Psikoloji dizileri sonrası psikolojimiz

Toplum olarak birbirimize sağlık önerileri ve ilâç tavsiyeleri vermeyi severiz. Ama ruh sağlığı hafife alınacak bir konu değildir. Bununla ilgili olarak, “Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” derler. Nasıl ki kimseyi ameliyat etmeye kalkmıyorsak, aynı şekilde ruh sağlığı gibi önemli bir konuda da işi ehil insanların eline bırakmalıyız.

BİR dönem televizyonlarda izlediğimiz konaklı, tarihli, aşklı ve entrikalı dizilerin yerini son zamanlarda daha ziyade psikolojik içerikli dizilerin aldığını görüyoruz. Bir anda mantar gibi türeyen ve birçok televizyon kanalında yayınlanmaya başlayan bu diziler, halkımız tarafından çok büyük ilgi gördü. Bütün sektörlerde olduğu gibi bu da bir arz ve talep meselesi. Rağbet ve reytinglerdeki artışlar, sektörü bu yöne doğru itmiş olmalı.

Son yıllarda insanların psikolojiye ve kişisel gelişime olan ilgisi bilinen bir gerçekti. Sosyal medyada çevrimiçi ortamlardaki atölye çalışmaları, demolar ve çeşitli eğitim reklâmları, insanların birtakım arayışlar içinde olduğunun da göstergesidir. İnsanın kendini tanıma ve anlamaya çalışma yolculuğu dizilerle bir anlamda taçlandı.

Pandemi ile birlikte evlerimize döndük. Dolayısı ile birçok şeye daha fazla vakit bulur hâle geldiğimiz gibi ekran başında geçirdiğimiz vaktin miktarı da arttı. Geçtiğimiz sezon ben de bu dizileri takip etme fırsatı buldum.

Toplum olarak komşunun, arkadaşın veya etrafımızdaki insanların hayatında olup bitenleri takip etmeyi seviyoruz. Bu diziler bizleri başka gerçek hayatlarla tanıştırdı. Dolayısıyla herkes kendi veya etrafındaki kişilerin hayatından bir şeyler buldu. Kahramanların karakterlerini etrafında tanıdığı insanların karakterleriyle özdeşleştirdi. Gerek kendi hayatıyla, gerekse etrafında sorunlu gördüğü insanların geçmiş yaşantıları ile ilgili birtakım bilgiler edinmek bizleri hem daha empatik yaptı, hem de bir anlamda farkındalığımızı yükseltti. Söz konusu yapımlar bir anlamda toplumun ruh sağlığını güçlendirmek gibi iyi bir niyet gütseler de bu dizilerin abartılmış mesajlar içerdiğini de göz ardı edemeyiz. Halkımız bunların ayrımını yapabilecek eleştirel bir bakış açısına sahip mi, yoksa değil mi? Temel sorumuz ve sorunumuz bu olmalı.

İnsan, bazen en büyük acı ve sıkıntıları, hattâ haksızlıkları kendisinin yaşadığını düşünür, bu noktada söz konusu dizilerle birlikte başka gerçek hayatlarda yaşananları izlemek seyirciye iyi geldi. Hattâ kimileri bu dizileri seyredince kendi hâline şükreder oldu. Bu hayatta herkes yaşadığı birçok şeyden ötürü yaralı. Bu bizim yalnız olmadığımız duygusunu hissetmemize neden oldu. “Birileri de bizim gibi başka yerlerde farklı sorunlar yaşamış/yaşıyor” düşüncesi insanları rahatlatmış olmalı. Dizileri izleyenlerden duyduğum en ilginç yorumlardan biri, “zengin insanların da çok mutlu olmadığı, hattâ onların da sorunlarının olduğunu” fark ettiğini söylemesiydi. Bu ona iyi gelmiş olmalı.

Dizi ve roman kahramanları normal hayatta olduğundan çok daha fazla olay yaşarlar. Bunun nedeni, okuyucu ve izleyici kitlesinin ilgisini canlı tutmaktır. Bu gerilim, diziyi daha etkileyici ve sürükleyici hâle getirmenin bir yoludur. Son dönem psikoloji dizilerinde gördüğüm, bu gerilim dozunun biraz fazla kaçmış olmasıydı. Çoğu zaman da insanı “Yok, olmaz artık bu kadar!” dedirtecek boyuttaydı. Bazen insanı ruhsal olarak bunaltan boyutlara da taşınıyordu sahneler. Bu nedenle bazı insanlar, “Sinirlerim dayanmadığı için izleyemiyorum” diyordu. Gerçeklikten fazlasıyla uzaklaşmak, inandırıcılığı yok ediyor. Dizilerde bir miktar denge unsurunun da gözetilmesi gerektiği kanısındayım.

Diziler terapi ve terapi odaları ile ilgili izleyicileri fikir sahibi yapsa da gerçekte bu deneyimi yaşayan insanlar bunun gerçekle tam olarak bağdaşmadığının farkında. Hiçbir terapist hastasıyla o kadar yakın ve sıcak bir ilişki içerisine girmez. Ona sarılmaz meselâ. Çay kahve muhabbeti tarzında bir ortam oluşturmaz. Kalkıp onu evinde veya herhangi bir yerde ziyarete gitmez. Bunlar daha sempatik ve şirin görünmek adına senaryoya koyulmuş detaylar. Bu tür ayrıntılar terapi deneyimi olmayan insanların beklentisini olumsuz yönde etkileyecektir.

