
DİKTATÖR, kendi toplumları kadar komşuları
için de her zaman tehdit kaynağıdır. Çünkü idaresindeki ülkeyle hayâllerini
sınırlı tutan diktatörlerin sayısı diğerlerine göre daha azdır.
Diktatörler
genellikle yayılmacılığı bir hak olarak görürler. Komşuları ile kendi ülkeleri
arasında doğal bir sınır kabul etmezler. Aksine, komşu ülkelerin topraklarını
diledikleri gibi işgal etmeyi bir hak olarak görürler. İşin ilginç yanı,
içeride muhaliflerini, dışarıda ise en çok komşularını tehdit sayarlar.
Putin’de bir
diktatörde görülebilecek bütün özellikler fazlası ile vardır. İçeride
muhalifleri baş ağrısı olarak gördüğünden, muhalif lider Aleksey Navalni’yi
zehirleterek, içeride nasıl acımasız olduğunun bir örneğini vermiştir.
Ancak
Putin’in komşu ülkeler için beslediği kötü niyetini dünya ilk defa 2008’de
Gürcistan’da görmüştür. Çünkü AB ve ABD’nin arkası gelmeyen ilgisinin odağı
olan Gürcistan, AB’ye ve NATO’ya katıldı katılacak denirken 2008’de Putin
tarafından işgal edilmiş, fiilen üçe bölünmüştür. AB, ABD ve NATO ah vah ederek
Gürcistan’ın ezilmesini seyretmiş, Rusya’yı fena hâlde kınamakla yetinmiştir.
SSCB’nin
yıkılmasını unutamadığını zaman zaman tekrarlayan Putin için SSCB’nin sınırları,
Rusya’nın sınırlarıdır. O sınırlara ulaşıncaya kadar saldırılarına devam
edeceğini göstermiştir. Sudan bahanelerle 2014’te Kırım yarımadasını Rus
çoğunluklu nüfusu bahane ederek işgal etmiştir.
Putin, 21
Şubat tarihli konuşmasında Osmanlılardan ele geçirdikleri Karadeniz kıyılarına Novorossiya
(Yeni Rusya) denildiğini ve Karadeniz’i Osmanlılara karşı Rusya’nın koruduğunu
ileri sürmüştür. Sadece Putin değil, Rusya Dışişleri Bakanlığı da 5 Mart’ta,
Yeşilköy (Ayastefanos) Anlaşması’nın yıldönümünde yayınladığı bildiride Romanya
ve Bulgaristan’ın Rusya sayesinde kurtulduklarını belirtmiştir. Bu iki örnekte
de Rusya’nın eski çarlık dönemlerine göre Türkiye’yi değerlendirdiği açıktır.
Buna
karşılık Türkiye Dışişleri de, Cumhurbaşkanlığı da cevap mahiyetinde bir
açıklama yapmamıştır. Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı olduğu (1991-2014) 23 yıllık
süre içinde Kırım Türkleri lehine Türkiye hiçbir ilerleme elde edememiştir.
Aslında Rus
işgalinde olan Kuzey Türkleri, Kırım Tatarlarından ibaret değildir. Romanya’nın
doğu bölgesinden başlayarak İrtiş nehrine kadar uzanan Karadeniz’in kuzeyindeki
topraklar, uzun bir dönem tarihte “Kıpçak Bozkırları” ya da “Deşt-i Kıpçak”
diye adlandırılmıştır. Kırım, Kıpçakların merkezi sayılacak bir yarımadadır. Ne
yazık ki bu yarımada 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Türkiye’den
(Osmanlılardan) koparılmıştır. Bu tarihten sonra Kırım Türklerinin önemli bir
kısmı Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.
1941-1944
arasında Alman işgalinde olan Kırım, 12 Mayıs 1944’te yeniden SSCB işgaline
uğradığında telâfisi olmayan bir felâkete maruz kaldı. Kırım Türkleri bütünüyle
sürgün edildi. Sürgün şartlarında önemli bir kısmı öldü.
1954’te SSCB
lideri Kuruşçev’in kararı ile Kırım Ukrayna’ya bağlanmıştı. Buna rağmen Rusya,
2014’te Kırım’ı yeniden işgal etmiştir. Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı olduğu
dönemde hayatta kalan Kırım Türklerinin yeniden Kırım’a dönebilmeleri için
Türkiye, iyi ilişkiler içinde olduğu Ukrayna Hükûmeti üzerinde yeterince etkili
olmadı ya da etkisini kullanmadı. Gerçi Türkiye hükûmetleri bu ürkek/korkak
tutumlarını sadece Kırım Türkleri için değil, Ahıska Türkleri için de
tekrarlamıştır. 9 Mayıs 1945’te sürgün edilen ve önemli bir kısmı yol
şartlarında ölen Ahıska Türklerinin yurtlarına geri dönmelerini, Gürcistan
Hükûmeti ile iyi ilişkilerine rağmen Türkiye hükûmetleri temin edememiştir.
