidir!

YARADAN’ın sayısız lûtfu arasında Ramazan ayı, hem aşikâre, hem sırlı bir mücevher. Elbette kıymetinin keşfine nadiren çıkabiliyoruz. Gelirken müjde, giderken müjde… İnsanın “insan” olma özlemini hatırlatan bir fıtrat zamanı… İçinde bilinen ve bilinmeyen güzelliklerin gizlendiği bir hazine… Bilinen, maatteessüf zaman zaman unutulan, bilgi yığınları arasında kaybolan ya da henüz anlamına inilmemiş derinlikte gün yüzüne çıkmayı bekleyen zenginliklerin bazılarına değinmek zamanıdır.

“Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî)

Rabbin bir emri olur da, içinde insanı varlık ikliminin yücelerine eriştirecek rızıklar bulunmaz mı? Bir zorluk derecesiyle anlaşılmaya çalışılan “kulluk mâkâmı” zorun ya da zor sanılanın altındaki bereket ve müjdelerle donanımlı bir mertebe… Ve bu, yaratılış ve âleme dâhil oluşla birlikte bahşedilmiş bir mertebe…

Nedir dinin bu ibadet ve gereklilikler boyutu? İşte Ramazan, nefse zor gelen onca güzellik ve iyiliğin arkasındaki engin huzuru tanımlamak, betimlemek ve kalpleri ikna etmek adına en güzel anlatım! Öyle ki, Ramazan’ın kendisi bir anlatım, bir ifade ve bir vaat. Ömrünce sorular ve tatminsiz cevaplar arasında sıkışan zihin ve fikir mekânına ışık tutan bir vaat…

İnsan her ibadette zamanı durdurur. Bütün ibadetler zamanla bağlantılı, zamanın içinde ve zamanı keşfetmek üzerinedir. Bu, insanın kaybolanlar arasında kaybolmayacak değerlerle buluşmasının alâmetidir. İnsan ne zaman bir ibadete uğrasa, o anlar, hayatı boyunca hiçbir hareketle ölçüşemeyecek bir değere erişir. Bütün ibadetler insanın Rabbine kulluğuyla birlikte, kendini anlama ve yeniden anlamlandırma ile vuku bulur. O yüzdendir ki, “fıtrat zamanı” denilen Ramazan’da nefsin arzularına set vururken, daha çok Rabbine yaklaşan insan, bir yandan da kendiyle tanışma, hemhâl olma imkânı bulur.

“Ramazan ayı öyle bir aydır ki, başlangıcı rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem ateşinden kurtulmadır.“ (Hadîs-i Şerif)

Aranan hayat, beklenen vaat, arzulanan kurtuluş ve muhtaç olunan rehber… İşte Ramazan, rahmetle başlayıp mağfiretle süren ve Cehennem’den azat oluşla nihayet bulan sonsuz bir ikram!

Rabbin rahmeti insanı insan yapar, kul yapar, refaha ve felâha erdirir. Kendiyle buluşturur, ailesini, dostunu, işini kıymetlendirir. Ömrünü bereket ve huzur kavramlarına sürgün eder. Öyle bir sürgün ki, bir daha geri dönülmeyecek bir maneviyatta kaim kılar. Affın ve kurtuluşun ötesinde, kurtuluşa erecek bir ruh-beden mizacını var eder.

Her ibadet gibi oruç da bir gayret ve niyetle ifa edilir. İşte bu, işin en müjdeli kısmı! Maddî dinamizmi meydana getiren ne kadar insanî hareket ve gidiş varsa kâinatta, niyetin ve gayretin birer meyvesi. Öyleyse bize her yerde bu iki kavramın kudreti gerek. Bir ibadet insanın idrakine gayret ve niyetin özünü talim ettirir. Ve böylece Ramazan’la insana Yaradan’ın lûtfettiği rahmet, mağfiret ve kurtuluş, ömrün her bir safhasında süregelen bir mevcudiyet bulur.

“Oruç tutunuz ki, (madden ve mânen) sıhhat bulasınız!” (Heysemî)

İki türlü öyküsü var insanın. Ne zaman ruhu ya da bedeni hasta düşse bir şeyleri anlamaya başlar ve dünyadan aldığı lezzet biter. Bedenî hastalık her ne kadar insanı soyutlayan bir durum gibi görünse de insanı yine manevî bir âlemde tazeler. Fakat manevî hastalıklar her açıdan yokluktur. Ve ne olursa olsun, ikisinde de bir şifa ve derman beklentisiyle sabreder insan. İşte ne zaman ki şu mübârek zamana erişir de oruç tutarız, daha adı konulmamış pürüzler, marazalar ve dertler, adını unutturacak kadar silinirler.

