Provokatif eleştirilere dikkat ve itidale davet

Kötülerin tuzağına düşmemek ve kötülüklerin bir parçası olmamak, kendimizi kullandırmamak için Devletimize güvenmek gerek! Aramıza sızmış provokatörlerin ekmeğine yağ sürmeden, itidali muhafaza ederek bu afetin üstesinden en hızlı biçimde, en iyi çözümlerle gelinecektir inşallah…

KİMİLERİ icraatın, inşâların, imarların, yatırımların ve yardımların bir sihirli çubukla gerçekleştirildiğini sanıyor olmalı.

O kimilerinin nasıl bir dünyası var bilmiyorum, ama muhtemel “eylemek” yerine “söylenmeyi” pratize ettiklerinden, hayata katma değer eklemenin bir zaman dilimine, çokça emeğe, şartları zorlayacak kadar yüksek bir gayrete ihtiyaç olacağını hesaplayamıyorlar.

Bu kimileri, üretme melekelerini yitirmiş olmalılar ki tüketme konforu içinde lâfazanlık yapmayı maharetten sayıyorlar.

Söz konusu kimilerine bir deste iskambil kâğıdı versek ve bir kule yapmalarını istesek, titreyen ellerle, tedirgin hareketlerle, kartları istifleyerek yapacakları kule için bile belli bir zaman harcamaları gerekecektir.

Becerileri nispetince gerçekleştirdikleri kâğıttan kuleleri yanlış bir hareketle devrildiğinde muhtemelen öfkelenecek, esefle masanın üzerinde duran tüm kâğıtları târumar edeceklerdir.

Ancak, merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan ve 24 Ocak’ta meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremin ardından Devletimizin tüm kurumları can havliyle deprem bölgesine ulaşırken, İçişleri Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı, Sağlık Bakanı ve tüm ilgili kurumlar afet bölgesinde depremzedelerin yanında olurken, güzel insanların yürekleri 41 vatandaşımızın vefâtıyla sarsılıp bin 500’e yakın yaralı için duâya dururken, “Nasıl yardım ulaştırabiliriz?” derdiyle çırpınırken, o kimileri, daha ilk günün akşamında dram üzerinden rant ve afet üzerinden siyaset yapmanın derdine düştüler.

Kâğıttan kule yapmaktan bile aciz söz konusu kimilerinin ahvali bize şu anekdotu hatırlatıyor: Fransa hükûmet ricâlinden biri, Napolyon’un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek, “Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zapt etmeliydiniz” gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon, “Evet, onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım” diyor.

***

Deprem bir afettir! Devletin sebep olduğu, insanların dahlinin bulunduğu bir durum değildir! Zeminin niteliği ve üzerine yapılan evlerin deprem yönetmeliğine uygun olmayışı tartışılabilir pek tabiî...

Devleti, dolayısıyla AK Parti’yi kuru gürültüden ibaret eleştirileriyle yıpratmayı hedefleyen kimilerinin inkâr ve iftiraya yatkın olduklarından, basına yansıyan gerçekliklerden de pek haberleri olamıyor anlaşılan. Ki şehrin inşâsından, binaların depreme dayanıksızlığından ve “deprem paralarının nereye gittiğinin” hesabını sormaya varana kadar kafa tutabiliyorlar.

Elazığ’ın “Afet Bölgesi” ilân edilmesine ilişkin 200 STK’nın birleşerek düzenledikleri basın toplantısında, yıkılan binaların gerekçesi, Elazığ TSO Başkanı Asilhan Arslan tarafından şu şekilde dile getiriliyor:

“Çünkü şehrimiz yapı stoku bakımından eski ve binalarımızın yüzde 60-70’lik kısmı 2000 yılından yani deprem yönetmeliğinden önce yapılmış; büyük çoğunluğu da deprem sonrası oturulamaz hâle gelmiştir.”

Bu açıklamaya rağmen, depremden, yıkılan her bir binadan, göçük altında kalan her bir candan AK Parti’yi mesul tutan kimilerine gülüp geçmek gerek aslında.

