
BİR dönem televizyonlarda
izlediğimiz konaklı, tarihli, aşklı ve entrikalı dizilerin yerini son
zamanlarda daha ziyade psikolojik içerikli dizilerin aldığını görüyoruz. Bir
anda mantar gibi türeyen ve birçok televizyon kanalında yayınlanmaya başlayan
bu diziler, halkımız tarafından çok büyük ilgi gördü. Bütün sektörlerde olduğu
gibi bu da bir arz ve talep meselesi. Rağbet ve reytinglerdeki artışlar,
sektörü bu yöne doğru itmiş olmalı.
Son
yıllarda insanların psikolojiye ve kişisel gelişime olan ilgisi bilinen bir
gerçekti. Sosyal medyada çevrimiçi ortamlardaki atölye çalışmaları, demolar ve
çeşitli eğitim reklâmları, insanların birtakım arayışlar içinde olduğunun da
göstergesidir. İnsanın kendini tanıma ve anlamaya çalışma yolculuğu dizilerle
bir anlamda taçlandı.
Pandemi
ile birlikte evlerimize döndük. Dolayısı ile birçok şeye daha fazla vakit bulur
hâle geldiğimiz gibi ekran başında geçirdiğimiz vaktin miktarı da arttı. Geçtiğimiz
sezon ben de bu dizileri takip etme fırsatı buldum.
Toplum
olarak komşunun, arkadaşın veya etrafımızdaki insanların hayatında olup
bitenleri takip etmeyi seviyoruz. Bu diziler bizleri başka gerçek hayatlarla
tanıştırdı. Dolayısıyla herkes kendi veya etrafındaki kişilerin hayatından bir
şeyler buldu. Kahramanların karakterlerini etrafında tanıdığı insanların
karakterleriyle özdeşleştirdi. Gerek kendi hayatıyla, gerekse etrafında sorunlu
gördüğü insanların geçmiş yaşantıları ile ilgili birtakım bilgiler edinmek
bizleri hem daha empatik yaptı, hem de bir anlamda farkındalığımızı yükseltti.
Söz konusu yapımlar bir anlamda toplumun ruh sağlığını güçlendirmek gibi iyi bir
niyet gütseler de bu dizilerin abartılmış mesajlar içerdiğini de göz ardı edemeyiz.
Halkımız bunların ayrımını yapabilecek eleştirel bir bakış açısına sahip mi, yoksa
değil mi? Temel sorumuz ve sorunumuz bu olmalı.
İnsan,
bazen en büyük acı ve sıkıntıları, hattâ haksızlıkları kendisinin yaşadığını
düşünür, bu noktada söz konusu dizilerle birlikte başka gerçek hayatlarda yaşananları
izlemek seyirciye iyi geldi. Hattâ kimileri bu dizileri seyredince kendi hâline
şükreder oldu. Bu hayatta herkes yaşadığı birçok şeyden ötürü yaralı. Bu bizim
yalnız olmadığımız duygusunu hissetmemize neden oldu. “Birileri de bizim gibi
başka yerlerde farklı sorunlar yaşamış/yaşıyor” düşüncesi insanları rahatlatmış
olmalı. Dizileri izleyenlerden duyduğum en ilginç yorumlardan biri, “zengin
insanların da çok mutlu olmadığı, hattâ onların da sorunlarının olduğunu” fark
ettiğini söylemesiydi. Bu ona iyi gelmiş olmalı.
Dizi
ve roman kahramanları normal hayatta olduğundan çok daha fazla olay yaşarlar.
Bunun nedeni, okuyucu ve izleyici kitlesinin ilgisini canlı tutmaktır. Bu
gerilim, diziyi daha etkileyici ve sürükleyici hâle getirmenin bir yoludur. Son
dönem psikoloji dizilerinde gördüğüm, bu gerilim dozunun biraz fazla kaçmış
olmasıydı. Çoğu zaman da insanı “Yok, olmaz artık bu kadar!” dedirtecek boyuttaydı.
Bazen insanı ruhsal olarak bunaltan boyutlara da taşınıyordu sahneler. Bu
nedenle bazı insanlar, “Sinirlerim dayanmadığı için izleyemiyorum” diyordu. Gerçeklikten
fazlasıyla uzaklaşmak, inandırıcılığı yok ediyor. Dizilerde bir miktar denge
unsurunun da gözetilmesi gerektiği kanısındayım.
Diziler
terapi ve terapi odaları ile ilgili izleyicileri fikir sahibi yapsa da gerçekte
bu deneyimi yaşayan insanlar bunun gerçekle tam olarak bağdaşmadığının
farkında. Hiçbir terapist hastasıyla o kadar yakın ve sıcak bir ilişki içerisine
girmez. Ona sarılmaz meselâ. Çay kahve muhabbeti tarzında bir ortam oluşturmaz.
Kalkıp onu evinde veya herhangi bir yerde ziyarete gitmez. Bunlar daha sempatik
ve şirin görünmek adına senaryoya koyulmuş detaylar. Bu tür ayrıntılar terapi
deneyimi olmayan insanların beklentisini olumsuz yönde etkileyecektir.
