AVUKAT
bir arkadaşım, bir müvekkilinin dolandırılmasına dair
hatırasını şöyle anlattı:
“Filanca
kimse müvekkilimi 100 bin lira dolandırmış. Olayı detaylarıyla aktarmasını
istedim, ‘O gün Ramazan’dı, oruçluydum’ diyerek başladı. O böyle başlayınca,
‘Detay vermeni istedim ama bu kadarına gerek yok’ dedim. O ise, ‘Aç olduğum
için basiretim bağlandı galiba’ diyerek devam etti…”
Ramazan
gelip çattı, hamdolsun. 1443’ün Ramazan’ı her birimize mübârek olsun. Başa
taşıdığım hatıra kısmen tebessüm dahi ettirmiş olabilir. Bu fakirde olmuştu.
Dolandırılma kısmı değil tabiî, basiretin bağlanmasına “aç” olmanın mazeret
sayıldığı kısım…
Ramazanlarda
enteresan bir furya başladı: “Oruç hâli, insanlar sinirli”, “İnsanlar oruç ya,
gerginler” veya “Oruçlar ya, aç olunca sabırsızlık hâd safhada” gibi ne Ramazan,
ne de oruç ile bağdaşabilen cümleler dökülür oldu dudaklardan. Hâlbuki oruç
sakinleştirmeli, ehlileştirmeli ve daha bir sürü şey…
Bu
tip cümlelerden anlıyoruz ki, Ramazan ve oruç düşüncesinden uzaklaştıkça,
Ramazan’ı yöneten etkin unsur akıl değil, mide olmuş. Peki, mide zamanı
yönetebilir mi?
Zaman,
bütün ölçü birimlerinin ölçü birimidir. Ramazan da zamanın aralıklarından
biridir. Ramazan’daki imsak ile iftar aralığı da yine zamanın bir parçasıdır.
Ve zaman, ancak akılla yönetilebilir. Zamanı midemizle yönetmeye çalışırsak,
her saniye acıkabiliriz. Kaldı ki, maalesef zamanı hırslarımızla, telaşımızla,
hüznümüzle, kibrimizle, hezeyanlarımızla yönetir olduktan beri birer belâ
paratonerine dönüştük. Yıldırım çekip duruyoruz üzerlerimize…
Dünya,
zamanın akıl tarafından yönetilmediği her süreçte sözde ıslah hareketleriyle
deveran ediyor. Sulh üzerinden okunacak ne kadar az manzaramız kaldı. Hâlbuki
akıl, zaman yağmurundan bir tanecik bekler “görmek” yüzeyine çıkarak. Ve en
büyük damlayı kapıp sırlayarak “sevmek” sedefinde zaman damlasını huzur
incisine dönüştürür.
Ancak
biz, nasıl istiridye deniz suyunu içine kaçırır da inci üretemediği gibi ölüme
mahkûm olur, zaman damlasını beklerken hırs denizinin tuzlu suyunu yutup yutup
zehirlenir olduk.
Peygamber
Efendimiz (sav), “Akıl insan suretine bürünse, oğlum Hasan olurdu” buyurmuş. Hazreti
İmam Hasan’ın (ra) şehadetini hatırladınız mı? Onu da zehirlemişlerdi.
İçerisinde elmas kıyımının bulunduğu zehir dolu suyu içince, kesilemeyecek
eşyayı dahi kesmeye yarayan elmas, Hazreti İmam Hasan’ın (ra) boğazını ve
ciğerlerini parçalamıştı. Hâlbuki o, aklın işaretlerini göstermek üzere ıslahı
değil, sulhu donanmıştı. İnci misali Hazreti İmam Hasan (ra), istiridyenin
tuzlu suyla zehirlenmesi gibi, elmas zehriyle zehirlenmişti.
İnsanlık
tarihinin sözde ıslah hareketleri, zaman yönetiminin akılla değil, hırsla
yönetildiğini gösteriyor. Ve hırsın kol gezdiği zeminde zaman, midenin ölçü
birimi oluyor. Madem böyle, öyleyse zamanı akıl ile düşünüp akıl ile yönetmek
için ne yapmak gerektiğine dair müzakere edelim mi? Bu müzakereye bu Ramazan’da
Hazreti İmam Hasan’ı (ra) düşünerek başlayabiliriz belki.
Meselâ
şöyle bir ipucu verilebilir: Pek çok İslâm şehidi, fedakârlık ve mücadele
bakımından meydan ve kılıç metaforuyla yâd edilirken, Hazreti İmam Hasan’ın (ra)
fedakârlığı ve mücadelesi görmezden gelinir. Çünkü hiçbir nefs, yaptığı bir
sözleşmenin “zaman” ilkesine uymak istemez. Akıl ise zamana iz düşmek ister.
Tıpkı Şehit Hazreti İmam Hasan (ra) gibi…
Madem
Ramazan zamandan bir pay ve basiret ise aklın parıltısı, basireti açlığa
yedirmemek üzere bir Ramazan’ı, bir zamanı, bir de Hazreti İmam Hasan’ı (ra) bu
yıl bir başka düşünelim. Hatta şöyle diyelim: “Özellikle içinde bulunduğumuz
zaman diliminde, evvelâ Ümmet-i Muhammed’e (sav) ve de bütün insanlığa adalet,
saadet ve hürriyet ekseninde Hazreti İmam Hasan’ın (ra) manevî himmeti
lûtfolunsun ki bundan sonraki zamanda savaşları, felâketleri ve trajedileri
konuşmak yerine barışı, huzuru ve sıhhati konuşalım.”
Ramazan-ı Şerifiniz mübârek olsun! Bayramına eriştirecek olana hamdolsun!