RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin, Şubat
ayının 24’üncü günü Rus ordusuna verdiği emirle Ukrayna’ya askerî bir operasyon
başlattı.
Ukraynalılar, Rusya’nın taleplerinin ardındaki saklı
tehditleri görmüş ve kısa sürede hem askerî birliklerini, hem de sivilleri ülke
savunması için savaş şartlarına hazır hâle getirmeyi başarmışlardı.
Böylelikle komedyenlikten devlet başkanlığına ulaşan
Volodimir Oleksandroviç Zelenski, bu saldırı sonrasında sahneden cepheye giden
bir komutan edasına bürünmüş oldu.
Rusya, beklemediği bir savunma mekanizması ile karşı
karşıya kaldı. NATO ve AB’nin henüz askerî bir destek sunmadığı bu ilk dört
haftada, harekâtın seyrini değiştiren iki etmen göze çarpıyor: İlki, Ukrayna
halkının savunmada gösterdiği “direnç”, ikincisi ise ABD ve Avrupa ülkelerinin
“yaptırım” başlığı altındaki ambargo kararları.
Dünyanın gözü Kuzey’den gelecek olan “barış
haberlerine” kilitlenmiş durumda. Eğer barış beklenenden daha uzun sürerse,
bölgeyi, hâliyle de tüm gezegeni bekleyen iki tehlike var demektir. Biri, Rusya’nın
elinde tuttuğu ve kullanmaktan çekinmeyeceği “nükleer silah” kozu, diğeri de bir
“üçüncü dünya savaşı”. Bu olasılıklar masada olsa da beklentimiz, başta Türkiye’nin
“tarafsız arabuluculuk” yaparak katkı sunduğu barışın tez zamanda gerçekleşmesi
yönündedir.
Böyle bir atmosferde Uluslararası Af Örgütü, insan
hakları savunucuları ve aktivistler, bir yandan savaşın doğurduğu kötü
sonuçların sonlandırılması için çeşitli eylemler gerçekleştirirken, diğer
yandan savaş karşıtlığına dönük söylemlerine devam ediyorlar.
Bu anlamda biz de kendimize düşen görevi “Büyük Sovyet”
hayâline kilitlenen ve gözü zaferden başka bir şey görmeyen Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin’e bir mektup yazarak yerine getirmek istedik.
***
Sayın Putin,
Siz, 17 milyon kilometrekarelik yüzölçümüne sahip, dünyanın en geniş ülkesi
konumunda bulunan ve büyük imparatorlukların son durağı Rusya’ya Devlet
Başkanlığı yapmaktasınız.
Ülkeniz, tarihine 16 büyük Türk devleti sığdıran Türkiye ile komşuluk
etmektedir. Geçmişten günümüze hem sıcak, hem de soğuk savaş dönemlerinde iki
ülkenin birbirine uzaklaştığı ya da yakınlaştığı görüldü. Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra karşılaşmayan ordularımız yaklaşık bir asırlık sürede zaman zaman siyâsî
sorunlar yaşasalar da, bunu, iki ülkenin kullanmada mahir olduğu diplomatik
dil, derin komşuluk bağları ve sosyo-ekonomik fırsatların değerlendirilmesi ile
enerji ve turizm gelirlerinin ülke menfaatleri doğrultusunda kullanılması
engelledi. Dostluğun daha “doğru” bir seçenek olması sayesinde de bugünlere
gelindi.
Bu dostlukta mevkidaşınız, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile
geliştirdiğiniz diyalogun da büyük bir pay sahibi olduğunun farkındayız.
Sayın Başkan,
Ukrayna’da devam eden savaşın sonlanması için ülkemizin gösterdiği gayret
ve iyi niyet apaçık ortada ve bunun için Cumhurbaşkanımız, sizleri İstanbul
veya Ankara’ya davet ettiler, siz de bu davete olumlu cevap verdiniz. Bunun
için müteşekkiriz ve barış için de umutluyuz.
