Putler ve Rukrayna

Kuzeydeki komşumuz Rusya bugün Ukrayna’da ama uzun bir süredir Akdeniz’in doğusundaki Suriye’de ve güneyinde ise Wagner aracılığıyla Libya’da. Rusya’yı Batı Afrika’dan Afrika’nın doğusuna, halk ayaklanması sırasında ise Kazakistan’da görüyoruz. Neden? Çünkü Rusya, bölgesinde ve bölge dışında “güç” olmayı arzuluyor, bunun için bütün dünyaya meydan okuyor.

RUSYA ve Ukrayna, son yıllarda yakınlaştığımız, bugünlerde de büyük bir savaşın aktörleri olan iki ülke. Başlarında iki Vladimir var: Putin ve Zelenskiy…

Amerika’nın elinde tuttuğu F-35 kozuna karşın S-400 alımları için yakınlaştığımız Rusya ile Bayraktar TB2 SİHA verdiğimiz (sattığımız) Ukrayna, tam bir haftadır kıyasıya çarpışıyor. Düzeltiyorum, iki ülkeden biri olan Rusya, Ukrayna’yı işgal etmek için harekete geçeli tam bir hafta oldu.

Donbas’ın farklı bölgelerinde Rusya yanlısı ayrılıkçıların ateşkesi ihlâl etmesiyle birlikte savaşın ayak sesleri dünyanın her yerinde aynı anda duyulmaya başlandığında Ukrayna, sivillere askerî eğitim vermeye başlayarak “Ben hazırım” mesajı vermişti. Rusya ise -savaşmanın son seçenek olduğunu ve barıştan yana olduklarını- açıklayarak, başta rakibi Ukrayna ile muhalif cephede yer alan ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya, Polonya, İsveç ve ilk kez tarafsızlığını bozan İsviçre ile Türkiye dâhil NATO ve BM’nin gerekli önlemleri almalarını kısmen de olsa başarmıştı.

Bölgedeki gelişmeler üzerine Avrupa ülkeleri ve Amerika, Ukrayna’da bulunan vatandaşlarının acilen ülkeyi terk etmesi için çağrıda bulundular.

Su uyur, Rus uyumaz

Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, işgal öncesi neredeyse yüreklere su serpmişti: “Donbas hattı üzerindeki durum maksimum düzeyde zorlanıyor. Herhangi küçük bir provokasyon istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Rusya tarihi boyunca hiç kimseye saldırmamıştır. Rusya savaş kelimesini kullanacak son ülke.”

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kremlin Sarayı’nda halka hitap ederken, Donbas’ta askerî karar dışında hiçbir kararı tanımadığını belirterek, fitil ateşleyen “Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını bir an önce tanımak için çok geç kalınmış bir kararı almayı gerekli görüyorum” cümlesini kurmuş, ardından bağımsızlık kararnamesini imzalamıştı.

Rusya-Ukrayna krizinde yaşanan gelişmeler üzerine Afrika ziyaretini yarıda keserek yurda dönen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü hedef alan her türlü karara karşı olduklarını vurgulayarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözde cumhuriyetleri tanımasının kabul edilmez olduğunu ifade etti, Putin ise harekât emrini verdi ve Rus ordusu, Belarus üzerinden Ukrayna’ya topraklarına girmiş oldu…

Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne Türkiye’nin verdiği destek devam ediyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gelişme üzerine, “Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı kabul edilemez!” açıklamasını yaptı.

Savaşın sonucu ne olursa olsun, Rusya uluslararası hukuka göre bundan sonra meşru konumda olamayacak. Bunu, en sert açıklamalardan birini yapan ve Ukrayna’nın sırtını sıvazlayarak cesaretlendiren Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’den gelen demeçten anlıyoruz: “Her şey olup bittiğinde, Rusya’yı söylediklerine göre değil, yaptıklarına göre yargılayacağız!”

