Rabbin kanunlarına gayr-i meşru hamleler (3)

Şirk, tek başına şirk değildir. Yahut günahsız, masum birini katletmek, tek başına cinayet değildir. Yahut kişiyi ailesinden, hürriyetinden, bağlarından alıkoymak, tek başına mahrum bırakmak değildir.

BİR insanı öldürmek, bir hayvanı sakatlamak, bir ağacı kesmek, bir nehri durdurmak, bir madenin yerini değiştirmek, kul hakkıdır. Kul madem Allah’ın yarattığıdır. Sadece bir insanı katletmekle insanın hakkı gasp edilmez, bir suyun önünü yahut bir ağacı kesmek, bir böceği dahi hayattan mahrum kılmak, ekosistem içindeki döngüyü tırpanlamak ve döngünün fıtrat üzerine kurulu hikmet ve hayrına kastedilmiş olunur.

Müslüman için insan hakkı, kadın hakkı, erkek hakkı, hayvan hakkı, çevre bütünlüğü veya iklim değişikliği gibi kavram ayrıştırmalarına gerek yoktur. Zira Müslüman, doğrudan kul hakkı düşüncesiyle yaşar. Varlığa kulluğu üzerinden yaklaşır. Yûnus Emre’nin (ks) “Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü” tespiti, insanın sadece insanı sevmesini değil, bütüm mevcûdatı Allah’ın âyeti olmasından hareketle kabul etmesini çerçeveler. Ve bu tespit de Müslümanın insan yahut hayvan hakkı ekseninde değil, kul hakkı nizamına ayak uydurması gereğine çağrı yapar.

Geçmişte hanedan yönetimlerinde karşılaşılan kardeş katli yahut kafes türü uygulamaların bu çerçeveden değerlendirilerek yanlış olduğunu düşünen biriyim. Aynı eksende hanedanın falanca oğlunun kaçırılıp da falanca yerde yedek buji gibi tutulmasını da… Bu anlamda aklıma gelen ilk asil örnek, Yûsuf Peygamber’dir (as).

Kardeşleri onu, onun üzerine konacağını düşündükleri mülkten kıskandıkları için kuyuya atmışlardır. Kardeş katli ve kafes uygulamasının iki yönü de bu örnekte mevcûttur.

Onların plânı farklıdır, ancak bilmezler ki Allah’ın da bir plânı vardır. Katletmek yerine üretilmiş olan çözüm yetiştirmek olsa, böylesi bir kul hakkına girmeye hiç gerek kalmayacaktır hâlbuki.

Nîsâ Sûresi’nin 48’inci âyetinde deniliyor ki, “Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur”. Gaybı bir tek Allah bildiğine göre, O’nun kanuna karşı hamle yapmanın meşruiyet derecesini akletmek zor olmasa gerektir.

Düşünün ki, bir suçlu, kendisine ait olmayan bir eve zorla girerse, bu yaptığı eylem sadece başkasının evine girmek midir?

Evvelâ zorla giriş yapmıştır.

İkincisi, zorla giriş yaptığı için, içeridekileri hürriyetlerinden mahrum etmiş demektir.

Üçüncüsü, hürriyetlerinden mahrum bıraktığı kişilere zarar vermiş demektir.

Dördüncüsü ve beşincisi, suçlunun niyetinde tuttuğu düşüncelerle sıralanabilir. Bunda yaralama, tecavüz, cinayet, hırsızlık, gasp, evdeki eşyaya zarar vermek (yıkmak, kırmak, yakmak) gibi bilumum başlıklar sıralanabilir.

Yani şirk, tek başına şirk değildir. Yahut günahsız, masum birini katletmek, tek başına cinayet değildir.

Yahut kişiyi ailesinden, hürriyetinden, bağlarından alıkoymak, tek başına mahrum bırakmak değildir.

Ancak bir devletin en meşru hareketi, kimsesizi, yetimi aç ve açıkken gözetmek, eğitmek ve kendisine vazîfedar yapmaktır. Bu tür durumlar mevcûtken kurulu düzeni bozmak, devletliği göstermez. Hele Ak Budun-Kara Budun misâli bir durum gözetmek, hiç göstermez!

(Devam edecek…)