TÜRKİYE’deki
yayınevlerinin, John Fiske’nin “Popüler Kültürü Anlamak” adlı kitabını basmak
için sıraya girmiş olması gerekirken, kitabın yalnızca “bin” kitaplık tek baskı
yapmış olması ve 2012’den bu yana basılmamış olması bir kitap sitesinin işine
gelmiş olmalı ki, orada bu kitabın ikinci eli 100 TL gibi fahiş bir fiyata satılıyor.
Ben
kitabı Süleyman Demirel Üniversitesi Bilgi Merkezi’nden temin ettim. Isparta
gibi küçük bir şehirde böyle geniş bir kültür ağı oluşturmakta emeği geçen
herkese teşekkür ederim.
Yayınevlerini
bu kitabın en kısa zamanda tekrar yayıma girmesi için harekete geçmeye davet
ediyorum. Zaten böyle bir çalışma içerisindelerse, ilgili yayınevine şimdiden
teşekkür ediyorum.
“Popüler
Kültürü Anlamak”, John Fiske’nin 1989 yılında yayımlanan, 2012 yılında Parşömen
Yayınları aracılığıyla Türkçeye kazandırılan kitabı.
“Popüler
Kültürü Anlamak”, sürekli güncellenen bir iletişim konusu sayılabilecek “popüler
kültür” konusunda, bu kültürün oluşumundan gelişimine köklü bir bakış açısı ve
iç görü kazandırarak zaman aşımına uğrayan kitaplardan ayrılıyor. Fiske’nin samimî
tespitleri ise kitaba ayrı bir değer katıyor.
Kendisini
“popüler kültür hayranı” olarak tanımlayan Fiske, “Ama” demeye gerek duymadan, popüler
kültüre maruz kalınsa da bundan farklı bir düzlemde uzak durmanın mümkün
olduğunu kendisinden hareketle anlatıyor.
“Televizyon
izlemekten hoşlanıyorum. Sansasyoncu, boyalı gazeteleri seviyorum. Değersiz
popüler romanları okuyor, popüler filmlerden haz alıyorum. Disney dünyasında,
alışveriş merkezlerinde, Graceland’da, Universal Stüdyoları’na düzenlenen
turlarda çok mutlu saatler geçirdim. Tüm bunlara karşın, kapitalist sistemin
öyle kolayca aldattığı biri olduğumu düşünmüyorum. Bu sistem içerisinde büyük
hazlar bulabiliyorum da ondan! Gerçekte benim hazlarımın o hazlardan belirli
bir farklılık sınırı var. Onların kaynaklarından kendim için kendi hazlarımı
ürettiğimin farkındayım. Bir bakıma onların bakış açısından onların
kaynaklarını kendim için yanlış kullanıyorum. Kahkaham, onların atılabilir
olarak görmedikleri anlarda gerçekleşebilmektedir; hoş karşılanmayabilecek alaycı
bir sırıtma içermektedir…”
En
güzeli de Fiske, popüler kültürle kurduğu farklı düzlemsel bağı üst perdeden
konuşarak değil, “içeriden biri” profili çizerek anlatıyor. Konuyla ilgili olarak,
akademik kimliğinden güç alarak büyük lâflar etmek yerine, bunun temkinli
hareket edilmesi gereken bir husus olduğunun kendinden pay biçerek altını
çiziyor ve şöyle devam ediyor:
“Bu nedenle de belirgin olarak genel halktan biri olduğuma inanıyorum. Gündelik yaşamın bir parçası olmayan çeşitli kuramsal bakış açıları bulunan bir akademisyen olmam nedeniyle popüler hazlara ilişkin bu deneyimlerimin özel ya da ayrıcalıklı olduğunu düşünmüyorum. Akademik kuramcı yanım beni bir program geliştirmeye iterken, bu izlence doğrultusunda popüler kültür anlayışının daha demokratik bir toplumsal düzen geliştirmek için kullanılabileceğini söylerken, içimdeki hayran, beni popüler kültürün insanlarca üretildiği şeklinde uyarıp duruyor. Dışarıdan müdahale olarak algılanabilecek hiçbir şeyi hoş karşılamayacağını söylüyor. Dolayısıyla elimden geldiğince dikkatle yol almaya çalışıyorum.”
Bir şeyin popüler olmasının yolu, insanları en düşük ortakpaydada birleştiren, nitelik gerektirmeyen ama insanlar tarafından kabul görebileceği sınırları da aşmayan özellikte, geçici de olsa kendi içinde bir özgünlük barındıran, en nihayetinde de “hazlara” hitap eden yapıda olmaktan geçiyor. Fiske’nin kitabında yaptığının, bu tanımın popüler kültürün farklı bağlamlarında nasıl işlerlik kazandığını tespit etmek ve derinleştirmek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yerleşik “en düşük ortak paydada birleştirme” ifadesine Fiske’nin “şiddet” konusu üzerinden itirazı var.
