Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça: “Mûsikîde toplumun rengi ve ruh hâleti mevcuttur”

Her toplumun, müziğinin özellikler taşıyan taraflarını benimseyerek ve korumak suretiyle gündemde tutması çok önemlidir. Çünkü o toplumun rengi, ruh hâleti var bunun içinde. Bu yüzden insanları birbirine yakıştıran, kucaklaştıran mûsikîmizin güzelliklerini her şeyimiz gibi muhafaza etmemiz, gelişmesini sağlamamız, icrada en güzel şekli muhafaza etmemiz boynumuzun borcu olmalıdır.

23 ARALIK 2021 günü acı bir haberle sarsıldık. Kıymetli büyüğümüz, tıp doktoru ve aynı zamanda medeniyetimizin son dönemde yetiştirdiği güzide sanatkârlardan, kendi ifadesiyle Zeki Arif Ataergin’in ve Sadettin Kaynak’ın Cumhuriyet devrine taşıdığı zincirin son halkası Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça’yı rahmet-i Rahmân’a uğurladık.

Kıymetli Hocamız hakkında hayır dualar ederken, sevgili Nebahat Konu’nun zât-ı âlileri ile gerçekleştirdiği söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedik...

***


“Bir çocuğun her sabah gözlerini Kur’ân-ı Kerim ve mûsikî ile açtığını düşününüz”

·       Bir Kilisli olarak ailenizin mûsikî ile yakınlığını bize anlatabilir misiniz?

Oldukça eski tarihlere gideceğiz… Ben, altı kardeşin en küçükleriyim. üç kız, er erkek kardeşin en küçüğü ve en şımarıkları bendim. Babam her sabah namazdan sonra Kur’ân-ı Kerim tilâveti yapardı. Bunu sesli olarak, mûsikî şeklinde okurdu. 7-8 yaşlarındaki bir çocuğun her sabah gözlerini Kur’ân-ı Kerim ve mûsikî ile açtığını, onun ruhuna yaptığı etkiyi düşününüz… Aynı zamanda, babamın İstanbul’dan getirdiği plaklara da kulak kabartır ve o plakları ezberler, kendi kendime okurdum. Tabiî misafir geldiği zamanlarda bana bu şarkıları okuttururlardı. İşte böyle bir atmosfer içinde büyüdüm.

Bir de ilkokul zamanlarındayken ablam ve ağabeylerimin Zihni Çelikalp isminde, o zamanın deyimiyle ortaokul’da “tabiye” hocası olan son derece asabi mizaçlı bir zat vardı. Bu zat, babamın yanına yeni bir plak dinlemek için gelirdi. Babam muhabbet ederken plaktaki şarkıları bir iki defa dinledikten sonra ezberime aldığımdan bahsetti. Bunun üzerine tekrar plağı dinleyip bana okuttular. Zihni Çelikalp, ertesi gelişinde büyük kemanının yanında bir de küçük keman getirerek, bana notaları da öğretmek suretiyle ders vermeye başladı. Başlayış, o başlayış oldu!

O zamanlar halkevinde çalan bir ekip vardı. Beni de o ekibe aldılar. Benim mûsikîye ilk adımlarım böyle başladı.

Yavaşça’nın çocukluk yılları ve üniversite hayatı

·       Peki, Zihni Çelikalp Hocanızdan sonra müzikte etkilendiğiniz isimler kimlerdir?

Zihni Çelikalp’ten keman dersleri almıştım. Ve kısa bir zaman sonra beni kendi kurmuş olduğu ekibin içine aldı. Tabiî sesim, oradayken pek anlaşılmadı.

Bütün gelen plakları, daha önce de söylediğim gibi, bir günde ezberime geçirdim. Kendime göre bir üslûb içerisinde okumaya çalıştım. O zamanlar Kilis’te lise yoktu ve Konya Lisesine gönderildim. Lise bir ve ikinci sınıfı Konya’da okudum yatılı bir şekilde, fakat daha sonra ufak bir hastalık geçirdim. Bunun üzerine ailem beni İstanbul’a gönderdi eğitimime orada devam etmem için. İkinci sınıftan itibaren İstanbul Erkek Lisesinde tahsilimi tamamladım. Oradan mezun olduğum sene liseler arası not itibariyle en yükseği benimkiydi. Liseyi birinci olarak bitirdim ve benim hedefim “tıp” idi. Sonra imtihana girdim ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım. Hekimliğin çeşitli evrelerini yaşayarak emekliliğe kadar getirdim.

