Rakibe çok tehlikeli bir noktadan korner attıran spiker

“PTT sol taraftan kalemize gene korner atacak, ben hızlı düşünüyor ve konuşuyorum. ‘Korner atışları kalemizde çok tehlikeli oluyor, gene korner kullanıyorlar’ diyeceğime, yanlışlıkla ‘Rakip çok tehlikeli bir noktadan kalemize korner atışı kullanıyor’ diye çıkıverdi ağzımdan...”

“HAYATTA en hakikî mürşit yalandır” diyen adamdı Oktay Sarı. Ellisine merdiven dayadığı şu günlerde yine uğradım, sormadan edemedim: “Hayatta en hakikî mürşit Oktay?”

Bana ters köşe yaptı bu kez: “Olanda hayır vardır Fahri abi…”

“Eyvallah koçum” dedirtti bana. “Cuma’ya da başladım abi, yıllarca Ergenekoncu oldum, bir hayrını göremedim. Cuma saati işyerimi de kapatıyorum artık, vallahi param bereketlendi…”

Bu sözlerin hepsi Oktay Sarı’nın ağzından döküldü geçen gün. Sevindim. Hem de pek çok! 

“Hüdayınabit” diye bir kelime var Türkçemizde; daha çok, doğada kendiliğinden yetişen bitkiler için kullanılıyor bu kelime. İkinci mânâsı ise “eğitim görmemiş, kendi kendisini yetiştirmiş kimse” demek. Buna üçüncü mânâsını da ben eklemiş olayım: İlkokul mezunu olduğu hâlde hayat üniversitesinde doktora yapmış yetenekli kimseye de denilebilir Hüdayınabit kişi… Böyle birini tanıyorum ben: Oktay Sarı…

Trabzon’dan Karasu Yassıgeçit köyüne göçen Sadettin Sarı’nın, Bosna-Hersek’ten Adapazarı Çukurahmediye mahallesine göçen bir ailenin Boşnak güzeli kızı Hayriye Hanım’dan olma on çocuğunun dördüncüsüdür Oktay. Yedisi erkek, üçü kız, on kardeştirler. Babası o daha on sekiz yaşındayken vefat edince, kardeşlerinin geçimi ve bakımı onun üstüne yıkılır; dokuz kardeşini de evlendirip barklandıran, iş güç sahibi yapan adamdır Oktay. Kendi evliliğini ancak kırkından sonra akıl edebilmiştir. 

“Mesleği nedir Oktay Sarı’nın?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. “Adapazarı Yenicami köşesinde gazete bayii” diyecek bazılarınız. “Radyo spikeri canım” diyenler olacak. “Televizyon programcısı… Televizyon sunuculuğundan tanıyorum” diyenler de bulunacak. Bir başkası, “Ben onu tiyatroda oynarken gördüm” de diyecek. Hele yazları Antalya’nın, Marmaris’in, Çeşme’nin plajlarında dolaşanlar, “Plaj futbolunun efsane sunucusudur o” diye tanımlayacaklardır. Kimine göre dargınları barıştıran bir gönül adamı, kimine göre münasip bir kızla erkeğin gönüllerini birleştiren bir çöpçatan… Bir başkasına göre, üstün iletişim yeteneğiyle işsiz gazetecilere iş ayarlayan, gazeteci transferlerine önayak olan bir meslek organizatörü… Bir başkasına göre Sakaryaspor’a yönetici ve başkan ayarlayan görünmez bir el...

Bunların hangisidir Oktay Sarı? Söyleyeyim: Hepsi!

El-hak, tamamı da doğrudur. Saydıklarımın hepsini birden yapmayı başarabilen bir adamdır o. Bütün bunların ortak paydasıdır Oktay Sarı.

Oktay’la ilgili yüzlerce hâtıra ve anekdot var hafızamda elbette. Yeri gelmişken, burada itiraf edeyim, beni maç yorumcusu yapan da Oktay Sarı’dır. Sakaryaspor-İstanbulspor Süper Lig maçını seyrediyorum bir gün Adapazarı Atatürk Stadı’nda. Devre arası şeref tribününde Oktay Sarı ile selâmlaştık, hâl hatır ettik. Şeref ve basın tribünlerinin tam üzerindeki radyo kabininden naklen maçı anlatıyormuş; devre arası çay almaya inmiş, “Gel abi peşimden!” dedi, çıktık birlikte merdivenleri, kabine oturduk. İkinci yarı başlarken, “Değerli dinleyiciler, Sakaryaspor’un kitabını yazan Fahri Tuna ile beraberiz. Sayın Tuna, ilk yarıda yeşil siyahlı ekibimizi nasıl buldun?” diye bir soru sordu, ben de aklımın erdiğince, dilimin döndüğünce cevaplamaya çalıştım. O günden itibaren en az üç sene maç yorumlattı bana Oktay. İstanbul, Kayseri, Denizli, Uşak, Kocaeli, Çanakkale… Birçok deplasmana birlikte gittik geldik.

