Program konuğu

Bazen en inanılmaz mesaj/buluş/mucize uzaklarda, büyük araştırmalarda ya da büyük bilgi birikimlerinde değil, hemen yanı başımızdadır. Her an bizimle iç içedir ve fırsat tanınmasını bekliyordur.

ŞU âna kadarki çabalarım yeterli gelmedi. Daha nereye ve kime başvurmak istediğimden bile emin değilim. Hangi programda ne üzerine konuşacağım? Elimde olan tek şey, televizyonda ve TED etkinliğinde konuşma yapma hayâli…

Bazı şeylerin farkındayım, kolay değil konuk olmak. Bazı konularda iyi bir bilgi ve tecrübe birikimi, yeterli düzeyde beden dili ve biraz da sunum becerisi gerekli. Elimde şu an sadece heyecanlı bir hayâl var ve tecrübem sıfır.

İşte yazımın konusu tam da buradan başlıyor!

Allah-u Teâlâ yoktan var etmeyi dilediği ve beraberinde yaşam denen en büyük mücevheri sunduğu insana diyor ki, “Seni insan olarak yaratarak yarattıklarım içinde en üstün yere koyuyorum ve seni sayısız nimetimle donattığım, sonsuz bir ilimle nakış nakış ördüğüm kâinatta misafir etmek istiyorum, buyur! Kâinatın şeref konuğu sensin. Yaşa, tanı ve tanıt kendini. Anla ve anlat. Düşün ve hisset. Sonra konuş ve yaz ne gördün, ne duydun, ne hissettin”.

Yüce Yaratıcı bana ihsanda bulunurken, beden dili, etkili iletişim teknikleri ve sunum becerisi istemiyor. “Çalış, ilim peşinde koş ve insan vasfını yücelt” diyor. Serbest iradeye karışmıyor, son nefesimize kadar her nefesimizde bize en ön sırada yer ayırıyor ve “Buyur, konuş, anlat, mikrofon sende” diyor.

Kendi içimize konuşuyoruz ve düşünceler hiç susmuyor. Çevremizle de ara ara konuşmalar yapıyoruz. Lâkin yabancı ve kalabalık bir topluluğun veya TV’de kameranın karşısına geçince niye bu kadar zorlaşıyor süreç, neden korkuyoruz ve konuşmacı olmak niye bu kadar hayâlsi bir şey olup çıkıyor?

Allah insandan ne bekliyor, ne kadar bekliyor? Ya insan, insandan ne bekliyor?

Burada değinilen şey benim herhangi bir programa konuk olmam değil; herhangi birinin bir programa çıkma hakkı nedir, çıkması gerekli midir, çıkarsa ne gibi bir süreç işleyecek, bunu masaya yatırmak. Benim görüşüm, insan olma nimetine kavuşmuş herkesin en azından bir kez halkın karşısına çıkma hakkı olduğu ve nasıl istiyorsa o şekilde kendinden ve yaşadığı hayattan bir şeyler aktarması yönünde. Evet, bence çok gerekli ve çok da önemli. Çünkü Allah yaratmışsa birçok hikmeti vardır. Bunu önce kişinin kendisinin idrak etmesi ve en doğal hakkı olduğunu bilmesi, çekinmeden kendini ve yaşama dair his ve düşüncelerini aktarabilmesi gereklidir.

Şahsen ilk fırsatta bir deneme yapacağım ve vermek istediğim ilk mesaj bu yazının içeriği olacak. Allah bana bir insan olma ve var olma hakkı verdiyse, insanın da bana kendimi tanıtma hakkı vermesi gerek.

Karşıma şununla çıkılmamalı: “Herkes çıkıp da bir konuşma yapamaz ki… Ne anlatacağını, nasıl anlatacağını bilemez, utanır, sıkılır. Ya da bir şey anlatmak isterken başka bir şey anlatır, terler…” Doğrudur, ama programın yapımcısı ve sunucusu buna göre hazırlık yapıp kişiyi yönlendirebilir, rahatlayıp içindekini, yaşadığını ve yaşamak istediğini paylaşabilmesi için yardımcı olabilir. İçindekini paylaşmak ve kendini tanıtmak istemeyen pek çok insan olabilir. Kimse zorla bir şeye itilemez. Ama en azından böyle bir yapı oluşturulursa kendini ifade etmek isteyen için yol açılmış olur.