“Günümüz
popüler kültürü şiddete dayalıdır. ‘Şiddet, insanın en alt düzey içgüdülerine seslendiğinden
dolayı popülerdir’ şeklindeki açıklamalara ilişkin kuşkularımızın, bu sözün
yandaşlarının alt düzey içgüdüleri alt sınıflarla sınırladıklarını, dolayısıyla
bu açıklamanın sınıf temelli doğasını ustaca gizlediklerini fark ettiğimizde
daha da artması gerekir. Yansıtılmış şiddet (toplumsal şiddetin aksine)
popülerdir; çünkü iktidarın ve kaynakların eşitsiz biçimde dağıtıldığı, çakışan
çıkar hatları çevresinde yapılandırıldığı toplumlarda yaşayan insanlara ilinti
noktaları sunar.”
Fiske
popüler kültürün, dayatılan ihtiyaçların yanında direnişi de içinde taşıyan bir
yapıda olduğunu, bu yönüyle özellikle toplumsal farklılıkların anlamlı
kılındığı sınıf, toplumsal cinsiyet, ırk ve diğer kategorilerin eksenleri
boyunca, iktidarın eşit bir biçimde dağıtılmadığı toplumlarda derinden çelişkili
olduğunu ifade ediyor.
“Popüler
kültür, tâbiler ile güçsüzlerin kültürüdür. Bu yüzden de içerisinde daima
toplumsal sistemimizin, dolayısıyla da toplumsal deneyimimizin merkezinde yer alan
egemenlik altına alma ve tâbi kılma güçlerinin izlerini, iktidar ilişkilerinin
göstergelerini taşır. Popüler kültür, aynı zamanda bu güçlere direnmenin,
onlardan sıyrılmanın belirtilerini gösterir. Popüler kültür kendi içinde
çelişkilidir.”
Egemen
ve tâbi toplum
Fiske’ye
göre popüler kültür, egemen sistemin sağladığı kaynakları kullanarak metalardan
kendi kültürünü oluşturuyor. Popüler kültür, kendisinin gelişimini sağlayan
egemen güçlere tâbi kitlenin kültüre adaptasyonunu “ait kılma” yoluyla yapar ve
bu, popüler kültürde merkezî bir önem teşkil eder. Tabiî buna karşılık toplumda
direnç gelişir.
Örneğin
kitabın ilk bölümü olan “Amerika’nın Kotlanışı”nda, kot pantolon giyme
furyasına tepki olarak kotların yırtık ve eski giyilmesi örnek gösteriliyor.
Ancak egemen sistem bunu da kendi lehine çevirmeyi başarıyor. Sistem kabaca,
“Yırtık kot mu istiyorsunuz? Biz sizin için onu da üretiriz!” diyor ve direnç
göstergelerini kendi içinde evcilleştiriyor.
Popüler
kültürü üretmenin yırtık kot üretmek gibi bir endüstrisi yok. “Popüler kültürü üreten
halktır” diyor Fiske. Kültür endüstrisi halka kendi kültürlerini yaratmakta
kullanacakları “metinler” üretir, kaynak sağlar. Bu bağlamda Fiske’nin popüler
metinler için söyledikleri önemli.
“Popüler
metinler, ‘söylemek’ yerine ‘göstererek’, tek tek her şeyi çözmek yerine
kabataslak aktararak kendilerini çeşitli toplumsal ilişkilere açarlar. Popüler
metinler, kullanılmak, tüketilmek ve fırlatılıp atılmak içindirler; çünkü
bunlar yalnızca anlamın ve hazzın toplumsal dolaşımındaki failleri, birer
yoksullaştırılmış nesne olarak işlevlerini yerine getirirler.”
Popüler kültür “haz” odaklıdır. “Haz” üzerinden oluşturduğu metalar ve metalaştırdığı değerler üzerinden varlığını sürdürür. Popüler hazzın işleyişinin iki şekilde gerçekleştiğini söylüyor Fiske: “Sıyrılma (ya da saldırıya geçmiş)” ve “üretkenlik”…
“Sıyrılma
ile üretim, popüler hazzın iki temel ögesi olmakla birlikte, asla bütünü
değildir; çünkü popüler hazzın büyük bir bölümü betimlemenin ve çözümlemenin
ötesindedir, kişiye ve âna özgüdür. Popüler hazlar, hem kişinin kendi kültürünü
oluşturmasına dönük yapımcıl hazlardan, hem de egemenlik altına alma yapılarına
dönük saldırgan direnme hazlarından oluşur.”
Bu
noktada sıyrılma hazlarının üzerinde ayrıca durmakta yarar var. Sistemin
dayatmaları karşısında -bir direnç göstergesi diyebileceğimiz- yaratılan küçük
aralar, kendine ait zaman dilimleri genellikle popüler kültürün sunduğu
içeriklerden herhangi biriyle dolduruluyor. Çünkü “boş vakit”lerde insanlara,
egemen güçlerin halkın içine sızmasını kolaylaştıracak şekilde doldurma imkânları
sunuluyor. “Boş vakit” kavramı sistem tarafından ihtiyaç dayatmalarından biri
hâline getirilirken, aynı zamanda ekonomik ve kültürel sömürme aracı olarak
kullanılıyor.