Oktay’ın maçları mizahî ve coşkulu bir ruh hâliyle anlatımı çok ama çok zevk verir öteden beri dinleyicilere. Gerçekten çok yeteneklidir. Çok güzel, çok ateşli, çok lezzetli anlatır. Çok espritüel anlatır. Güzel ve tipik bir örnek vereyim: Son kez Süper Lig’de mücadele ettiğimiz sezon… “Cangele” diye bir oyuncu almışız Arjantin’den. Çok pahalı bir transfer, beklenti büyük. Oktay’la kabindeyiz yine, o anlatıyor radyodan, ben arada yorumluyorum. Kentpark tarafındaki kaleye doğru sağdan ataktayız. Hemen önümüzde sert bir faul yaptılar Cangele’ye, Oktay ayağa fırladı, başladı bağırmaya; “Vurmayın ona, vurmayın Cangele’ye! Bir kamyon dolusu para saydık ona biz, vurmayın ne olur!”

Bir başka maçta, “Taçlaya taçlaya ilerliyoruz” demesin mi? Yani harika anlatımı vardır bizim Oktay’ın…

Oktay Sarı, neredeyse tüm Adapazarı’nın arkadaşıdır. Milletvekili Mustafa İsen ağabeye şöyle anlattım onun mekânını: “Oktay Sarı’nın büfesi, şehrin nabzının attığı birkaç yerden biridir Adapazarı’nda…”


Şehrin kilit durağı: Oktay Büfe

Büyükşehir Belediye Başkanından milletvekillerine, Sakaryaspor eski ve yeni başkanlarından teknik direktörlerine, nice iş adamından nice dernek başkanına, Oktay’ın büfesi uğrak yerdir, şehrin Agora meydanıdır âdeta. Bir haber, bir sorun, bir dedikodu, yerel televizyondan, radyodan, gazeteden önce orada duyulur, orada yorumlanır, orada çözüm aranır. Gazeteci transferleri oradan yönetilir, Sakaryaspor’a kimin teknik direktör olacağı, gelen teknik direktörün hangi hafta gönderileceği orada şekillenir. Oktay Sarı’nın mekânı, evet, gazete büfesidir, her gün binlerce gazete satılır orada, doğrudur. Ama şunu söylemeliyim ki, Oktay Büfe’de en çok yazılı olmayan haberler satılır. Oktay Sarı’nın reytingi, tek başına bütün gazete, radyo ve yerel haber bültenlerinden daha yüksektir.

Oktay Sarı için “Düzgün, yalansız dolansız, sözünün eri çocuktur” diyemeyeceğim; zira “Hayatta en hakikî mürşit yalandır” atasözünün patenti onundur. Hem de yirmi beş senedir… Ama şu itiraf da ona aittir: “Tamam, ben çok yalan söylüyorum, ama vallahi hepsi pembe yalan! Ablamın teki kupon toplamış, kırk beş kupona tencere takımı alacak, kırk iki tane toplamış. Bana geliyor, ‘Senin çevren geniş, başbayi üzerinde ağırlığın var, bana tencere takımını alır mısın Oktaycığım?’ diyor. Ben de, ‘Tamam ablacığım, hâllederiz’ diyorum. Hâlledemeyeceğimi o da, ben de iyi biliyoruz. Ablam üç beş gün daha ümitle yaşamak istiyor. Zaten başbayiye gitmiş, ‘Olmaz’ demişler. Ben kenara koyuyorum kuponları. Ablam bir hafta sonra uğruyor, ‘N’oldu Oktay?’, ‘Maalesef vermediler abla’ diyorum, ‘Canın sağ olsun’ diyor, gidiyor. Benim yalanlarımın yüzde doksanı böyle Fahri abi… İnsanlar yalana inanmayı çok seviyorlar. Böyle mutlu oluyorlar. Benim de görevim onları mutlu etmek. Ben bu şehre, bu insanlara lâzımım abi…”

