Potansiyellerin keşif rotası

İlgi ve yetenekleri doğrultusunda meslekler seçen bireyler işlerinde başarılı, mutlu ve üretken olacaklardır. Bu da ülkemiz adına daha mutlu ve müreffeh bir toplum olmamız anlamına gelmektedir.

YÜCE Rabbimiz, “ahsen-i takvîm” üzere en güzel şekilde yarattığı insan için “Kendi ruhumdan üfledim” demektedir. Rabbimizin bütün esmasını üzerinde barındıran insanoğlu o kadar mükemmel yaratılmıştır ki bu nedenle yapılabilecek en büyük keşif, insanın kendisinin keşfidir.

Yaratan’ın belli başlı esmasının her kişide farklı tecelli ettiği, bilinen bir gerçektir. Buradan hareketle, Rabbimizin kendi üzerimizdeki tecellilerini bulmak hangi amaç ve hizmet için yaratıldığımızı keşfetmek, bireyin ve ailesinin öncelikli hedefleri arasında yer almalıdır. İnsan ancak o zaman yaratılış hikmetini, cevherinde saklı olan gerçek potansiyelini ve kabiliyetlerini ortaya çıkarabilir.

İnsan, kendinde saklı olan ve Yaratıcısı tarafından kendine verilen hazineleri keşfetmesi durumunda başarılı ve mutlu olmanın yanında topluma faydalı bir birey olabilir. Geleceğin müreffeh toplumlarını oluşturacak nesiller ise ancak bu yolla yetiştirilebilir.

Herhangi bir alanda doğuştan birtakım yeteneklere sahip bireylerin yaptıkları işte çok daha başarılı ve mutlu oldukları, hızlı bir şekilde öğrendikleri ve ne yapıyorlarsa onu büyük bir zevk ve aşk ile yaptıkları görülmektedir. Modern psikoloji, “İnsanın yetenek ve potansiyelini bireyin herhangi bir bilgi ve beceriyi öğrenmek için doğuştan sahip olunan gizil gücünün (kapasitesinin) çevre ile etkileşimi sonucu geliştirilmesi ve öğrenmeler için hazır hâle getirilmiş kısmıdır” der.

Son yıllarda konunun uzmanlarından psikolog Howard Gardner, Çoklu Zekâ kuramıyla tek bir zekâ alanının olmadığını, bireylerin her birinin farklı alanlarda kabiliyetlerinin ve özel yeteneklerinin olduğu tezini savunmakta, zekâyı “bireyin belirli alanlarla ilgili potansiyeli” anlamında kullanmakta ve bu zekâ türlerini sekiz ana başlık altında toplamaktadır: Matematiksel-mantıksal, görsel, kinestetik, ritmik, sosyal, doğasal, içsel ve sözel zekâ.

Yukarıda belli başlı esmanın her kişide farklı tecelli ettiğine değinmiştik, her birey için sadece bir alan ile ilgili baskın zekâ türünün söz konusu olmadığı gibi, bireyin birkaç alanla ilgili kabiliyetinin ön plâna çıkması da söz konusu olabilir.

Bir insan için hayatındaki en büyük zorluklardan biri, potansiyeli ve doğal yetenekleri dışındaki bir alanda çalışmak zorunda kalmasıdır. Bu anlamda yapılan yanlış yönlendirme ve tercihler neticesinde birçok kişinin maddî ve manevî zarara uğramasının yanında, hayatının en önemli çağlarını boşa geçirdiğini ve ekonomik kayıp yaşadığını görüyoruz. Bu durum hem bireysel, hem de toplumumuz açısından büyük kayıplar ortaya koyabilmektedir. Geleceğin müreffeh toplumlarının, potansiyellerini yerli yerinde kullanan bireylerden oluşacağı ise kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu minvâlde öncelikle ailelere, sonrasında ise ülkemizin eğitim kurumlarına büyük görevler düşmektedir. Hiçbir birey kendi kendine hedefler belirleyemez. Onlar zaten kişinin özünde ve önündedir. Kişinin içine doğduğu aile, arkadaş, okul ve kültürel çevre, bireyi şekillendirir. Günümüz ailelerinin büyük bir çoğunluğuna baktığımızda ise farkında olmadan çocuklarının istek ve beklentilerini devre dışı bırakıp kendi istek ve ihtiyaçlarını merkeze aldıklarını, çocuklarını ise bu beklentileri karşılaması gereken bir uygulayıcı olarak düşündüklerini görüyoruz.