***

Kimilerinden kastımın muhalefet partileri ve basını olduğu malûmdur. Ancak bir de o malûm kimilerine taş çatlatacak, kraldan çok kralcı, telâşlı kimileri var ki, akla ziyan!

Güya duyarlı, güya tarafsız, güya insaniyet adına, güya AK Partili bu kimileri, muhaliflerin diliyle dillenmeyi ve nifak tohumları serpmeyi iş edinmiş durumda. Aman dikkat!

Kurdukları zehir zemberek eleştiri cümleleri zihin yayında kurulmuş ok gibi...

Düşmanca, hınçla, Elazığ’ı inşâ etmek dilerken, güya mensubu olduğunu iddia ettiği partiyi yıkmayı vazîfe edinmişçesine keskin cümleler kuruyorlar. Aramıza sızmış, siyâsî kimliğimizden rol çalmış, kendini AK Parti’ye yamamış bu kişiler, halkımızın mağduriyete olan zaafı üzerinden siyâsî çıkar gözetiyorlar.  

Depremin üzerinden henüz 11 gün geçmişken, mümkün olan tüm imkânlar seferber edilmişken, devlet yetkilileri ve kurumlar olağanüstü gayret sarf ediyorken, sivil toplum kuruluşları tırlarla yardım ulaştırmakta yarışıyorken, provokatör kimilerinin etraflarını telâşa vermeleri, beklentileri körüklemeleri ve güya parti yanlısı eleştirileri “adil siyaset” söylemleri büyük tehlike barındırıyor.  

Bu provokatör kimilerinin eleştirilerinin iki sebebi var: Birincisi, Elazığ ve Malatya’da depremden etkilenmiş yakınlarının olması (yahut öyleymiş gibi davranmaları), ikincisi ise bu iki şehrin acilen “Afet Bölgesi” ilân edilmesini istemeleri…

Devlet yetkililerinin teşhis ve tespitleri doğrultusunda gerçekleşebilecek bu talebi spekülatif hâle getirmek samîmi hiçbir Müslümana yakışmayacağı gibi, bilinçli AK Partililerin de tavrı ve tarzı olamaz.

Telâş ve tazyike mahâl yok!

Öyle olması gerekiyorsa, Devlet öyle olmasını sağlayacaktır zaten!

***

Öte yandan, siyâsî çıkar gütmeyen, menfaatperest beklentilere düşmeyen tüm depremzedeleri, 7.4 şiddetindeki 17 Ağustos 1999 Depremi’ni yaşayan biri olarak cân-ı gönülden anlıyorum. O depremde hasar görmüş, çatlakları olan 50 yaşında bir binada 21 yıldır yaşayan biri olarak, Elazığ ve Malatyalı kardeşlerimizin endişelerini samîmiyetle hissediyorum.

Mevsimin kış olması, okulların açılması, hasarlı binalarda kalmanın tedirginliğini tahmin edebiliyorum.

Düzeni bozulmuş, emaneten tedarik edilmiş mekânlarda barınmanın zorluğu tartışılamaz bile…

Ateş düştüğü yeri yakıyor, depremden etkilenen her şehir ve her ilçe halkı kolay şartlar altında değil, kabul ediyorum. Ancak, hâl beyanında bulunurken sağduyulu olmayı, telâştan arınmayı tavsiye ediyorum.

Kötülerin tuzağına düşmemek ve kötülüklerin bir parçası olmamak, kendimizi kullandırmamak için Devletimize güvenmek gerek!   

Aramıza sızmış provokatörlerin ekmeğine yağ sürmeden, itidali muhafaza ederek bu afetin üstesinden en hızlı biçimde, en iyi çözümlerle gelinecektir inşallah…

Afet durumlarında, oluşan mağduriyetin giderilmesi bir parti meselesi değil, bir insaniyet sınavıdır. Ki AK Parti, bu tür sınavlardan defalarca başarı ile çıkmış bir iktidar partisidir!

Afetler, büyük imtihan süreçleridir. Şer gibi görünene hayr saklayan Rabbimiz, hepimizi esirgesin.

Devletimize, milletimize Allah zevâl vermezin!