Yine bir Oktay Sarı vakası: Olay sırasında kahramanımız, artık otuzunu geçmiş bir delikanlıdır. Oktay’ın anne tarafı Boşnak’tır, söylemiştim yukarıda. Anneannesi Begzade Hanım ile dedesi Seyfi Bey, bir türlü evlenmeyen torunları Oktay için her geçen gün büyüyen bir endişe taşımaktadırlar içlerinde. Oktay da bunun farkındadır. Onları rahatlatmaya karar verir. Tiyatro grubundaki oyuncularından Nevin Hanım başarılı bir tiyatrocudur, ondan rica eder: “Bugün anneannemle dedeme gideceğim, nişanlımı oynar mısın hatırım için!” “Evet” der Nevin Hanım. Çukurahmediye’de Seyfi amcanın evinde alırlar soluğu. Oktay, aile büyüklerine, “Bu kızla evlenmeye karar verdim, üstelik de Boşnak kızı” deyince, Begzade Hanım ile Seyfi Bey, gelin adayı kızın fiziğini, huyunu suyunu çok beğenirler. Üstelik de Boşnak’tır. Sevinçten uçarlar âdeta. Trabzon kökenli -sözde- Boşnak kızı Nevin Hanım, Boşnak kahvesi de yapar o gün, Boşnak yumurtası da pişirir. Herkes çok ama çok mutludur. Oktay, yıllar sonra bu olayı şöyle yorumlamaktadır: “Tamam, anneannemle dedemi kandırmış gibi oldum ama her şeyi onların mutluluğu için yaptım! Ömürlerinin son dört beş yılını, ‘Torunumuz Boşnak kızı ile ha evlendi, ha evlenecek’ umuduyla mutlu geçirdiler. Bu dünyadan mutlu ayrıldılar hiç olmazsa…”   

Özetle şu söylenebilir: Oktay Sarı, hem yetenek ve birikimiyle, hem etrafına olumlu katkıları nedeniyle, hem de yurdumuzun dört bir yöresindeki plaj futbolu spikerliğiyle, yeri doldurulamaz bir fenomen, bir kahraman, bir aktördür.

Kitaplarımı “Yeryüzünün en tatlı yalancısına” diye imzaladığım, “Abi dört dörtlük tespit, çok haklısın!” cevabını aldığım bir kardeşimdir o benim.

Nasıl her şair bir dizeden, her yazar bir öykü veya romandan ibaretse, Oktay Sarı da bir cümleden ibarettir; hayatını, mesleğini, başarısını özetleyen bir cümleden. İşin aslını kendisinden dinleyelim:

“Ankara Cebeci Stadı’ndan, PTT-Sakaryaspor maçını radyodan anlatıyorum. Hava yağışlı, PTT bastırıyor, kalemizde tehlike üzerine tehlike yaşıyoruz. Üç dört pozisyonda topu kornere zar zor atabildik. PTT sol taraftan kalemize gene korner atacak, ben hızlı düşünüyor ve konuşuyorum. ‘Korner atışları kalemizde çok tehlikeli oluyor, gene korner kullanıyorlar’ diyeceğime, yanlışlıkla ‘Rakip çok tehlikeli bir noktadan kalemize korner atışı kullanıyor’ diye çıkıverdi ağzımdan. Canlı yayın böyle bir şey işte, ağzınızdan çıktı mı gitti, geriye getiremiyorsunuz. Benim bu sözüm, zamanla bir şehir efsanesine dönüştü. Doğrusu ben de memnunum bundan. Bir gün hayatım kitap olursa eğer, kitabımın adı bu cümle olsun isterim...”

Geçen gün uğradım, daha bir sevindirdi beni Oktay: “Abi, sen görmeyeli güzel gelişmeler var bizde. Koray’a ev yaptık, üstüne yaptırdım tapuyu, Olcay’a pilavcı dükkânı açtım. Yandaki pasajdaki çay ocağını da Tuncay’a aldım. Resmî belgeleri de onların üzerine yaptırdım. Yani dokuz kardeşimi de evlendirdim. Hepsini de iş güç sahibi yaptım. Benden mutlusu yok!”  

Evet, Oktay Sarı… O bizim, “rakibe çok tehlikeli bir noktadan korner attıran” anlı şanlı biricik spikerimizdir. Hayatımızın, şehrimizin, ülkemizin rengidir.

Seni seviyoruz Oktay Sarı. Şu sözünün altına da imza atıyoruz: “Ben bu şehre lâzımım abi!”

Aynen Oktay, aynen! Hatta her şehre…

Bir sözünün altına daha imza atıyoruz: “Olanda hayır vardır…”

Eyvallah koçum!