Dizilerdeki bazı karakterlerin ağır psikiyatrik rahatsızlıkları çok kolay tedavi edilmediği gibi, çoğu ise bir ömür ilâç kullanmaya mahkûmdur. Hattâ bir kısmı zaman zaman kliniklere yatırılan hastalar mevcuttur. Bu tip kişilerde tedavi uzun bir süreçtir ve çok hızlı iyileşme görülmez. Dizilerdeki suni ortamlar bizleri yanıltmamalıdır.

Dizilerle kazanılan en önemli farkındalık, insanın bugünkü hayatını gözden geçirmesi ve yaşadığı sorunların nedenlerinin çocukluk deneyimleri veya yaşantılarına bağlı olduğunu görmesidir. Diziler birçok izleyicinin geriye dönüp kendi çocukluk yıllarına bakmasına neden oldu. Kendi kendilerine çocukluk yaşantılarından çıkarımlar yaparak bugünkü sorunlarına çözümler bulmaya çalıştılar. Bunlar çok basit gibi görünseler de tek başına yapılabilecek kadar kolay çalışmalar değildir. İnsanın ruhu, karanlık ve görünmeyen bir dehlizdir. Gördüklerimizin bizim bilgi ve ilgi sınırlarımızı aşacağından habersiziz. Karşılaştığımız öfke, kırgınlık ve kızgınlıklarla nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Bazılarımız işin boyutunu biraz daha ileri götürerek etrafımızdaki insanlara da teşhis koyup onların sorunlarını didikleme ve anlama çabası içerisine girmiş bile olabiliriz.

Terapiler uzun süreli deneyimlerdir. Çoğunlukla can yakar. Bu sürece dayanılamadığı için bırakılır. İnsanın sorunlarını fark etmesi, kendini tanıması ve değiştirmesi ise zannedildiği ve göründüğü kadar kolay bir süreç değildir. Dizilerdeki gibi çok çabuk bir düzelme ve iyileşme beklemek ciddî hayâl kırıklıklarına neden olabilir. Bir alanla ilgili arızayı tamir edersin, sonra bakarsın ki başka yerlerle ilgili sorunlar yaşıyorsun. Her hâlükârda bunlar ehil ve ehliyetli insanların rehberliğinde yapılacak işlerdir.

Toplumun genel yapısına baktığımızda, bazılarının gerçek anlamda sorun ve sıkıntılarından kurtulmaya çalıştığına şahit olurken, bir kısmının da çağın getirdiği haz ve hız odaklı bir yaşamı arzuladığını görüyoruz. Bu tip kimseler sürekli mutlu olmak istiyor, hiçbir sıkıntı ve problemi olsun istemiyorlar. Hâlbuki insanı olgunlaştıran ve geliştiren, yaşadığı problemlerdir.

Sosyal medyada gülücüklerle paylaşılan fotoğraflar, “Herkes ne kadar mutlu, sadece ben mutsuzum” gibi bir algıya neden oluyor. Ağrıya, acıya, üzüntü ve sıkıntıya dayanıksız bir toplum hâline geldik. Bir an önce sıkıntılı durumlardan çıkıp mutlu olmanın peşindeyiz. Normal bir yas süreci dahi altı ay, ama kimsenin bu kadar uzun bir süreye tahammülü yok; herkes en kısa zamanda normal hayatına dönmek istiyor. Böyle olunca sizce de sıkıntılar yaşamamız normal değil mi?

“Yas” örneği ile anlatmaya çalıştığımız husus, hayatın içindeki basit üzüntü ve sıkıntılar için de geçerlidir. Yaşanan ciddî ruhsal sıkıntılar için alınacak desteği kimse yadırgamaz. Belki burada ölçü, insanın yaşam kalitesini etkileyen üzüntü ve acılar, insan ilişkilerinde ciddî uyumsuzluklar, aşırı takıntılar, kendisine ve çevresine zarar verici davranışlar olmalı. Çünkü bunlar, bir bireyin kendi başına baş edemeyeceği kadar büyük sorunlardır.

Toplum olarak birbirimize sağlık önerileri ve ilâç tavsiyeleri vermeyi severiz. Ama ruh sağlığı hafife alınacak bir konu değildir. Bununla ilgili olarak, “Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” derler. Nasıl ki kimseyi ameliyat etmeye kalkmıyorsak, aynı şekilde ruh sağlığı gibi önemli bir konuda da işi ehil insanların eline bırakmalıyız.

Pandemi süreci tamamlanıp kendimize olan merakımızın azalmasıyla bu dizilere olan ilginin de azalacağı kanaatini taşımaktayım. Çabuk tüketen bir toplum olduk. Her şeyden çok çabuk sıkılıyor ve yeni arayışlar içerisine giriyoruz. Bu rüzgârın da bir süre sonra geçeceği düşüncesini taşıyorum. Hayat hiçbir zaman filmlerdeki gibi olmadı, olmayacaktır da. İsteğimiz bütün hikâyelerin mutlu sonla bitmesi yönündedir ama gerçek hayatta çoğunlukla bunu da göremeyiz. Onun için bu gerçekleri aklımızın bir kenarında tutarak dizileri izlemeye devam edebiliriz.

Herkese iyi seyirler…