Hesaba katılmayan: Ukrayna’nın direnişi

Dünyanın ikinci ordu gücüne sahip olan Kuzey Kafkasya’nın aslanı Rusya, Ukrayna ordusunu gafil avlayacaklarından, Amerika ve Batı’nın ise onları yalnız bırakacağından oldukça emindi. Nitekim öyle oldu. Ancak Zelenskiy yönetimindeki ordunun ve sivillerin de bu kadar azimli olacaklarını hesaba katmamıştı.

Ülkenin doğusundaki Donbas bölgesinde yer alan Donetsk ve Lugansk şehirlerinde Rusya yanlısı ayrılıkçıların sözde bağımsızlıklarını ilân etmeleri üzerine ayrılıkçılar ile Kiev yönetimi arasında 2014 yılından bu yana süren çatışmalarda şimdiye kadar 10 binden fazla kişi hayatını kaybederken, Rusya, savaşın başladığı ilk iki günde 3 bin beş yüz, beşinci günde ise 5 binin üzerinde askerini, sayısız uçak ve tankını kaybetmiş durumda.

Burada unutulmaması gereken bir gerçek var: Savaşın galibi de, mağlubu da, her ne olursa olsun, büyük kayıplara hazırlıklı olmalı. Tıpkı bir futbol maçını kazanan takımın oldukça sert geçen müsabakada en önemli oyuncusunu sakatlanarak kaybetmesi gibi…

İşgal operasyonu ile birlikte sosyal medyada Ukrayna’ya destek veren ve Rusya’yı işgalci olarak görenler kadar Rus lider Putin’i Nazi lideri Hitler’e benzetenler de vardı ve bu sayı azımsanmayacak bir çoğunluktaydı. Öyle ki, Putin’e “Putler” diyenler bile oldu.

Ukrayna’yı akılsızla, ABD’nin ve Batı’nın oyununa gelmekle suçlayanlar da yok değil. Başka bir grup ise, ülke kaderinin bir komedyene bırakılmayacak kadar önemli olduğuna atıfta bulunuyordu. Bu yorumlara şiddetle karşı çıkıyorum. Velev ki Ukrayna, ABD’nin Rusya’ya sunduğu bir av olsun, bu sonuç, insanî bir drama sebebiyet verecek savaşı mı tetiklemeliydi? Güçlü olan zayıf olanı dişlerinin arasına almak için fırsat mı kollamalıydı? Elbette “hayır” ve oldukça “yanlış” bir kanı bu.

İkinci yanlış, halkı tarafından sevilen ve yüzde 73’lük ezici bir üstünlükle liderlik koltuğuna oturan Zelenskiy, savaş sonrasında kendisine inanan ve destek verenlerin oranını yüzde 91’e çıkartmayı başarmış durumda. Ukrayna gibi Orta Asya ve Avrupa’nın tahıl ambarı ve aynı zamanda nükleer üssü konumunda bulunan bir ülkeyi yönetmeye talip olmasının neresi yanlış olabilirdi ki?

Yazıyı kaleme aldığım sıralarda, Ukrayna kaynakları, can kaybının 400, yaralı sayısının da bin 500 civarında olduğunu açıkladılar.

Şu ana kadar ülkesini terk etmek zorunda kalan 600 bin Ukraynalı, sınır ülkelere sığınmış durumdalar. Üstelik bu rakam sadece kadınlar ve kayıp listesinde yerini alan çocuklardan oluşmakta. Başka bir deyişle, eşlerini ve oğullarını Kiev’in savunması için geride bırakmayı göze alanlardan…

Kiev’in yanı sıra Harkov, Kramatorsk, Mariupol, Mykolaiv ve Odesa gibi kritik öneme sahip kentlerde valilik, belediye, emniyet gibi önemli kamu binalarının yanı sıra fabrikalar, uçak üretim ve tamir hangarları, askerî birlikler, nükleer santraller ve Rusların korkulu rüyası SİHA üssü, bombardımanın hedefi hâline gelmiş durumda. Hızlarını alamayan işgal ordusu, köprüleri, okulları, otelleri ve apartmanları da bombardıman ateşine tutmaktan çekinmiyor.