“Egemenin,
tâbinin boş vaktini ve hazlarını denetim altına almaya çalıştığı iki temel
strateji söz konusudur: Baskıcı yaşama stratejileri ile ‘gelişigüzel’,
denetimsiz boş vakit etkinliklerini saygıdeğer hâle getiren ve bir disipline
bağlayan sahiplenme stratejileri…”
Popüler
kültürün ayrıca insan bedeninin maddî yönüyle ilgilendiğine dikkat çeken Fiske,
“Sağlığın anlamı bedensel değil, toplumsaldır; güzelliğin anlamı estetik değil,
siyasaldır. Sağlık da, güzellik de aynı ölçüde sosyo-politiktir” diyerek,
işleyişin insanların yararından ziyade, popüler kültür döngüsüne hizmet etmek
üzerinden devam ettiğini ifade ediyor. Bu işleyişte insanın da bir meta olarak
görüldüğünü, insanın işlevsel olduğu sürece sistem içerisinde yer
bulabileceğini söyleyebiliriz.
Popüler
beğeni
Ayrı
bir kitap konusu olan “Popüler Beğeni” üzerine de kapsamlı tespitleri var
Fiske’nin.
“Popüler
beğeni, burjuvazinin o çok büyük değer verdiği, eleştiri endüstrisinin etkin
bir şekilde kurumlaştırdığı estetik beğeniden oldukça farklıdır. Kendi sanat
biçimlerinin ve kültürel beğenilerinin sınıfsal özgürlüğünü evrenselleştirmesi
nedeniyle burjuvazi tarafından çok sevilen bir sözcük olan ‘nitelik’in popüler
beğeni ile hiçbir ilintisi yoktur.”
Fiske,
estetik yargıların popüler karşıtı olduklarını ve popüler kültürün temel özelliklerinden
olan gündelik yaşamla ilişkili olma özelliği taşımadığını sözlerine ekliyor.
“Estetik,
popüler sanatın gelip geçiciliğini doğru bulmaz, toplumsal düzenin sürekli
değişmesi nedeniyle bugüne uygun olan sanatın yarına uygun olmayabileceği düşüncesini
geri çevirir.”
Bu
şekilde estetik kaygıların popüler beğenide yeri olmadığına dikkat çeken Fiske,
aynı şeyin, popüler kültürün sunulduğu her türlü metin için de geçerli olduğunu
ifade ediyor.
“Popüler
beğeni, metinler arasında ya da nitelikleri doğrultusunda metinlerin içinde
değil, metin ile gündelik yaşam arasındaki ilinti noktalarının belirlenmesi ve
seçimi çerçevesinde işler.”
Kitabın
“eski olmak” açığını “perspektif sunmak” özelliğiyle kapattığından bahsetmiştik.
Doğal olarak, televizyon gibi yazıldığı günün popüler örnekleriyle desteklenen
düşünceler, “popüler beğeni” özelinde, günümüz kitle iletişim araçlarına
kolaylıkla uyarlanabilecek şekilde okuyucunun yorumuna bırakılıyor.
“Popüler
beğeni, metinlerin ve metinler içindeki ilinti noktalarını seçimin dışına
bırakarak, ‘tüketici’nin toplumsal konumuna ve gereksinimlerine en iyi uyan
metni ve tüketme yordamını sağlayan aracın seçimini de kapsamı altına
almaktadır.”
Siyasette
popüler kültür
Popüler
kültür-siyaset ilişkisine kitabında ayrı bir bölüm ayıran Fiske, aslında
sistemin gündelik hayat içerisinde içine çektiğini, içinde eriterek varlığını
koruduğunu ve bu şekilde güçlendiğini ifade ediyor.
“Hangi
alanda olursa olsun (hukuk, siyaset, endüstri, aile), sistem düzeyindeki
yapısal değişiklikler, ancak gündelik yaşam taktikleri sistemi aşındırıp
zayıflattıktan sonra gelir.”
Fiske,
popüler kültür hakkında bir sürü tespit yapıp kenara çekilmiyor. Her şeye
rağmen Fiske’nin karamsar ve ümitsiz bir tablo çizdiği de söylenemez. Akışkan
işleyiş içerisinde en azından bir duruş kazandıran, herkesin kendi içinde
sorgulaması ve yön bulmasını gerektiren çözüm yolları açıyor Fiske. Sadece bu
yüzden bile okunmaya değer bir kitap “Popüler Kültürü Anlamak”.
“Kuşkusuz
deneyimlerimiz, toplumsal düzen tarafından üretilip kuşatılmaktadır; ancak bu
deneyimler ve bu deneyimler içinde kendimize ilişkin anlamlarımız, zorunlu
olarak egemen güçlerin arzu ettiği sıralamaya göre gerçekleşmek zorunda
değildir. Ne de içinde doğduğumuz ve egemen ideolojinin az ya da çok
silinmezcesine kazandığı dilbilimsel ve göstergebilimsel sistemler tarafından
iyiden iyiye belirlenmiştir.”