SÜREÇ
analizleri yaparken tüm dikkatimiz Batı’ya çevriliyor, Batı’ya
odaklanıyor.
Doğal olarak her meseleyi Batı’nın saldırganlığı üzerinden
okuyoruz gelişmeleri…
Elbette bu tarz doğru, fakat eksik!
Doğruları konuşurken, diğer tarihî risk alanı olarak Kafkasların,
Mezopotamya’nın ve Altayların politiğini hesaba katmak elzem.
Bu anlamda Rusya ile İran’ın iletişimini ve İran’ın
Ermenistan’la kurduğu bağı unutmadan yapılacak fotoğraf okumalarında özellikle
de Rusya’yı ihmâl ederek düşünmek son derece yanlış!
Sütyun ve Taşnak örgütlenmelerinde maddî ve mânevî destekçi
Rusya’yı, hele ABD emrinde olduğu konuşulurken Moskova’da kolaylıkla ofis
açabilen PKK’yı ayrı bir hatta besleyen Rusya’yı unutmak mümkün değil!
Ve şimdi, Ayasofya’nın cami olarak ibâdete açılmasına Rusya
sessiz…
Hayır!
Rusya bu konuda asla sessiz değil!
Putin’in Bizans odaklı anlayışını görmek için şu haber
yeterli:
“Türkiye’de müzeden camiye dönüştürülen Ayasofya’nın bir kopyasının,
kilise olarak Suriye’de inşâ edileceği öne sürüldü.
Lübnan medyasında
yer alan habere göre, kilisenin, Hama kentinde Ortodoks toplumunun yoğunlukta
yaşadığı Sukaylebiye ilçesinde
yapılması plânlanıyor.
Ayasofya’nın replikasının yani kopyasının inşâsı fikri, önce
Hama Rum Ortodoks Piskoposu Nicolos Baalbaki’den onay aldı,
ardından Suriye’de konuşlu Rus ordu yetkililerine sunuldu. Öte yandan,
kilisenin inşâ edileceği bölge arazisi üzerinde çalışmaların başladığı
belirtiliyor…”
***
Rusya derin bir operasyonla hazırlanıyor bu konu üzerinden
kendi geleceğine…
PKK terör örgütü ile yan topluluklarının ve de Suriye’deki
rejime bağlı istihbarat servisinin devşirmeleri üzerinden Rusya’nın Türkiye’de
ve içinde bulunduğumuz bölgede yapabileceği hamleleri kesinlikle görmek
zorundayız.
Zira uzun süredir anlattığımız ölçekle, Rusya’da iktidarın
ismi ve bulunduğumuz küresel düzen değişmese de, işlerlik bakımından Putin;
kendisini Rusya’nın “çarı”, Doğu Roma’nın “imparatoru”, SSCB’nin yeni nesil
Stalin’i görürken, Moskova’yı da Ortodoksluğun merkezi olarak kabul etmekten
geri durmuyor!
Bu açıdan baktığımızda Batı’ya diktiğimiz gözler, bize
Kuzey’e dair stratejik riski ihmâl etmemek üzere şiddetli sinyaller alıyor.
Evet, fark etmeli ve de bilmeliyiz ki, Çarlık Rusya’sından bu
yana Rus devlet aklının süregelen “Türk sendromları” bugün Rus Devleti’nin kriz
nöbetlerini tetiklemektedir.
Kırım’da süren işgalin asıl hedeflerinden biri, İstanbul’a
yaklaşmaktır!
Peki, İstanbul’u gözüne kestiren Putin’in aklında ne
yatmaktadır?
Putin, kendisine yaklaşık 500 yıl önce verilen görev olarak Bizans’ı
yeniden inşâ etmenin hayâlini kuran, knezlikken Ortodoks emanetlerini bünyesine
katarak Doğu ile Kuzey’i bir tutmak üzere parlatılan bir derin devletin yeni
işletmecisi gibi davranmaktadır.
Kendisini Bizans hanedanı gören bir akılla, Suriye ve
Libya’da olduğu gibi artık Azerbaycan-Ermenistan ile Ukranya-Kırım hattında da karşı
karşıyayız.
Ama Rusya’nın büyük hayâllerine yetmeyecek demografik
problemler ile Çin’in Batı’ya çıkışı sırasında doğrudan ilgi alanına giren
Rusya, tek başına Putin için büyük bir sınav!
Putin bu sınavı daha kolay atlatabilmek düşüncesiyle çâreyi
dışarıda hegemonya kurmaya gayret ediyor. Fakat bunun ne kadar zor olduğunu
görmek, yeni çar, yeni imparator, hele yeni Stalin olmak sevdâsından vazgeçmek
mecburiyetinde!
Karşısına aldığı Türkleri, hele Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni yok saymanın kendini sınırlandırmak olduğunu fark etmeli Putin.
Zira Rusya, bu tarihî eşikte Türkiye ile imtihan oluyor.