Bölgede bulunan basın mensupları, gözlemciler ve uzmanlar bilânçonun gitgide ağırlaşacağı hususunda hemfikirler. Geçen süre zarfında NATO’nun askerî müdahale seçeneğini masaya yatırmamış olması, Zelenskiy’i hem zora soktu, hem de üzdü. “Bombardıman gerçekleştikten sonra yaptırımlara ihtiyacımız yok” diyerek bunu vurguladı. Ancak o, bu duruma rağmen geri adım atmıyor. Öyle ki, kendisine “Kaç!” diyen Amerika’ya, “Bana kaçmam için araç değil, ülkemi savunmam için mühimmat gönderin!” diyecek kadar korkusuz ve “Bizim sırtımızı görmeyecekler, kaçmayacağız, yüzlerimizi görecekler” diyecek kadar da kararlı.

Zelenskiy’nin işgal öncesinde ısrarla, “Askerî çatışma yerine diplomatik çözüm istiyoruz” ifadesini kullandığını da hatırlatmak isteriz.

First Lady Olena Zelenska da en az Volodimir Zelenskiy kadar cesur: “Biz kocaman bir orduyuz. Ve bugün ne ağlıyorum, ne korkuyorum! Sakin ve güven doluyum. Çocuklarım yüzüme bakıyor. Onlarlayım, eşimin yanındayım. Ve sizlerleyim. Sizi seviyorum. Ukrayna’yı seviyorum.” Tıpkı füze saldırısından yaralı kurtulan ve işgalin simgesi hâline gelen Olena Kurilo gibi, “Asla, hiçbir koşulda Putin’e boyun eğmeyeceğim! Ölmek daha iyi!” diyor.

Tüm bu açıklamalar, savaştaki moral üstünlüğünün Ukrayna’da olduğuna işaret ederken, Rus ordusunun da demoralize olmasına sebebiyet veriyor. Nasıl vermesin ki? Ukraynalıların, daha çok bizde görmeye alışık olduğumuz Türk seferberlik tipi bir anlayışa sahip olduklarını gözlemliyoruz. Milletvekilinden öğretmenine, fotomodelinden sporcusuna dek tüm ülke, milliyetçi duygu yoğunluğu ile Ruslara karşı ülkelerini savunmak için ya direkt silahlanıyor ya da orduya kaydolmak için birbirleriyle yarışıyor.

Rusya’ya ablukayı aşan yaptırımlar

Rus özel bankaları, operasyon öncesinde yurtdışındaki varlıklarını teminat göstermek suretiyle ABD Merkez Bankası’ndan 5 milyar doları bulan bir tutarı sipariş etmelerinin altında Batılı ülkelerin, uluslararası para transfer sistemi SWIFT’e erişimi engelleyeceği yönündeki yaptırım ihtimâlleri yatmaktaydı.

Rus özel bankaları benzer bir operasyonu Kırım’ın işgali sırasında da yapmış ve 19 milyar doları stoklamışlardı.

Ekonomik yaptırımlar Rusya’ya yabancı sermaye girmesini ve çıkmasını engelleyecek cinsten.

İngiltere tüm Rus bankalarına yaptırım uygulama kararı aldıklarını ve ülkede bulunan 3 Rus milyarderin mal varlıklarının dondurulduğunu, ayrıca bu kişilere seyahat yasağı getirildiğini açıkladı. Almanya, Rus gazını Baltık Denizi kıyısından başlayarak deniz boyunca Avrupa’ya taşımayı hedefleyen “Kuzey Akım-2 Projesi”ni durdurma kararı aldıklarını duyurdu. Bununla birlikte Rusya’nın AB finansal hizmetlerine erişimi kesildi ve teknoloji sağlaması yasaklandı.