Dizilerdeki
bazı karakterlerin ağır psikiyatrik rahatsızlıkları çok kolay tedavi edilmediği
gibi, çoğu ise bir ömür ilâç kullanmaya mahkûmdur. Hattâ bir kısmı zaman zaman kliniklere
yatırılan hastalar mevcuttur. Bu tip kişilerde tedavi uzun bir süreçtir ve çok
hızlı iyileşme görülmez. Dizilerdeki suni ortamlar bizleri yanıltmamalıdır.
Dizilerle
kazanılan en önemli farkındalık, insanın bugünkü hayatını gözden geçirmesi ve
yaşadığı sorunların nedenlerinin çocukluk deneyimleri veya yaşantılarına bağlı
olduğunu görmesidir. Diziler birçok izleyicinin geriye dönüp kendi çocukluk
yıllarına bakmasına neden oldu. Kendi kendilerine çocukluk yaşantılarından
çıkarımlar yaparak bugünkü sorunlarına çözümler bulmaya çalıştılar. Bunlar çok
basit gibi görünseler de tek başına yapılabilecek kadar kolay çalışmalar
değildir. İnsanın ruhu, karanlık ve görünmeyen bir dehlizdir. Gördüklerimizin
bizim bilgi ve ilgi sınırlarımızı aşacağından habersiziz. Karşılaştığımız öfke,
kırgınlık ve kızgınlıklarla nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Bazılarımız işin
boyutunu biraz daha ileri götürerek etrafımızdaki insanlara da teşhis koyup
onların sorunlarını didikleme ve anlama çabası içerisine girmiş bile olabiliriz.
Terapiler
uzun süreli deneyimlerdir. Çoğunlukla can yakar. Bu sürece dayanılamadığı için
bırakılır. İnsanın sorunlarını fark etmesi, kendini tanıması ve değiştirmesi ise
zannedildiği ve göründüğü kadar kolay bir süreç değildir. Dizilerdeki gibi çok
çabuk bir düzelme ve iyileşme beklemek ciddî hayâl kırıklıklarına neden
olabilir. Bir alanla ilgili arızayı tamir edersin, sonra bakarsın ki başka
yerlerle ilgili sorunlar yaşıyorsun. Her hâlükârda bunlar ehil ve ehliyetli
insanların rehberliğinde yapılacak işlerdir.
Toplumun
genel yapısına baktığımızda, bazılarının gerçek anlamda sorun ve
sıkıntılarından kurtulmaya çalıştığına şahit olurken, bir kısmının da çağın
getirdiği haz ve hız odaklı bir yaşamı arzuladığını görüyoruz. Bu tip kimseler
sürekli mutlu olmak istiyor, hiçbir sıkıntı ve problemi olsun istemiyorlar. Hâlbuki
insanı olgunlaştıran ve geliştiren, yaşadığı problemlerdir.
Sosyal
medyada gülücüklerle paylaşılan fotoğraflar, “Herkes ne kadar mutlu, sadece ben
mutsuzum” gibi bir algıya neden oluyor. Ağrıya, acıya, üzüntü ve sıkıntıya
dayanıksız bir toplum hâline geldik. Bir an önce sıkıntılı durumlardan çıkıp
mutlu olmanın peşindeyiz. Normal bir yas süreci dahi altı ay, ama kimsenin bu
kadar uzun bir süreye tahammülü yok; herkes en kısa zamanda normal hayatına
dönmek istiyor. Böyle olunca sizce de sıkıntılar yaşamamız normal değil mi?
“Yas”
örneği ile anlatmaya çalıştığımız husus, hayatın içindeki basit üzüntü ve
sıkıntılar için de geçerlidir. Yaşanan ciddî ruhsal sıkıntılar için alınacak
desteği kimse yadırgamaz. Belki burada ölçü, insanın yaşam kalitesini etkileyen
üzüntü ve acılar, insan ilişkilerinde ciddî uyumsuzluklar, aşırı takıntılar,
kendisine ve çevresine zarar verici davranışlar olmalı. Çünkü bunlar, bir
bireyin kendi başına baş edemeyeceği kadar büyük sorunlardır.
Toplum
olarak birbirimize sağlık önerileri ve ilâç tavsiyeleri vermeyi severiz. Ama ruh
sağlığı hafife alınacak bir konu değildir. Bununla ilgili olarak, “Yarım hoca
dinden, yarım doktor candan eder” derler. Nasıl ki kimseyi ameliyat etmeye
kalkmıyorsak, aynı şekilde ruh sağlığı gibi önemli bir konuda da işi ehil
insanların eline bırakmalıyız.
Pandemi
süreci tamamlanıp kendimize olan merakımızın azalmasıyla bu dizilere olan ilginin
de azalacağı kanaatini taşımaktayım. Çabuk tüketen bir toplum olduk. Her şeyden
çok çabuk sıkılıyor ve yeni arayışlar içerisine giriyoruz. Bu rüzgârın da bir
süre sonra geçeceği düşüncesini taşıyorum. Hayat hiçbir zaman filmlerdeki gibi
olmadı, olmayacaktır da. İsteğimiz bütün hikâyelerin mutlu sonla bitmesi
yönündedir ama gerçek hayatta çoğunlukla bunu da göremeyiz. Onun için bu
gerçekleri aklımızın bir kenarında tutarak dizileri izlemeye devam edebiliriz.
Herkese iyi seyirler…