Bunun için mutlaka ünlü ve uzman olmak zorunda olmamalıyım. Var oluşum yetmez mi? Ben ve benimle olan mucize yaşam yolculuğumdan bahsetmek yetersiz mi kalır? Yaşam bir mucize değil mi? Ben, sen, o; insan denen mucize değil miyiz? E daha niye o kadar şart döküp duruyorsunuz önüme? Bendeki mesajı vermek ve yoluma devam etmek, başkalarının mesajlarını da duymak istiyorum.

Nedir o mesaj?

İnsan nerede, ne durumda olursa olsun, bir kere var işte. Sen, evet sen, önemlisin! Teksin, eşsizsin. Varsan, bu inanılmaz bir şey, büyük bir mucize. Ve sen daha birçok açıdan en değerli olansın. Bunu anlamalısın. Anladıysan çevrenle paylaşmalısın. Yaşın, boyun, kilon, rengin, mesleğin, inancın, ikametgâhın, özgeçmişin değil, sensin varlığın zirvesinde olan. Seni bir şey aşağıda, değersiz ve zayıf gösteriyorsa, bu etiketlere takılan anlamların yanıltıcılığını gösterir. Birileri seni kıyaslıyorsa, bu, onların bulanık zihniyetine işaret eder. Seni varoluşun en tepesinden aşağı doğru çekmeye çalışan ne ya da kim olursa olsun, buna hakkı yok. Senin de buna müsaade etme hakkın yok. Farkına var bunun ve varlığını kutla.

Kimsin, ne yaşarsın, ne yaşamak isterdin, ne söylemek istersin başka? O hâlde bu mesajı duyduysan, hissettiklerini bizimle paylaşmak istemez misin?

Ben ünlü olmak istemiyorum. Ünlüden kastım şu: Herhangi bir alanda büyük başarı ya da söz sahibi olduktan sonra gittiğin her yerde tanınmak, etrafının hemen çevrelenmesi, sürekli takip edilmesi, ileri düzeyde ise takipçilik işleri, ünlü yaşam şekilleri ile doğal olmaktan çıkmak, lüks içine girmek, kendini büyük görmeye başlamak, her yerde söz sahibi olma hakkı olduğuna inanmak ve halktan kopmak vesaire. Yaptığım herhangi bir şey nedeniyle etrafımın kuşatılmasını, birilerinim gözünde büyümeyi, takip edilmeyi, kimsenin kimseden ayrılmasını istemiyorum. İstediğim şey, herkes ve her şey bir olsun, birlikte konuşalım, elimizde olanı paylaşalım. Birilerinin mesajının diğerlerininkinden daha önemli, daha değerli olmasına gerek var mı?

Vatandaş yıllarını vermiş, okumuş ya da Olimpiyat şampiyonu olmuş, belki eşsiz bir sesi var, çok iyi bir aktör, eşsiz bir konuşmacı… Yılların emeği ile gelmiş. Elbette daha ön plânda olma, daha söz sahibi olma hakkı isteyebilir. Lâkin bu istek bir egoya dönüşüp de ayrılık oluşturmasın. Sahip oldukları ile varlığından daha değerli olmaya çalışanın hâli tuhaf olmaz mı? Doğarken zirvede doğduk, en değerli olan zaten biz değil miydik? Şimdi kendimizi öne çıkarmak ve değerli kılmak için verdiğimiz bu savaş da neyin nesi?

Yaşam sadece sahip olduklarımızdan oluşmaz. Yediğimiz ekmek, sokağımızın veya apartmanımızın temizliği, evimizdeki ocakta tüten güzel bir çorbanın kokusu, sağlıklı bir şehir altyapısı, kesilmeyen elektrik ve su, donanımlı ve etkin bir sağlık sektörü… Her bir hizmet ve o hizmete vesile olanlar ayrı ayrı bir mesaj taşır. Ve siz söyleyin, hangi mesaj diğerinden daha önemsizdir?