Sizden küçük bir ricamız var: Gelin, Türkiye ve Rusya Devletleri arasında
kurulan bu köprüden geçerek, “Birbirimizle bağımız var” dediğiniz Ukrayna’daki trajediye,
acıya, kan ve gözyaşına son verin.
Devlet geleneğinde elde ettiğiniz bilgi ve birikimleriniz, Ukrayna’da
sivillere yönelik saldırıların “insanlık suçu” kapsamında değerlendirileceği
anlamını taşıdığını -eminim- size fısıldıyordur.
Bosna-Hersek’ten Kuzey Irak’a, Afganistan’dan Suriye’ye, Myanmar’dan
Karabağ’a, Libya’dan Filistin’e kadar, dünyanın neresinde olursa olsun, savaştan “en çok” siviller etkilendi.
Gayr-ı resmî sonuçlardan, 150 civarında masum çocuğun bu savaşın kurbanı
olduğunu öğreniyoruz. Kayıplar sadece sivillerle de sınırlı değil. Her ki
taraftan da binlerce asker eşinden, evlâdından, annesinden, babasından ya da
kardeşinden koparıldı. Tarih kokan şehirler yerle bir edildi. Savaşın bitiminde
yeniden imar edilseler de geçmişi günümüze taşıyan ve o mistik yaşamın sunduğu
huzur iklimi bir daha asla yaşanmayacak!
Ukrayna halkı, 24 Şubat sabahı saat 05.00 sularında, ülkelerinin Rus ordusu
tarafından işgal edildiği haberiyle uyandı ve şu an büyük bir krizle karşı
karşıya. Yüzlerce çocuğun öldüğü ve kaybolduğu, milyonlarca sivilin mülteci
durumuna düştüğü, organ mafyalarının ve fuhuş tacirlerinin cirit attığı o zorlu
yolculuk sırasında binlerce insanın mağduriyeti giderek artıyor.
Savaşın acımasız bir yüzü var ki bu yüzden “merhamet”, az görülen bir insanî
davranış hâline bürünür. Bürünür, çünkü savaşın psikolojisi hayatta kalmak için
her şeyi mubah görür.
Sonuç almadan evvel, hayatta kalmayı hedefleyen savaşçılar, asker sivil
ayırımı yapmaksızın, askerî tesislerin yanı sıra yerleşim yerlerine, lojistik
depolama alanlarına, hastanelere, doğumhanelere, okullara, alışveriş
merkezlerine, metrolara, sığınaklara, kiliselere, sinagoglara, hatta camilere
yönelik saldırılar yapabilirler. Ne yazık ki bu yönde haber ajanslarına ulaşan
görüntüler de mevcut.
Kullanılması yasak olan ve ayrım gözetmeyen balistik füzeler ve misket
bombaları sivil ölümlerini arttıran etkenler.
Sayın Devlet Başkanı,
Size, Birleşmiş Milletler Antlaşması’na sadık kalmanız ve bu kuralları ihlâl
etmemeniz, daha fazla trajediye sebep vermeden Rus birliklerini Ukrayna
topraklarından “koşulsuz” geri çekecek olan emri vermeniz için bu mektubu,
baharın başlangıcı olan 21 Mart sabahında kaleme aldım.
Adınızın tarihe, ülkelerin toprak egemenliğine saygı duyan ve “barış
yanlısı” bir devlet başkanı olarak yazılmasını istiyorsanız -ki istersiniz- lütfen
mektubuma “olumlu” bir yanıt verin ve günlük 20 milyar dolar harcadığınız savaşı,
“yaşanabilir” bir dünyayı yeniden tesis etmek için durdurarak masum çocukları
sevindirin, Ukrayna ve Rus askerini de anneleriyle ve eşleriyle buluşturun.
Türkiye’ye geldiğinizde ise, size ellerimle yaptığım çiğ köfte ve künefe
ikram edeyim, sözüm olsun!
Saygılarımla…