BİR insanı öldürmek,
bir hayvanı sakatlamak, bir ağacı kesmek, bir nehri durdurmak, bir madenin
yerini değiştirmek, kul hakkıdır. Kul madem Allah’ın yarattığıdır. Sadece bir
insanı katletmekle insanın hakkı gasp edilmez, bir suyun önünü yahut bir ağacı
kesmek, bir böceği dahi hayattan mahrum kılmak, ekosistem içindeki döngüyü
tırpanlamak ve döngünün fıtrat üzerine kurulu hikmet ve hayrına kastedilmiş
olunur.
Müslüman
için insan hakkı, kadın hakkı, erkek hakkı, hayvan hakkı, çevre bütünlüğü veya
iklim değişikliği gibi kavram ayrıştırmalarına gerek yoktur. Zira Müslüman,
doğrudan kul hakkı düşüncesiyle yaşar. Varlığa kulluğu üzerinden yaklaşır.
Yûnus Emre’nin (ks) “Yaratılanı severiz Yaratan’dan
ötürü” tespiti, insanın sadece insanı sevmesini değil, bütüm mevcûdatı
Allah’ın âyeti olmasından hareketle kabul etmesini çerçeveler. Ve bu tespit de
Müslümanın insan yahut hayvan hakkı ekseninde değil, kul hakkı nizamına ayak
uydurması gereğine çağrı yapar.
Geçmişte
hanedan yönetimlerinde karşılaşılan kardeş katli yahut kafes türü uygulamaların
bu çerçeveden değerlendirilerek yanlış olduğunu düşünen biriyim. Aynı eksende
hanedanın falanca oğlunun kaçırılıp da falanca yerde yedek buji gibi tutulmasını
da… Bu anlamda aklıma gelen ilk asil örnek, Yûsuf Peygamber’dir (as).
Kardeşleri
onu, onun üzerine konacağını düşündükleri mülkten kıskandıkları için kuyuya
atmışlardır. Kardeş katli ve kafes uygulamasının iki yönü de bu örnekte
mevcûttur.
Onların
plânı farklıdır, ancak bilmezler ki Allah’ın da bir plânı vardır. Katletmek
yerine üretilmiş olan çözüm yetiştirmek olsa, böylesi bir kul hakkına girmeye
hiç gerek kalmayacaktır hâlbuki.
Nîsâ
Sûresi’nin 48’inci âyetinde deniliyor ki, “Kim
Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur”. Gaybı
bir tek Allah bildiğine göre, O’nun kanuna karşı hamle yapmanın meşruiyet
derecesini akletmek zor olmasa gerektir.
Düşünün
ki, bir suçlu, kendisine ait olmayan bir eve zorla girerse, bu yaptığı eylem sadece
başkasının evine girmek midir?
Evvelâ
zorla giriş yapmıştır.
İkincisi,
zorla giriş yaptığı için, içeridekileri hürriyetlerinden mahrum etmiş demektir.
Üçüncüsü,
hürriyetlerinden mahrum bıraktığı kişilere zarar vermiş demektir.
Dördüncüsü
ve beşincisi, suçlunun niyetinde tuttuğu düşüncelerle sıralanabilir. Bunda
yaralama, tecavüz, cinayet, hırsızlık, gasp, evdeki eşyaya zarar vermek
(yıkmak, kırmak, yakmak) gibi bilumum başlıklar sıralanabilir.
Yani
şirk, tek başına şirk değildir. Yahut günahsız, masum birini katletmek, tek
başına cinayet değildir.
Yahut
kişiyi ailesinden, hürriyetinden, bağlarından alıkoymak, tek başına mahrum
bırakmak değildir.
Ancak
bir devletin en meşru hareketi, kimsesizi, yetimi aç ve açıkken gözetmek,
eğitmek ve kendisine vazîfedar yapmaktır. Bu tür durumlar mevcûtken kurulu
düzeni bozmak, devletliği göstermez. Hele Ak Budun-Kara Budun misâli bir durum
gözetmek, hiç göstermez!
(Devam edecek…)