“Mâh-ı nevden Dicle’de gös­terdi zevraklar misâl/ Kim görüptür kim ola bir âsumanda bin hilâl…” (Fuzûlî)

“Ramazan ayı, Müslümanların elekten geçip süzülme zamanıdır. Nasıl ki kum taneleri atıklardan arındırılıyorsa, bizler de kötü yanlarımızdan sıyrılıp süzülen tarafımızla yola devam ediyoruz.” (Hasan İlhan)

Bir süzülüş, bir eleniş, bir inceliştir Ramazan. Kaybettiklerimizi arayışa çıktığımız, yitirilenlere yeniden kavuştuğumuz bir dönüş… Rabbin insanı var ettiği o şerefe tekrar nail oluş… İnsan elenir, elenir ve bütün atıklar, bütün kötü hasletler geride kalır. Şöyle bir dönüp bakma fırsatımız olsa, bu mukaddes zamandan öncesinde katılaşmış, kirlenmiş ve elden ayaktan düşmüş tüm o elentiler, insanın ruhunu ve bedenini gasp eden bir aşırılıkla gözleri yakar. Niyet ve gayretle birlikte gelen rahmet, insanı elenmiş ve yeniden insan olabilme imkânına erişmiş bir başlangıca sürükler.

“Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç ânı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman; diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (Buharî)

Bir iftar vaktinin neşesi ve huzuru, insana ait hiçbir ânın içinde var edilemeyecek kadar hayret verici. Cennet’ten bir tadımlık zaman… Bu açlığın son buluşu, nefsin arzularına erişmesi ile açıklanabilecek bir sürur değil, bu Allah’ın insana oruç ibadetinin kalbinden bahşettiği bir lezzet! Hiçbir ziynet ve tasavvur, iftar vaktinin yaşattığı sonsuzluk duygusuna benzeşemez. Bu, Rabbine kavuşma ümidinin ta kendisidir!

“İftar topu aksedince İhsâniye’den/ Seslendi ezanlarım Süleymaniye’den/ Altında ve üstünde yanıp bin kandil/ Nûr indi civâra Nûruosmaniye’den…” (Arif Nihat Asya)
Ramazan’da insan olma yolunda

Dünya bir imtihan yeri, bir geçici hülya… Amaç, insan olabilme, insan kalabilme… Yol; kulluk, ibadet ve hayırlı amel…

Ramazan ayı, tüm bu amaçlarla kat edilen yolda, güzellikleri katlayan ve insanı amaca hızla eriştiren bir cevher. Dâhilinde ve haricinde insana bu yolda güç veren, rehber olan, insanı eleyen, temizleyen, keşfettiren ve anlamlandıran bir sonsuz zaman… Bu zamanı nasıl değerlendirmeli, nasıl anlamlandırmalı?

Peygamber Efendimiz ve sonrasında da O’nun izinden giden âlimler anlatmışlar. Hepsinden bir özet ve bir sentez meydana getirmek gerekirse…

Bu mukaddes zamana eriştiren Rabbimize hamd ve hürmetle… Orucu bedenen ve ruhen tutmalı. Maddî-manevî hayırlara el uzatmalı. Dile, ele, bele hâkim olmalı. Eşi, dostu, komşuyu memnun etmeli. Her ânı bir zikir, bir tövbe ve bir ibadetle büyütmeli. Son Ramazan’mış gibi kıymet vermeli. Paylaşmalı, vermeli, infak etmeli…

İnsan bilse ki, ömrünün son Ramazan’ı ve en kıymetli nefesleri alıp veriyor, tüm bunları ve daha fazlasını yapabilmek için her şeyini feda etmez miydi? Öyleyse bu Ramazan, bizim son Ramazan’ımızmış gibi olsun. Bütün güzellikleri sığdırmak istiyormuşçasına bir gayret, Rabbine lâyık olmak için bir niyet ve tüm yanlışları düzeltmek, daha iyi bir kul ve eşref-i mahlûk olabilmek için bir fırsat olsun.

Ramazan-ı Şerîf şimdiden mübârek olsun!