·       İstanbul’a geldiğinizde sizi etkileyen hangi müzik çevrelerine girdiniz?

Bizim edebiyat hocamız Hakkı Süha Gezgin idi. Lisedeyken o derslere gelirdi ve ders arasında bazı anılarını anlatırdı. Ben o sıralar Artaki Candan ile tanışmış ve ondan kanun dersleri almaya başlamıştım. Hoca bir gün müzik ile ilgili bir hatırasını anlatmaya başladı. Ayrıca kendisi de iyi bir neyzendi. Hoca kanuna lafı getirince biz orada muhabbete başladık. Beni dersten sonra odasına çağırdı. Ona Artaki Candan’dan kanun dersleri aldığımı söyledim. Bunun üzerine beni her Cuma günü kendi evinde yapılan fasıl meşkine çağırdı. Ben o zamanlar Sultan Ahmet’te oturuyordum. Süha Bey’in evi ise Beşiktaş’ ta idi ve bana bu vesile ile bir kapı açıldı. Her Cuma oraya gittim ve böylece repertuarım çok genişledi.

·       Zeki Arif Ataergin ve Saadettin Kaynak hocalarınızla tanışmanız o sıralara mı denk geliyor?

İstanbul Lisesinin son sınıfındayken ben bu fasıl meşkine katılmıştım. Onlar bazı zamanlar bu fasıllara gelirlerdi, bu şekilde biz tanıştık. Ve oradayken önce Zeki Arif, daha sonra da Sadettin Kaynak beni yanlarına ders vermek için aldılar.

Saadettin Kaynak Hoca, her temsil ettiği konunun en üst seviyesinde olan bir insandı. Osmanlıcayı çok iyi bilirdi. Mûsikî zevkini ve kabiliyetini pekiştirebileceği bir devrenin din adamıdır. Edebiyatı da çok iyi bilen bir kişidir. 

Sadettin Kaynak ile…

·       Sadettin Kaynak Hocamızı bize biraz anlatır mısınız?

Saadettin Kaynak Hoca, her temsil ettiği konunun en üst seviyesinde olan bir insandı. Osmanlıcayı çok iyi bilirdi. Mûsikî zevkini ve kabiliyetini pekiştirebileceği bir devrenin (bu devre Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanına denk gelmekte) din adamıdır. Edebiyatı da çok iyi bilen bir kişidir. Hem eski tarzda yapılmış olan şiirlere çok güzel bir yaklaşımı vardır, hem de yenileri ihmâl etmemenin gerektiğini bilen bir kişidir. Ve şarkılarda Türkiye Cumhuriyeti insanlarının anlayabileceği, sevebileceği Türkçeyi güfte olarak kullanma istikametine gitmiştir. Bir de bizim eskiden alışabileceğimiz şarkı türü aşağı yukarı dört mısradan oluşmaktadır. Bazı bestekârlarımız da çok uzun eserler yapmışlardır. İkiye ayırıyoruz: Bir formda eserler vardır, bir de şarkı gibi küçük formda eserler vardır.

Küçük formda eserlerin bestesini yapabilecek daha az bilgili olanlar da vardır. Ama büyük formdakilerin bestesini yapabilecek kişi etrafta çok azdır. Ancak “Meşk” sisteminin faydası burada karşımıza çıkıyor. Bunu öğretebilecek büyük bestekârlar da Zeki Arif, Saadettin Kaynak gibi hocalarımızdır. Bir de hamle yapan Türk mûsikîsinde başka ufukları bulup, çıkarıp, eserleri ona göre yapan film müziği vardır ve film müziğinde halkın anlayabileceği şiirleri bestelemek suretiyle bir kapı açılıyor. Saadettin Kaynak burada var. Küçük şarkı anlayışını büyüten yine film müziğinde bir sahneyi siz o eserle yapacaksınız, seyredenleri de kendine çekecek. İşte Saadettin Kaynak o işi yapmıştır! Dört mısralık şarkıları hitame erdirmiş, 18-20 mısralık şarkılar yapmış ve müzikli filmler halkımıza çok daha cazip geldiği için Türk mûsikisîni sevdirmiştir. Koca bir Saadettin Kaynak, böylece hak ettiği koltuğa halkımız tarafından, müzikseverler tarafından oturtulmuştur. Dolayısıyla şarkı formunu çok değişik ve gelişmiş biçime getirmiştir. Kaynak’ın yaptığı eserlerde halk kendini yaşamıştır.

