TÜRKİYE’nin dış
politikasında “eksen kayması” tartışması Erdoğan’ın iktidara gelmesiyle
başlamıştı. Oysa ortada henüz eksen ve kayması yoktu. Fakat Erdoğan’ın “Eski
Türkiye yok! Ülkemin çıkarına olmayan konularda boyun eğmem. Beni tehdit eden
unsurlarla mücadelede kendi göbek bağımı kendim keserim!” şeklindeki kişisel
duruşundaki kararlılık er ya da geç eksen kaymasıyla sonuçlanacaktı. Nitekim
öyle oldu!
Peki,
eski Türkiye’de eksen neydi?
Eksen
şuydu: NATO üyesi ve Soğuk Savaş mirasındaki rolüyle önce ABD, sonra da AB için
küresel güç haritasında “sınır karakolu” olmak...
Askerî
ve ekonomik yardım almazsa farklı düşmanların saldırısına açık bir karakolluktu
bu. Suriye, PKK, Rusya, Ermenistan ve Yunanistan, bu karakolu tehdit eden
güçlerdi.
Nitekim
bu karakol rolü on yılda bir ABD tarafından örgütlenen darbelerle
güncelleniyordu. Öyle ki, herhangi bir siyâsî irade, “Biz karakol değiliz. Başkasının
güç sınırında da değiliz!” dediğinde, ABD ve AB tarafından “demokrasi ve insan
hakları düşmanı” ilân ediliyordu.
İşte
Erdoğan, bu denkleme itiraz edeceğini söyledi ve söylemekle kalmayıp uyguladı!
Eksen tartışması arttı ve “Erdoğan bizi dünyadan kopardı” diyen muhalefet
cephesi her fırsatta ABD ve AB’den özür dileyerek olup bitenlerin tamamen
Erdoğan’ın kişisel macerası olduğunu söyledi.
ABD,
Erdoğan’ı cezalandırmaya karar verdi ve hizaya getirmekte kararlıydı. Bu
kararın neticesinde ABD, “Türkiye’ye komşu butik bir Kürt devleti kuracağız;
Türkiye’nin talep ettiği savunma sanayii için taleplerini geri çevireceğiz. Ve
Erdoğan’ı devireceğiz!” dedi. Nitekim ABD bu iddiasını gerçekleştirmek için
adımlarını eksiksiz attı. Atmaya devam dahi ediyor.
Soğuk
Savaş döneminde eksen demek, iki kutuplu dünyada iki eksen anlamına geliyordu.
Ya ABD eksenindesindir veya ABD karşıtı eksende… ABD karşıtlığının Rusya, Çin
veya başka bir ülke olması önemli değildir.
Erdoğan
ise “eksen” tarifinin güncellenmesi gerektiğini “Dünya 5’ten büyüktür!”
parolasıyla dünya gündemine getirdi. Bu parola sadece BM daimî ülkelerine
hizmet eden bir BM yerine, “daha adil bir dünya” olmasını kastetmiyor, aynı
zamanda her ülkenin bağımsız ülke olarak istediği ülkeyle her türlü iş birliği
yapabileceğini ifade ediyordu. Yani biz buna “eksensiz dünya” diyebiliriz. Onun
yerine “kutupsuz çoğulcu dünya” da diyebiliriz.
ABD,
Erdoğan’dan inanılmaz derecede rahatsız oldu. ABD iki cephe açtı Erdoğan’a.
Birincisi, Arap Baharı rüzgârıyla açılan “Türkiye Baharı” etiketiyle Erdoğan’a
eksen dersi vermekti. İkincisi ise, şimdi “FETÖ” olarak anılan ve ABD
tarafından örgütlenen FETÖ terör örgütü üzerinden Erdoğan’ı sandıkla değilse de
darbeyle devirmekti.
Erdoğan,
ABD tuzağından birincisini çabuk gördü ve Arap Baharı’nın Türkiye sınırlarına
geldiğinde bir butik Kürt devletiyle sonuçlanacağını fark etti. Fakat bugün
FETÖ olarak anılan tehlikeyi fark etmedi. Hattâ ABD ile mücadelesinde birlikte
hareket ettiğini sandığı örgütün aslında bir ABD taşeronu olduğunu göremedi.
Erdoğan
butik Kürt devletinin önünü kesmek için Suriye yani Esad ile ilişkilerini
yoğunlaştırdı ve Türkiye-Suriye arasında bir bahar havası estirdi. Fakat Esad
bu çabanın Erdoğan’ın ABD karşısında kendine cephe açmak istediğini biliyordu.