Sportif bazı kısıtlamalar da oldu; Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA), Rus takımlarını bir sonraki duyuruya dek uluslararası turnuvalardan men ederken, Dünya Tekvando Federasyonu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in siyah kuşağının iptal edildiğini açıkladı.

NATO, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa üyeleri çeşitli yaptırımları devreye sokarak Rusya’yı işgalden geri adım atmaya zorlamaya devam edecek gibi görünüyor ancak şimdiye kadar bunda başarılı oldukları söylenemez. Dediğimiz gibi, “şimdilik”…

Dünyanın altıncı büyük ekonomisine, en büyük maden ve enerji kaynaklarına sahip Rusya’nın, yine dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz üreticilerinden olmasına rağmen yaptırımlardan dolayı ileri vadede zorlanacağı muhakkak. Rus rublesi daha şimdiden yüzde 30 değer kaybederken ülkede döviz bürolarının hizmet vermediği haberleri geliyor. Rusya ekonomisindeki kötü gidişat, savaşın devamı ve sonlanmasını belirleyen unsurlardan biri olacak gibi görünüyor.

İçinde bulunduğumuz yıl ile gelecek yılın küresel iklim değişikliğine bağlı kuraklık riski taşımasının yanı sıra, giderek artan ham petrol fiyatları, gıda üretimini ve tedarikini zora sokmuş durumda. Koronavirüs salgınıyla zor günler geçiren tüm dünyanın savaşın doğuracağı sonuçlara nasıl refleks göstereceğini kestirmek ise neredeyse imkânsız.

Savaşı Rusya değil, Putin istiyor

İngiltere, Putin’e destek veren 30’u aşkın oligarktan biri olan Rus milyarder Roman Abramovich’in, ülkeye girişinin yasaklanması üzerine, sahibi olduğu Chelsea Futbol Kulübü’nü vakfa devrettiğini açıklarken, gözlerse kızı Sofia’nın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşıma çevrildi. Aslında bu twit her şeyi özetler mahiyetteydi: “#Russia Putin wants a war with Ukraine!”  

Putin’in gözünü kan ve intikam bürümüş, bu aşikâr! Zelenskiy’i siyâsî figür olmaktan çıkarana, Ukrayna’ya “pes” dedirtinceye, sözde Donetsk ve Lugansk cumhuriyetleri ile önceden işgal ettiği Kırım’ın ilhakını tanıyıncaya kadar kendi topraklarına çekilmeyecek. Bunu elde etmek için her yolu mubah görüyor; önce kendisine mutlak itaat eden Çeçen lider Ramazan Kadirov ile ateşli askerlerini sahaya sürdü, ardından Avrupalı lejyonerleri. Bununla da yetinmedi, Ukrayna ordusunu Zelenskiy’e darbe yapmaya davet etti ve “İktidarı elinize alın, sizinle daha kolay anlaşacağız” çağrısında bulundu.

Aralarında Zelenskiy, danışmanı, Kiev Belediye Başkanının olduğu 34 kişiyi yok etmek için 400 kişilik suikastçıdan oluşan Wagner Grubu’nu Kiev’e gönderdiği iddia ediliyor.

Vladimir Zelenskiy, Putin’in bu hamlelerine, savaş yeteneği olan mahkûmları serbest bırakarak, ayrıca Ukrayna’ya destek vermek isteyen yabancı gönüllü savaşçıların ülkeye vizesiz girişini sağlayacak kararı imzalayarak karşılık verdi.

Bu açıdan bakıldığında, savaş her ne kadar Ukrayna sınırları içinde cereyan etse de, tüm Avrupa’yı ve diğer kıtaları da tehdit eder mahiyette…

Belarus görüşmeleri

İşgale karşı öngörüm iki şekilde belirginleşiyor: İlki, bu yazım yayınlandığında çoktan barış kararı alınacağı, diğeri ise savaşın orta vadeli bir sonuç yerine Irak-İran, Afganistan-Rusya, Irak-Kuveyt ve Afganistan-Amerika savaşlarında olduğu gibi uzun soluklu olacağına dair. Gerçi İngiltere ikinci tezi savunuyor ama biz, daha fazla insanlık tradejisinin yaşanmaması adına bir an önce liderlerin barış masasına oturmasını ve sonuç almasını temenni ediyoruz.