Toplumumuzda her şeyi çocuğu adına düşünen, karar veren, yapan ve yaptıran aile modellerine ne yazık ki çok sık rastlıyoruz. Her şeyin en iyisini ve en güzelinin çocukları için olması gerektiğini düşünen ve ne yaptıysa çocukları için yaptığını söyleyen aileler, aslında bütün bunları kendileri için yaptıklarının genellikle farkında bile olmuyorlar. Böyle olunca, ortada çocuk diye bir şey söz konusu olmadığı gibi, onun varlığını ve fıtratını hiçe sayan bir durum da söz konusu oluyor.

Ebeveynler kendilerini çocuklarında yaşadıkları için, böyle bir ortamda çocuk kendi kişiliğini oluşturamaz ve kimliğini yaşayamaz. Aile, çoğunlukla çocuğun ruhuna yapışıp kendi eksikliklerini, yarım kalmışlıklarını ve hayâllerini onun üzerinden gidermeye ve gerçekleştirmeye çalışır. Böyle bir ailede çocuğun kendi duygu, düşünce ve isteklerinden söz etmesi veya bunları gerçekleştirmeye çalışması, ailesi tarafından büyük bir ihanet, hatta nankörlük olarak değerlendirilebilmektedir. Ebeveynler çocuklarını kendilerinden ayrı birey olarak görmeyip bir de tarafsız ve objektif bir bakış açısına sahip olmadıkça, bu döngüden kurtulamazlar. Ailelerin büyük çoğunluğu ana-baba modeli olarak kendi ailelerini örnek aldıklarının farkında bile değildirler. Bu tip sağlıksız aile modellerinde çocuğun gerçek yatkınlığını, kabiliyetlerini ve potansiyellerini ortaya çıkarması bu koşullarda mümkün olmamaktadır.

Çocuk ne ister?

Çocuklar açısından olaya baktığımızda ise, kendi duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edemeyen, istek, arzu ve hayâllerinin peşinden gidemeyen, adeta kötürümleşmiş bir nesil görüyoruz. Sadece ebeveynlerinin ona karşı olan sevgi ve ilgisini kaybetmeme pahasına çocuklarımızı gerçekte istemediği ve mutlu olamayacağı bir mesleği ömür boyu yapmak zorunda bıraktığımızın ne kadar farkındayız?

Gençlerimizin büyük bir çoğunluğu zaman içerisinde ailesi tarafından oluşturulan bu sahte kimliğin farkına varıp ya eğitimlerini yarıda bırakmakta veya mezun oldukları alanlarla ilgili bir işte çalışmamaktadırlar. Sizce de bütün bu yaşananlar insan ziyanı değil midir? Hem toplum, hem de aile için maddî ve manevî büyük kayıpların yanında ayrıca zaman israfıdır. Kur’ân-ı Kerim’de (İsra, 31) buyrulduğu üzere, “Ve fakirlik korkusuyla evlâdınızı öldürmeyiniz, Biz onları merzûk ederiz, sizi de. Muhakkak ki, onları öldürmek büyük bir cinayettir”. Burada ölümü sadece bedensel bir ölüm olarak görmek yerine, çocukların yetenek ve potansiyellerinin mecazî olarak katledilmesi anlamını da çıkartmanın yanlış olmayacağı kanaatindeyim.