·       Size eserleri birebir mi öğretirdi?

Tabiî ki de artık bana birebir öğretmeye bile gerek olmadığını söylerdi. Defterini verirdi. Bana bir defa okur, sonra bir defa birlikte tekrarlarız, sonra “Defteri al götür, kendine çekip geri getir” derdi. Hatta kendi el yazması defterlerinin çoğu bendedir.

·       Peki, o el yazması eserlerin bir fotokopisini herhangi bir yere verdiniz mi?

Bu işleri yapmak kolay değil, çünkü ailesinden telif hakkı istemek gerekir böyle bir durumda. O yüzden ben bunları anı olarak saklarım. Ve öğrencilerim ile paylaşırım. Zeki Arif’de de aynı şekilde...

·       Zeki Arif ile meşk ettiğiniz zamanlarda Hoca nasıldı, dinç miydi?

Tabiî, çok sağlıklıydı. Kendisi hukuk mezunudur. Yıllarca hukuk hekimliği yapmıştır. Yani mesleğinin icap etiği görevleri de iyi yapmıştır. En son da noterlik yapmıştır. Çok kilolu olduğu için yürüyüşü de severdi.

·       Onunla ilgili unutamadığınız bir anınız var mı? Biraz Zeki Arif’ten bahsedebilir misiniz?

Zeki Arif Bey, Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal hayatından geçişi hazmetmiş olan insanlardan bir tanesidir. Ama eski taşıyan özelliklerine ve güzelliklerine meşk ettiği kişilere aktarmayı görev bilirdi. Bunlar bir daha kolay kolay benzerleri yetişmeyecek insanlardır. Zeki Arif, “Evliyaullahtan” denilen de bir insandı. Öyle ki, temiz bir ruhu, kalbi vardı.

Sadettin Kaynak da din adamlarımız içerisinde bilhassa Ramazan’da en iyi vaazı veren bir adamdı. “Âlimdi”, “Fazıldı”. Zeki Arif de öyle… Dünya iyisiydi. Çok başka türlü insanlardı bunlar. -Zeki Arif, manevî tarafı da yüksek olan bir insandır. Yani evliya gibi bir adamdır. Her şeye inanır ve sevdiği zaman hakikaten gönülden severdi. Ve karşısındakilere hep bir fayda sağlamak isterdi.-

·       Mûsikî camiasında söylenen bir olay var, doğruluğunu sizden alabilir miyiz? Saadettin Kaynak hacca gidiyor. Hacdaki sütunların birinde “Ya Sahibel” yazısını görüyor. Ve Hüzzam ilâhiyi besteliyor. Ve İstanbul’a gelen bir ekiple de notaları gönderiyor. İstanbul’a dönüşünde, uçaktan indiğinde Tahir Karagöz ve siz karşılaşıyorsunuz ve eseri icra ediyorsunuz. Bu ne derece doğrudur?

Evet, doğrudur. Olay bu şekilde meydana gelmiştir. Bunlar karihaları geniş insanlar. Yani normal bir insan yapısını çok aşıyor. Cenab-ı Hakk’ın iltimaslı insanları… Zeki Arif de öyle… Geriye gidecek olursak, Dede Efendi gibi insanlar da iltimaslıdır.

·       Doktorluk ve radyo sanatçılığı arasında zorlandığınız oldu mu?

Ben bundan zevk aldım ve severek yaptım. Her iki meslek de benim hizmet kapım olmuştur.

·       Zeki Arif Ataergin ve Sadettin Kaynak’ın dışında etkilendiğiniz kişiler kimlerdir?