Bu temenni ile ilgili iki ülke heyetinin Ukrayna sınırındaki Belarus’ta ilk görüşmelerini ön koşulsuz gerçekleştirdiklerine şahit olduk. Bu iyimser tabloya bakarak savaşın beklenenden daha erken biteceğini söyleyebiliriz. Yüzlerce Türk firması da kepenk kapatarak savaşın sona ermesini bekleyenler arasında.

Rusya’nın Ukrayna’dan istediği dört şey var. Bunlar gerçekleşirse, savaş başladığından daha hızlı biter.

Moskova diplomasisi, “Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması” üzerine kurgulu. İki ülke ilişkilerinin normalleşmesi için “Kırım’ın ilhakının tanınması” üçüncü şık olarak güncelliğini yitirse de Donbas sorununun barışçıl müzakerelerle çözülmesi adına “Minsk Anlaşmalarının hayata geçirilmesi” söz konusu. Dördüncüsü ve şüphesiz en önemlisi, “Ukrayna’nın askerden arındırılması”…

Erdoğan’dan haklı sitem

Ukrayna liderinin, Şubat’ın son günü AB’ye üyelik başvurusu dilekçesini imzalamasının üzerinden 24 saat geçmeden, AB, aldığı politik bir kararla Ukrayna’nın talebini kabul ettiklerini açıkladılar. Bu gelişme üzerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, haklı olarak şu sitemi yaptı: “Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne alma gayretlerini doğrusu takdirle karşılıyoruz. Bu güzel bir gelişme. Ukrayna ile ilgili gösterdiğiniz hassasiyeti lütfen Türkiye için de gösterin. Yoksa Türkiye’ye de birileri savaş açıp saldırdığı zaman mı Türkiye’yi gündeme alacaksınız?”

İşgalden on beş gün önce kaleme aldığım “Felâket tellalı Nostradamus’tan Baba Vanga ve Dilipak’a Kıyamet Günleri” başlıklı yazımda, Rus lider Vladimir Putin hakkındaki kehanetlerden bahsetmiştim. Gerçekleşme olasılıkları artmış durumda. Putin, aldığı riskin karşılığını mutlaka kendi hanesine artı olarak yazdıracak ve bölgenin en güçlü liderliğini elde edecek.

Burada unutmamamız gereken önemli bir ayrıntı var: Putin’in KGB eğitimi aldığı ve rakibinin gücünden yararlanan bir judocu ve çok tecrübeli bir siyasetçi olduğu gerçeği…

Asıl hedef Türkiye mi?

Kabul etmek gerekir ki, Rusya’yı bir kez daha demir bir perdenin arkasına hapsetmek neredeyse imkânsız.

Koç Üniversitesinden Doç. Dr. Şenar Aktürk, Moldova örneğinde olduğu gibi Rusya’nın Rusya karşıtı gördüğü Azerbaycan’da Ebulfez Elçibey, Gürcistan’da ise Mikhail Saakaşvili hükûmetlerini devirmeyi başardığı gibi bir senaryoyu Ukrayna’da uyguladığını, bunun için de “Ukrayna’nın Rusya’nın yörüngesinde kalması veya en azından Finlandization pozisyonunda tutulmasının hedeflendiğini” söylüyor.

Geride kalan üç asırlık sürede gerek Osmanlı Devleti, gerekse Türkiye Cumhuriyeti için birincil askerî tehdit, doğrudan sınır komşusu olması hasebiyle Rusya’dan (Sovyetler Birliği’nden) gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye ile Rusya arasında tampon görevi gören Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkelerin varlığı ve toprak bütünlüğü Türkiye için hayatî öneme sahiptir ve bu ülkeler Türkiye’nin doğal müttefikleridir.