Kırım
Türklerinin önemli bir kesiminin Türkiye’ye göç etmiş olmalarından ve Türk
tarihi ve edebiyatı bakımından son derece önemli isimler olan İsmail Gaspıralı
gibi Kırımlı Türklerin anayurtları için tarihin akışını değiştiremeseler bile
sürgünlerin geri dönemeyişleri, Kırımlı Türkler kadar Türkiye için de ciddî bir
sorundur. Kırım Türkleri, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya bağlı olmayı kendi
gelecekleri için tercih etmiştir. Türkiye de Kırım Türklerinin tercihlerini
desteklemiştir. Ancak Kırım’ın Rusya tarafından 2014’te işgal edilmesi,
Türklerin Kırım’a dönme umuduna önemli bir darbe olmuştur. Çünkü işgalci Rusya,
Türklerin ileri gelenlerini tutuklamış, sınır dışı etmiş, her türlü
faaliyetlerini yasa dışı ilân etmiştir.
Rusya
Anayasası’nda, Rusya dışındaki (diaspora) Rusların haklarını koruma görevi bir
devlet görevi sayılmış, diasporadaki Ruslara Rusya vatandaşlığı verilmesi
öngörülmüştür. Ukrayna, Moldovya ve Baltık ülkelerinde azınlıkta olan Rus
nüfusunun haklarının bahane edilerek oraların içişlerine karışılması, Rus
sömürgeciliğinin önemli bir bahanesi olmaktadır.
Rusya lideri
Putin, diasporadaki Rusların haklarını koruma bahanesini sonuna kadar istismar
etmektedir. Gürcistan, Kırım ve son olarak Ukrayna saldırısı bunun
örnekleridir. Buna karşılık, Ukrayna’nın NATO’ya girme isteğinin Putin’i
kışkırttığı ya da Putin’in açıklaması ile “eski SSCB ülkelerinin NATO’ya
alınmayacağı sözünün unutulmasının” bu olaylara yol açtığı iddiası işgalin
bahanesidir.
İkinci Dünya
Savaşı öncesinde Adolf Hitler de Versay Anlaşması’nı bahane ederek Polonya ve
diğer ülkelere saldırmıştır. Hitler’in bu yayılmacılığı kısa sürede bir dünya
savaşını başlatmıştır. Cengiz Çandar’ın deyimi ile “Putin, Hitler’in
reenkarnasyon hâlidir”. Gerçekten Putin ile Hitler arasında önemli benzerlikler
vardır. Saldırgandır, yayılmacıdır, komşularını işgal etmeyi bir hak olarak
görmektedir. Dünya yeni bir Hitler örneği ile karşı karşıyadır.
Hitler,
Almanya dışındaki Almanların yaşadığı bölgeleri “Almanya için hayat sahası”
saymıştır. Polonya gibi ülkeleri “normal bir ülke” bile saymamıştır. Oraları
işgal etmeyi Almanya’nın bir hakkı olarak görmüştür. Oralarda bulunan Alman
nüfus ise işgalin bahanesini teşkil etmiştir. Aşağı yukarı benzeri ifadeleri Putin
de Ukrayna için tekrarlamaktadır. Ukrayna’yı Rus nüfusu saydığını, Ukrayna diye
bir ülkenin varlığının da bir hata olduğunu iddia etmiştir. Putin bu ifadeleri
ile şaşılacak ölçüde Hitler’in kopyası durumuna gelmiştir.
Hitler’e
zamanında müdahale edilmemiş olması, Hitler’in işgallerinin durdurulmaması
İkinci Dünya Savaşı’na yol açmıştır. Benzeri bir durumun tekrarı ise günümüzde
Ukrayna’da tekrarlanmaktadır. Tarih tekerrür etmektedir. Tekrar etmesinin temel
nedeni ise ibret alınmamasıdır. Putin’in saldırılarına karşı 2008’de Gürcistan
işgalinden başlayarak dünya, gerekli tepkiyi göstermemiştir. Bu tepkisizlik
Putin’i özendirmiştir. İstediği her şeyi yapabileceği kanaatini
güçlendirmiştir.
Rusya’nın
Ukrayna’ya saldırmasının ardından yer yer işgal etmesine karşılık Rusya’ya
karşı alınan ekonomik ambargo kararları ise caydırıcı olmamıştır. Petrol ve
doğalgaz gibi kaynakları ile kendi kendine yeter bir durumda olan Rusya’ya
karşı ekonomik yaptırımlar son derece yetersiz kalmıştır. Zamanla bu
yaptırımların sonuçları ortaya çıksa bile bu durum Ukrayna’yı kurtarmaya
yetmeyecektir.