Ve bu çabanın Çin, Rusya ve İran kucağına düşmek ihtimâlini değerlendirmek
istedi. Esad, Erdoğan’ı uzun süre oyalamayı ve Erdoğan’ın ABD ekseni dışına
çıkma veya düşme durumunu kendisi için değerlendirmek istedi. Esad, Erdoğan’ı
bir konuda ikna etmiş gibiydi: Putin yoksa bahar da yok!
Erdoğan
Putin ile tanıştıkça, “Rusya Federasyonu’nun geleneksel dış politikası ile
Putin’in eksen anlayışı arasında bazı farklılıklar” olduğunu fark etti. Yani
Putin de Rusya’nın Soğuk Savaş dönemi sendromundan çıkmasını sağlamaya
çalışıyordu. O zaman Erdoğan’ın önemli bir karar alması gerekiyordu: Putin ile
birlikte hareket etmek, bir eksen değişimi değil, bir yeni dünya farkındalığı
olduğuna karar vermek ve de Putin ile “özel anlaşmalı liderler” kategorisinde
hareket etmek… Erdoğan bu kararını verdi ve dünyaya tanık ettirdi.
ABD
için “Putin” meselesi artık bir Erdoğan meselesi anlamına da geliyordu. Öyleyse
Erdoğan’ı devirmek ve butik Kürt devletini hızlandırmak gerekiyordu. Nitekim
ABD, bütün marifetini kullanarak operasyon üstüne operasyon yaptı. Operasyonun
kodu ise “DAEŞ ile mücadele” idi. Yani “DAEŞ ile mücadele” adı altında
yürütülecekti bütün operasyonlar.
ABD,
FETÖ aracılığıyla Erdoğan’ı “DAEŞ’in gizli müttefiki” diye lânse ediyordu.
Suriye’deki DAEŞ operasyonlarına Erdoğan’ın destek verdiği dedikodusu yayıldı.
Peki, bu DAEŞ neyin nesiydi?
DAEŞ
demek, bir paralı askerler ittifakı demekti. Ve bu ittifak, iki ülkenin izini
sürdüğü ittifaktı: Irak ve Rusya…
Rusya,
“DAEŞ” etiketli her hareketlenmenin dünyada bıraktığı algıyı kullanmaya karar verdi
ve kendisi için tehlikeli olan her örgütü, özellikle Çeçen milislerini DAEŞ
çuvalına soktu. Öyle olunca, Rusya, Türkiye’nin Çeçen milislerle ilişkisini
“DAEŞ ile ilişki” diye etiketledi. Ve Esad ile Erdoğan’ın arası açılmakla
kalmadı, Esad da Erdoğan’ı DAEŞ’i desteklemekle suçladı. Hattâ FETÖ terör
örgütünün “MİT Tırları” deşifresi bu ana hedefe hizmet içindi.
Erdoğan’ın
“Kürt açılımı” ile butik Kürt devletinin önünü kesme çabası da FETÖ tarafından
sabote edildi. Hâsılı, işler karıştı. Hâlâ karışık…
Fakat
bu karışıklık, bir kararı pekiştiriyordu: Putin’le birlikte hareket etmek...
Erdoğan,
Putin’i güvenlik sebebiyle Suriye’ye girmeye ikna etti; daha doğrusu, zaten
girme kararı vardı fakat Rusya ile karşı karşıya gelmek istemiyordu. Putin,
artık Suriye’de “potin” idi.
Sayın
Erdoğan’ın, “Biden ile ilişki iyi başlamadı, gidişat hayra alâmet değil!”
demesi ve yarın Rusya’ya giderken “İdlib” konusunun hayatî önemine işaret
etmesi, yukarıdaki çerçevenin içine konulacak tabloya işaret ediyordu. Çünkü
Rusya için DAEŞ kabul edilen örgütler İdlib bölgesinde ve Türkiye, onları çıkarma
sözünü henüz gerçekleştirebilmiş değil. Çünkü önemli bir kısmı Türkiye için
DAEŞ değil! Özellikle Çeçen milisler…
Bakalım
İdlib bölgesinde Putin yazılan “potin” okununca sıcak çatışma olacak mı?
Erdoğan ve Putin tecrübesi buna müsaade etmeyecektir.