Fırıncı ekrana çıkıp ne anlatacak? Ev hanımı, bakkal, yaşlı teyzem ne anlatacak ki halk ekran karşısına toplansın ve bu konuşma bir uzmanın bilgilendirmesi kadar etkili olsun?

Bu anlamda yapımcı ve sunucuya burada çok iş düşüyor. Etiketlere, bilginin azlığına veya çokluğuna, gizemli ve heyecan dolu olup olmamasına değil, insan odaklı olmasına dikkat edilmeli, bilinçlere bu sunulmalı ve halkın konuk edileceği program daha özenle hazırlanmalı bence. Program yapımcılarına ve sunuculara burada şunu söylemek istiyorum: İşiniz kolay değil. Önemli ve dikkatli olunması gereken bir alan. Temennim şu ki, ara ara rutinin dışına çıkın. Her seferinde çok ünlü ya da çığır açacak birini aramayın. Arada halkı misafir edin. Bırakın, heyecandan konuşamasın, “Aklıma bir şey gelmiyor” desin. Siz sorun, o kesik kesik cevap versin. Utansın ya da kendiyle alâkalı alâkasız daldan dala atlasın. Nedeni ne mi?

Bazen en inanılmaz mesaj/buluş/mucize uzaklarda, büyük araştırmalarda ya da büyük bilgi birikimlerinde değil, hemen yanı başımızdadır. Her an bizimle iç içedir ve fırsat tanınmasını bekliyordur. “Ünlü ve uzman değil” diye söz alamayan ve bu nedenle varlığına tanık olamadığımız kim bilir ne mucizeler kayıp gitti. Bu kadar yıldızın kayıp gittiği yeter, her isteyene söz verin artık! Allah’ın söz ve nimet verdiğine siz de bir saatliğine söz verseniz ne kaybedersiniz?

Televizyoncusuna, radyocusuna ve diğerlerine bu mesajı ömrümce haykıracağım. “Prof. Dr.” veya aktör değiliz diye, yazar değiliz diye bizi görmezden gelme hakkınız yok. Şu dünyada kazanç sağlayan her oluşum, ekmeğini halk sayesinde yer, halktan beslenir. O hâlde biraz fark edin, biraz farkındalık kazandırın.

Bir kıtanın keşfi, yeni tıbbî bir buluş, çözülemeyen bir matematik problemini çözmek, üniversite sınavında birinci olmak, Olimpiyat şampiyonu olmak, ünlü bir yazar olmak, halkın çoğunun tanıdığı bir isim olup takip edilmek iyi, hoş. Fakat sadece, “Sadelikteki mucizeyi kaçırmayalım” diyorum. Şimdi ekrana tekrar bakın ve şu iki programı tekrar kıyaslayın: Bir programda yepyeni bilgilerle, yepyeni keşiflerle ve etkili bir sunum ve hitabetle tadına doyulmaz bir konuşma gerçekleştiriliyor; sunucu ve konuşmacılar harika, kendilerinden eminler, beden dilleri harika, görsellik harika, izleyenler hâllerinden memnun… İzleyenlerin beyni doymuş, güzel duygu ve düşünceler kalmış geriye. Diğer programda halktan bir temsilci çıkmış ekrana, çekinik; ev hanımlığından, çamaşır bulaşıktan, çocukların peşinden koşturmaktan bahsediyor, konuşurken ellerini ovuşturuyor, gözlerini kaçırıyor, sürekli başka bir yere bakmaya çalışıyor, cümleleri tamamlayamıyor, ne sorulursa onu cevaplıyor… Bir temizlik işçisi, bir hemşire, bir memur mesleğinden, bir bakkal gün içindeki telaşından bahsediyor, kimisi oldukça ilginç tecrübelerini yine ilginç şivesiyle aktarıyor…

Peki, dikkatinizi çeken bir şey oldu mu burada? Uzmanlarla ve ünlüler ile yapılan programlardan daha doğal, daha bizden, daha sıcak ve renkli değil miydi halk ile yapılanlar? O heyecanla konuşan, gözlerini kaçıran ablam, ağabeyim, amcam veya teyzemin beden dili, o varoluşu, yaşamın tam da kendisi değil miydi? Bir çok noktada uzmanlaşmış bir konuşmacının o etkileyiciliği yanında daha doğal değil miydi? Ben öğrenmeye ve kendini geliştirmeye asla karşı değilim, tepkimse hep aynı kişilerin sözü eline almasına.