Bir mûsikînin doğrudan doğruya içinde isimler var, bir de dün ile bugünü birbirine bağlayan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde oldukça yüksek seviyede bir hayatı yaşamış olan, meselâ “İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnan” gibi isimler var…

·        “Aşkı seninle tattı, hicranla yandı gönül”… Bu eserin bir anısı var mı?

Fehmi Bey Ankara’daydı. Fehmi Bey’in rüyasına Zeki Arif giriyor. Rüyasında ona, artık beste yapmaya başlayabileceğini söylüyor. Ondan sonra Fehmi Bey beste yapmıştır. Çünkü beste yapmaya gayret ediyor, istiyor, ama bir kuvvete, güce ihtiyacı var ve rüyada o güç veriliyor. Bu olayı çok kimse bilmez.

·       Fehmi Tokay da dâhil, Cevdet Çağla’nın ve birçok sanatçının eserlerinin ara nağmelerini yaptığınız söyleniyor…

Kendi istekleri, arzularıyla yapmışımdır hep. Çünkü diğer türlü esere dokunmak olmaz. Ancak o besteyi yapmış olan kişi “Buna bir ara nağme yazı verelim” derse, o zaman yaparız.

·       Meşk zincirini takip edersek, sizin yeriniz nedir?

Zeki Arif Ataergin’in, Sadettin Kaynak’ın Cumhuriyet devrine taşıdığı zincirin son halkasıyım. Tabiî biz de onlardan aldığımızı devrediyoruz kabiliyetli öğrencilere ve dolayısıyla onlar da bundan faydalanmış oluyorlar. Şimdi artık konservatuarlar açıldı. Meselâ ilk konservatuarı biz Nişantaşı’nda açtık.

Dr. Suphi Ezgi de benim hocamdır. En büyük hizmeti olan “nazariyat” üzerine üç ciltlik bir eser yazmıştır. Hüseyin Sadettin Arel de benim hocam olmuştur. Suphi Ezgi, nazariyatı ile birlikte mûsikî kitabı yazmıştır. Bu ondan başkasına nasip olmamıştır. Meselâ Sadettin Arel, çok büyük âlim olmasına rağmen böyle bir kitap ortaya çıkartamamıştır.


“Beni keşfeden odur”

·       Türk müziğinin icrasında solistlik vasfını başlatan “Münir Nurettin Selçuk” ile hiç çalıştınız mı?

Tabiî… Beni keşfeden o’dur. Münir Bey bir gece düzenleyecekti. Kendisinin eserlerinden müteşekkil bir program şeklinde olacaktı. Kız ve erkeklerden oluşan küçük bir koro yaptı. İşte o koroya beni de aldı ve biz çalışmalara başladık.

Daha sonra Nişantaşı’ndaki evine belirli günlerde gelmemi istedi. Benimle meşgul olmak istediğini söyledi. Bir süre Münir Hoca’ya devam ettim. Baş başa birçok eser meşk ettik. Konunun inceliklerini bir solist olarak bana aktardı. Bunu başka hiç kimseye yapmamıştır.

Bir portre çizmek gerekirse, “Münir Nurettin”, “icracı” olarak erkeklerin içindeki tek adamdır. Bu işin tam mânâsıyla üstesinden gelen ve yapan hocamızdır. Hepimiz için de feyz alabileceğimiz bir insan olarak hatırımızda kalacaktır.

Bir portre çizmek gerekirse, “Münir Nurettin”, “icracı” olarak erkeklerin içindeki tek adamdır. Bu işin tam mânâsıyla üstesinden gelen ve yapan hocamızdır. Hepimiz için de feyz alabileceğimiz bir insan olarak hatırımızda kalacaktır.

Necdet Yaşar ve Tülin Korman ile...

·       Refik Fersan’dan biraz bahsedebilir misiniz?

Tanburî olarak bir başka güç çıkıyor karşımıza… Uzun bir zaman bölümü içerisinde Türk mûsikîsini, müntesiplerini çok etkileyen bir Tanburî Cemil Bey var. Tanburî Cemil Bey, Türk mûsikîsinde saz üstadlarının en başında oturan insandır. İşte Tanburî Cemil Bey’in zamanımıza intikal talebesi de Refik Fersan’dır. Hanımı Fahriye Fersan da ayrı bir güzelliktir. O da yine Tanburî Cemil Bey’in talebesidir.