Ebeveynlerin çocukları için tarafsız ve objektif bir değerlendirme yapmalarını engelleyen önemli bir husus da, içerisinde bulundukları sosyal çevredir. Çocuklar bu sosyal çevrenin beklentilerine uygun alanlara yönlendirilmektir. Kısa zamanda çok para kazanma ve şöhret olma arzuları ile çağın popüler ve prestijli mesleklerine yönlendirme gibi hatalar yapıldığına çok sık rastlıyoruz.

Çocuklarının potansiyeli ve fıtratıyla barışık aileler, çocuğunu gerçek anlamda tanıyan ve gizil güçlerini keşfedebilen çok dikkatli gözlemcilerdir. Bireylerin ilgi ve yetenekleri, kişilerin kendilerini özgür hissettikleri ortamlarda ortaya çıkar. Bilinçli aileler çocuklarının kabiliyetlerinin ortaya çıkardığı zamanları takip edip onun ürkek bir kaplumbağa gibi kabuğuna saklanmasına müsaade etmezler. Onların ilgi ve yetenekleri konusunda her zaman destekçi olurlar. Çocuklarının meraklarını ve öğrenme isteklerini teşvik ederler. Fıtratlarında bulunan özellikleri bozulmadan yetişmelerine imkân tanırlar.

Çocukların gerçek ilgi ve yeteneklerinin ortaya çıkarılmasında okullarımıza da büyük görevler düşmektedir. Çocukların okul öncesi eğitimden itibaren öğretmenleri tarafından çok dikkatli gözlemlenmeleri ve bütün bu gözlemlerin kayıt altına alınarak öğrencilerin eğitim hayatı boyunca takip edilip bu konularla ilgili ailelerinin bilgilendirilmesi gerekmektedir. Bunun neticesinde ise çocuğun kendisine ve toplumun menfaatine olacak bir alana yönlendirilmesi, hafife alınmayacak bir görev ve sorumluluktur. Bu bağlamda okullarda çocukların kendilerini tanımaya ve keşfetmeye yönelik yapılacak her türlü rehberlik hizmetleri büyük bir önem taşımaktadır.

Ayrıca eğitim ortamlarında çocuklara yönelik sosyal aktivitelere çok fazla yer verilmelidir. Bu yolla özellikle alt sosyo-ekonomik gelir grubundan çocukların hayatın farklı alanlarıyla tanıştırılması sağlanarak sinema, tiyatro, müze, spor müsabakaları, şiir, kompozisyon yazma çalışmaları, konser ve doğa kampları gibi birçok etkinliğe yer verilmelidir. Özellikle küçük yaş çocukları için oyun, drama, deney, gezi ve gözlem gibi aktivitelere yer verilmesi çocuğu tanımak için çok önemli fırsatlar sunacaktır. Erken yaş grubunun, eğitimciler için çocuk hakkında çok fazla bilgi sahibi olabileceğimiz bir dönem olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun oyun oynarken seçtiği oyuncaklar, oyunlarda aldığı roller bize neleri yapmaktan hoşlandığı hakkında fikir sahibi yapacaktır. Aksi takdirde, ilerleyen yaş dönemlerinde çocuklar ailenin ve çevrenin etkisi altında kalarak gerçek ilgilerini örtbas etmenin yanında onların beklentilerini de kendi istekleriymiş gibi sunarlar.

Sonuç

Her birey kendine has özellikler, potansiyeller ve yeteneklerle dünyaya gelir ve nev’i şahsına münhasırdır. İlgi ve yetenekleri doğrultusunda meslekler seçen bireyler işlerinde başarılı, mutlu ve üretken olacaklardır. Bu da ülkemiz adına daha mutlu ve müreffeh bir toplum olmamız anlamına gelmektedir.

Yetişmiş insan gücünü tam kapasite kullanan toplumların gelişmişlik düzeyini daha üst seviyelere taşıyacağı muhakkaktır. Çocuklarımızın hayatına yön verecek olanlar, öncelikle bilinçli aileler, sonrasında ise meslekî sorumluluklarının farkında olan öğretmenler, donanımlı okullar ve en nihayetinde çevreleridir.

Her birey, ailesi ve toplum için bir değerdir.