Bu açıdan bakıldığında Rusya’nın, daha doğrusu Putin’in asıl hedefinin başta Türkiye olmak üzere, Ukrayna’nın Batı ile bağlantısını sağlayan ve önemli bir koridor hükmünde olan Karadeniz ile bağlantısını kesmek olduğunu dillendiren çok sayıda yoruma rastladım -ki hepsi haklıydı-. Evet, asıl hedef Türkiye.

Kuzeydeki komşumuz Rusya bugün Ukrayna’da ama uzun bir süredir Akdeniz’in doğusundaki Suriye’de ve güneyinde ise Wagner aracılığıyla Libya’da. Rusya’yı Batı Afrika’dan Afrika’nın doğusuna, halk ayaklanması sırasında ise Kazakistan’da görüyoruz. Neden? Çünkü Rusya, bölgesinde ve bölge dışında “güç” olmayı arzuluyor, bunun için bütün dünyaya meydan okuyor.

Çok değil, bundan 100 sene evvel de biz her yerdeydik. Meselâ Batı Ukrayna Lviv’de bir kolordumuz vardı ve Ruslar ile savaşıyordu.

“İnsan, insanın kurdudur”

Özellikle enerji başlığında olmak üzere Avrupa’nın siyam ikizi gibi bağlı/bağımlı olduğu Rusya, Avrupa’nın güvenliği için jeopolitik tehdit olarak algılanıyor son yıllarda; ülkemizin de küresel enerji jeopolitiğinin “yükselen yıldızı” olarak ön plâna çıktığını görüyoruz. Gören biz değiliz sadece.

Putin, 2020 yılındaki Dünya Ekonomik Forumu’nda, “Dünya Hobbesiyen bir döneme girdi” diyerek, “İnsan insanın kurdudur” yaklaşımından yola çıkıldığında, bütün ulus devletlerinin birbirlerinin kurdu olduğunu, herkesin birbirinin ayağına basabileceğini ve bunu engelleyecek uluslararası platformların bulunmadığı yeni bir dönemin başlangıcını duyurmuştu. İşte o gün, bugündür!

İlginçtir, asırlardır tüm yaşananlar nedense hep bizim sınırımızda gerçekleşiyor.

“Millî devlet olmanın getirdiği lezzet”

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Karşılaştırmalı Siyaset Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taşansu Türker, “Ukrayna halkının, millî devlet olmanın getirdiği lezzeti bir kere aldığı için direnişini devam ettireceği” görüşünde…

Türker, Rusya’nın 90’dan sonra güç kaybettiği inancında olduğunu, hatta onurunun kırıldığını, bunu derinleştirmek için de elinden geleni yaptığını iddia ediyor.

Son tespiti ise oldukça dikkat çekici: “Batı ile Rusya arasındaki sürdürülebilir ilişkinin sürdürülemez bir noktaya gelebileceği ve Türkiye için çok fazla tehdit üretebileceği ve yeni bir uluslararası mimarinin ortaya çıkma ihtimâlinin olduğu günlerden geçiyoruz.”

Putin’in arkasında milyarder oligarklar, Rusya’nın arkasında ise dünya politikasının yeniden yapılandırılmasını isteyen Çin var.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, ne kendi ülkemizin bekasını tehlikeye atabiliriz, ne de bize sınırı olan ülkelerin güvenliğini ve huzurunu. Ne muhtemel tehditlerini, ne de Türk dünyasını ikinci plâna atabiliriz.

Velhasıl, her ne pahasına olursan, Putler’in Ukrayna’yı “Rukrayna” yapmasına asla müsaade etmemeliyiz!

Bilindik bir denklem ile yazımızı noktalayalım: Doğuda Ruslar, batıda Almanlar, güneyde ise Türkler var…