·       Siz Kani Karaca Bey’in tavır değiştirmesine vesile olmuşsunuz. Hem bu değişimi, hem de Kani Bey’i biraz anlatır mısınız?

Sadettin Bey vardı, hocası… Eski mûsikîmizde bir icra tarzı vardır, “gaygaylı” derler. Ama bu alışılagelmiş gruplarda gaygaylı icra telaffuz, mûsikî ile birlikte şiiri de bozuyor. Ama meşk sisteminde de hocaların çoğu hafız olduğu için bu gaygaylar kendiliğinden oluyor.

Kani’yi de yetiştiren bahsettiğimiz zat, o ekolun devamıdır. Kani de söyleneni alan ve rahatlıkla onu sindirip ortaya çıkarabilen bir kabiliyettir. Bunu Sadettin Bey alıp Refik Fersan’a götürüyor ve bir program verilmesini istiyorlar. Kani okumaya başlıyor. Fakat anlaşılmadığını söylüyorlar. Onun üzerine bana telefon açıyorlar. Kani’yi bu tarzdan kurtarmak için benden rica ettiler. Bugünün anlayışına uygun bir okuyuşu aktarmamız lâzımdı. Ben de kabul ettim. Tabiî Kani büyük usulleri falan öğrenmiştir Sadettin Bey’den.

Ve biz çalışmalara başladık. Kani’nin gaygayını bitirdim. Aşağı yukarı 15 dersten sonra Kani düzgün okumaya başladı. Ve dolayısıyla Kani’yi kazandık biz.

·       İstanbul Radyosu’na kaç yılında intisap ettiniz?

Radyoya aşağı yukarı İstanbul Lisesinin son sınıfına doğru geldiğimde yani lise öğrencisiyken, 1950’li yıllarda başladım. Mesut Cemil’in müdürlüğünü yaptığı dönemdi.

·       Bize Mesut Cemil Bey’i de tasvir eder misiniz?

Çok muzipti, şakacıydı… Mesut Bey, Ankara’dan İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelince de evvelâ koroyu tanzim etti. Klasik koroyu kurdu. Ve bu toplu icrada fasıllardan sonra koroyu da yeni baştan ihya etmeyi düşündü. Ve Klasik Türk Müziği Korosunu idare etmeye başladı evvelâ Ankara’da. İstanbul’da o zaman hocalar azdı. Daha sonra kuruldu çünkü İstanbul Radyosu. Ve şekillendirmeye başladılar.

Radyo güzel bir yola girdi. Hep imtihanlar açıldı. Ben de aşağı yukarı 1950’li yıllarının başlarında girdim.

·       Sınav heyetinde kimler vardı?

Kemal Niyazi Seyhun, Mesut Cemil, Cevdet Çağla ve birkaç isim daha vardı.

·       İstanbul Teknik Üniversitesine bağlı ilk Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı kurucuları arasında hayatta kalan tek kişisiniz. Konservatuvarın kuruluş dönemlerinden bahseder misiniz?

Gerek İstanbul’da, gerek Ankara’da, radyoda bir konservatuvarlaşma anlayışı doğmuştu. Ve o devirde hocalar yani koroları idare eden eserleri sanatkârlara intikal ettiren hocalar, bir eğitim düzeyini benimsemişlerdi. Ama bütün mesele, Türk mûsikîsinin öğretim bakımından, eserlerin icrası bakımından bu yönde yetenekli olan kişilerin eğitilmesi için ciddi bir okul kurulamamış olmasıydı. Uzun süre radyolara münhasır kalmıştı bu.