Bu programdan kasıt, bir anlamda insanın insan ile farklı bir tanışma gerçekleştirmesi. Ünlü ve uzmanından belli aralıklarla insana dair bir çok şeyi dinliyor ve deneyimliyoruz. Bu sefer de insanı en doğal hâliyle izlemek ve dinlemek mesele. En tatlı heyecanı, şaşkınlığı, hüznü, öfkeyi, gururu, vefayı, sabrı en doğal hâliyle, kişinin kendisini dinleyerek alabiliriz. Kurgu dizi ve sinemalara ayrılan zamana yazık değil mi? İnsanın insana bu şekilde zaman ayırması ve aslında başkasını fark ederken kendi içini de fark etmesinden daha güzel ne olabilir?

Hülâsa

Yazılarımın ana çatısı, hep dikkati insana çekmek oldu ve böyle de devam edecek. Gerek resmî alanlarda, gerek sosyal alanlarda vurgu hep insan olmalı, insanda birleşmeli. Yani “Kanunlar insan için” deyip insan ile insanın mücadelesini seyrediyor, “insan hakları” diyor, insanı insana karşı korumaya çalışıyoruz. Film ve dizilerle insanı insandan uzaklaştırıyor, çeşitli yapımlarla insanlardan seçmeler yapıp ünlü ünsüz gruplar oluşturuyoruz. İnsan için olması gereken ekonomi insanların arasına en büyük uçurumları açıyor. Haklılık, güçlülük, din adı altında insan insanı yok ediyor. Görünürde her şey insan için ama insan insanla değil.

Bu yüzden insanı insana konuk edin lütfen! Gezi programlarında yöresel yemekler, düğünlerimiz, halk oyunlarımız işleniyor elbette ama konunun sadece insan olduğu bir program artık şart.

Bir de sadece insanlar değil, coğrafyayı da ünlü yapmaya çalışıyoruz. Deniz kenarı olan çoğu yer zenginliğin, lüksün, konforun merkezi olarak aşılanıyor; gidebilenler, görebilenler şanslı ve ayrıcalıklı olurken bazıları içinse hayâlden öteye geçemiyor. Çünkü imkânları el vermiyorsa deniz kenarı bir yaşam ve konaklama hakkı yok. Diğer yönden, gökyüzü hepimizin tepesinde olduğu için, gökyüzüne derin derin dalarken, kimse yüksek paralar istemediği için gökyüzü denize karşı değersiz oluyor. İşte insanın insana yaptığı şey bu kadar ironik. İnsan yaşamayı beceremedi bir yerde, ama olsun, tekrar tekrar deneyeceğiz.

Bırakalım bir kere Allah aşkına şu ayrışmaları, etiketlemeleri, ünlü ünsüz yapıları. Var olan her şey hepimizle alâkalı. Canlı cansız her bir parça, her bir zerre bu tabloda bir yer edinir. Bu tabloyu bu kadar parçalamaya gerçekten gerek yok. Çok saçma! Hepimiz ve her şey birlikte güzel bir tablo oluşturuyoruz. Hepimiz kiracıyız bu handa. O hâlde ev/mülk sahibi olmaya, haklı olmaya, güçlü olmaya, ünlü olmaya bu kadar kafayı takmayalım.

Sonuç itibari ile program konuğu sensin, benim veya bizden olan herkes! Birileri zaten sürekli gündemi işgal etmeye devam edecek. O nedenle arada bir biz de çıkıp “Bu hayatta biz de varız” diyebilmeliyiz. “Hani sizin ünlü olmanıza, güçlü olmanıza, zengin olmanıza sebep olan, hani ‘Çok takipçim var’ deyip de çoğumuzun adını, varlığını bilmediği ve takmadığı kişiler var ya, işte ben onlardan biriyim” diyebilmeliyiz.

Birbirimizi tanımaya, fark etmeye ve elimizde, gönlümüzde olanı paylaşmaya az kaldı.

Sağlıcakla kalın…