Ama radyolara münhasır olan eğitim düzeyi bir konservatuvar niteliğinde olmaz. Orada yayınlar ön plândadır. İşte bu sıkıntılar, bu eksiklikler, günün birinde, artık bu işe gönül verenlerin ve memleketin idaresinde olan kişilerin indinde bunun okullaşması gerektiği bir mecburiyet olarak görülmüştür. Ben onların içerisinde son kalan kişiyim; bu işe gönül vermiş, bu işi yapmış, bu iş için mücadele vermiş, bu işi yapmayı da ahdetmiş…

Dört beş kişiydik, hepsi vefat ettiler. Cahit Atasoy, Muharrem Ergin, Ercüment Berker vardı bu grupta. Yani güzel bir grup, bu eksikliği görerek, İstanbul gibi bir şehirde mutlak surette eğitim veren bir konservatuvarın açılması gerektiği bir istikamette mücadeleye giriştik. Hem eğitim kadrosu, hem de idare kadrosu faaliyete geçtik.

·       Siz İstanbul Radyosu’nda erkek korosu kurdunuz ve binlerce eser icra ettirdiniz. Bu topluluktan da biraz bahsedebilir misiniz?

Erkekler korosu bir ihtiyaçtan doğmuştur. Karma koro çok fakat eskiden erkeklerden oluşan bir icra tarzı vardı. Mûsikîde eski eserlerin icrasında erkeklerin daha uygun olacağı kanaatindeyim. Onun için erkekler korosunun mûsikî camiasında farklık taşıyan bir özelliği var. Buradan yola çıkmak suretiyle bir atılım yapmak istedim. Ve ona göre koruyu kurdum. Koro hemen hemen hiç icra edilmemiş olan eserlerden müteşekkil takımları icra etti. Sinan Sipahi Sel bu konuda bana çok yardımcı oldu. Bu eserleri büyük araştırmalar sonucu tespit ettim. Ve bunların eksiklerini elimden geldiğince toparlayarak ortaya koydum. Ve koroya geleceklerin hepsini inceledim. Ses cinslerine göre koroyu tanzim ettim. Ve kayıtlara geçtik.

·       En büyük destekçiniz?

Bu eserlerin tespitinde ve tertibinde bana “Sinan” (Sinan Sipahi) oğlumun çok yardımı olmuştur. Aynı zamanda bizim kitabımızı da yazmıştır.

·       Müziğimiz neden bizim için kıymet ihtiva eder?

Her toplumun, müziğinin özellikler taşıyan taraflarını benimseyerek ve korumak suretiyle gündemde tutması çok önemlidir. Çünkü o toplumun rengi, ruh hâleti var bunun içinde. Bu yüzden insanları birbirine yakıştıran, kucaklaştıran mûsikîmizin güzelliklerini her şeyimiz gibi muhafaza etmemiz, gelişmesini sağlamamız, icrada en güzel şekli muhafaza etmemiz boynumuzun borcu olmalıdır. Çünkü bu özellikler sayesinde toplum ulus olur ve ruhunu kaybetmez.  


Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça kimdir?

ALÂEDDİN Yavaşça, 1 Mart 1926’da, Kilis’te doğdu. Babası, Kilisli şair Yavaşçazâde Sezâi Efendi’nin oğlu Hacı Cemil Efendi, annesi Kınoğlu Kadri Efendi’nin kızı Enver Hanım’dır. Kilis Kemaliye İlkokulu ve Kilis Ortaokulunu bitirdikten sonra lise birinci sınıfı yatılı olarak Konya Lisesinde başlayıp 2 ve 3’üncüsınıfları İstanbul Erkek Lisesinde tamamlayarak 1945’te mezun oldu. İstanbul Üniversitesine giriş imtihanını kazanarak Tıp Fakültesine başladı. 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan Yavaşça, İstanbul Üniversitesi 1. Kadın Doğum Kliniğinde, Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil’in yanında Haseki Hastanesi’nde ihtisasını yaptı ve 1955 yılında kadın-doğum mütahassısı oldu.

Askerî hizmetini Kasımpaşa Askerî Deniz Hastanesi’nde yapan Yavaşça, sırasıyla Zeyneb Kâmil Doğumevi, Taksim İlk Yardım Hastanesi, Şişli Etfal Hastanesi’nde Başasistanlık ve Şef Muavinliği görevlerini yapmış, 1969 yılında açılan Vakıf Gureba Hastanesi Şeflik imtihanına girmiş, imtihanı kazanıp o tarihten 1976 yılına kadar adı geçen hastanede Kadın-Doğum Kliniği Şefliği yaparak, bu hastanede olmayan doğum bölümünü kurmuştur. 1976 yılında da, boşalmış olan Haseki Hastanesi Kadın-Doğum Kliniği Şefliğine naklen atanmıştır. Bu süreler içinde birçok kadın-doğum mütehassısı yetiştirmiştir. 1985 yılı 1 Ekim tarihinde aynı hastanenin Başhekimi olmuştur.

Dr. Yavaşça, 1980 yılında Birleşik Amerika Baltimor şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi Hastanesi’nde “İdarecilik ve Aile Plânlama Kurslarını” bitirmiştir. Dr. Yavaşça’nın meslekî hayatı esnasında Tıp Dünyası, Şişli Hastanesi Bülteni, Zeynep Kâmil Hastanesi Bülteni, Vakıf Gureba Bülteni, Haseki Tıp Bülteni, Sağlık Bakanlığı Bülteninde yayınlanmış 54 bilimsel neşriyatı bulunmaktadır. Birçok ulusal ve uluslararası sempozyuma katılmış ve bildiriler sunmuştur.

Dr. Alâeddin Yavaşça’nın mûsiki hayatı, doğduğu ve ailece bağlı bulunduğu Kilis’te küçük yaşlarda başlamış, daha 8 yaşındayken o sıralarda ortaokulda hoca olan Zihni Çelikalp’ten Batı mûsikisi keman dersleri almış, İstanbul’a gittikten sonra Saadettin Kaynak, Münir Nureddin Selçuk, Dr. Subhi Ezgi, Hüseyin Sâdeddin Arel, Zeki Arif Ataergin, Nuri Halil Poyraz, Refik Fersan, Mesud Cemil, Ekrem Karadeniz, Süleyman Erguner, Dr. Selahâddin Tanur gibi üstadlardan istifadeler sağlamış, İstanbul Belediye Konservatuvarı, İleri Türk Mûsikisi Konservatuvarı, İstanbul Üniversitesi Korosu gibi kuruluşlarda icra kabiliyetini ve mûsikî bilgisini geliştirdikten sonra 1950 yılında açılan imtihanı kazanarak İstanbul Radyosu’nda solist icracı olmuş, zamanla Türkiye radyolarında ve TRT bünyesinde Danışma, Denetleme ve Repertuar Kurullarında önemli görevler almıştır.

1967’den sonra solistliği yanında koro yöneticiliği de yapmıştır. Ayrıca belirli zaman aralıklarıyla Türkiye radyolarına alınan stajyerlerin hocalığını yapmış ve onların sanatçı olmalarını sağlamıştır. Bu faaliyetlerinin dışında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türk Mûsikisi İnceleme Kurulu ve Devlet Plânlama’nın 5’inci Beş Yıllık Türk Musikisi Eğitimi Komisyonunda üyelik hizmeti vermiştir.

Dr. Alâeddin Yavaşça, Türk mûsikisinde Devlete bağlı ilk konservatuvarın kurucuları arasında yer almış, 1976’dan itibaren Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarının Yönetim Kurulunda ve öğretim kadrosunda çalışmıştır. Konservatuvar YÖK Yasası ile İstanbul Teknik Üniversitesine bağlandıktan sonra da teşkil edilen Danışma Biriminde yer almış, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığının 19/03/1990 tarihli yazısıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı Profesörlüğüne atanmış ve bu konservatuvarın Ses Eğitimi Bölüm Başkanlığını sürdürmüştür.

Dr. Alâeddin Yavaşça’nın icracılığının yanında 25 adet “78 devirli taş plak”, bir adet “long play”, 15 adet “45 devirli” plak, 200’ün üzerinde CD’si ve değişik formlarda 650 bestesi vardır. Bestelerinin birçoğu radyo repertuarında yer almış, plak ve kasetlere okunmuştur. Çeşitli dallarda aldığı 200’ü aşkın ödülün yanı sıra Türk mûsikîsine yaptıkları önemli katkılar nedeniyle 2008 yılı müzik dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile 1991 yılında ise Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. Ayten Yavaşça ile hayatını birleştirmiş olan Yavaşça, 23 Aralık 2021 günü vefat etmiştir.