Politize mi olduk, saf mı tuttuk?

Geride bıraktığımız genel seçimlerdeki halkın takındığı tavır, politize olmuş bir duruştan ziyade, ülke üzerinde plânlanan Alicengiz oyunlarının farkına vardığı gerçeğinden işaretle bir siper alış, millî bir devlet şuurunun uyanışı ve istikbâli için aktif ve de etken bir pozisyon belirleyişidir.

İKİNCİ turu 28 Mayıs’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimlerinde tüm ülke zihnen bu duruma dâhil oldu ve gündem tamamıyla seçimler üzerine oluştu. Bu sebeple halkın çok fazla politize olduğu, hatta kutuplaştığı yönündeki yorumları sıklıkla duyar olduk.

Kuru bir söylem üzerinden ve herhangi bir altyapı oluşturmadan toplumdaki fikir teatilerini münferit olarak yorumlarsak bu değerlendirmeleri kısmen haklı (!) bulabiliriz. Fakat bu seçimlerin zemininde yatan gizli özneyi iyi kavrar ve de yükleme -aktif eylemin kendisine- doğru soruyu yöneltirsek “saf tutmak” diyebileceğimiz, konumlandığı yeri belirlemek noktasında gruplaşan kitlelerin davranışlarını apayrı bir perspektiften ele almamız gerekecektir.

Yakın geçmişe dair mülâhazalar

Türkiye 90’lı yıllarda koalisyon hükûmetleriyle sekerattaki bir bedenin canlılığı kadar zayıf bir yönetim faaliyeti içindeydi maalesef. Kişisel hak ve özgürlüklerden tutun da ekonomiye kadar işleyiş olarak iflas noktasında bir dönem yaşanıyordu. Postalların ve apoletlerin periyodik aralıklarla tekrarladığı tehditler ise tüm bu olumsuzlukların üzerine travmatik izler bırakacak derecede vahim, bir o kadar da dayatmacı bir siyasetin hayat bulduğu yıllardı.

Daha sonra zor da olsa Türkiye bu alışkanlıkları bertaraf etmekte önemli yol kat etti. 2002 yılında iktidara gelen AK Parti hükümetinden önce Devlet, bir bakıma kanıksadığımız, ritmik ve durağan hareketlerle yerinde sayan yönetme eylemiyle idare ediliyordu. Mevcut iktidarın fizikî hamlelerinin yanı sıra “devlet” kavramının kültürel ve millî cihetten zayıflatılan köklerinin güçlendirilmesine yönelik mühim gelişmelere tek tek tanık olmaya başladık.

Evvelâ inanç değerlerinden dolayı yok sayılan bir zümrenin hukuk kuralları ve demokrasi ilkeleri çerçevesinde hak ve hürriyetlerinin savunulduğu ve bir “hak teslimiyeti”nin yapıldığı gelişmelerle buluştuk. Akabinde statik hâldeki devlet çarkından dinamik bir devlet işleyişinin hamleleriyle hareketlendik. Altyapı, yol, köprü, tünel, baraj gibi fizikî çalışmalar Türkiye’nin çehresini diri, zinde ve modern bir görünümle buluştururken, bu kalkınma hamleleri dünyanın “gelişmiş” ülkelerinin dikkatlerini üzerimize toplar oldu. Elbette yoğunlaşan bu dikkat, içeride Batı’nın taşeronluğunu yapanlar tarafından menfi değerlendirmeler ekseninde yol alarak karalama gayretini de beraberinde getirdi.

Çeyrek asra yaklaşan istikrarlı idareyle savunma sanayiindeki gelişmelerden doğal kaynaklarımızı keşif ve işlemeye, Mavi Vatan politikasından teröre karşı mücadelede sınır ötesi operasyonların diplomatik ayakla beraber yürütülmesine, istihbarat alanındaki başarıları ve geliştirilen operasyon kabiliyetiyle Türkiye vizyonunun uluslararası çıtaya yükselişinin aleni bir fotoğrafını gösteriyordu. Çok değil, bundan 30-40 yıl önce ASALA terör örgütü tarafından şehit edilen büyükelçilerimizin haberlerinden, bugün yurt dışında operasyonla paketlenip ülkeye getirilen teröristlerin haberleri arasındaki devasa fark, güçlü devlet gerçeğini vurguluyordu.

Bir ayağı Avrupa’da olan ülkemizin jeopolitik konumu, emperyalist devletlerin iştahını daima kabartmayı başarmıştır. Bu sebepledir ki, Cumhuriyet tarihimiz boyunca gelişim hamlelerimiz sürekli sekteye uğratılmakla kalınmamış, yarım asrı bulan bir terör belâsı fonlanarak başımıza musallat edilmişti. ABD, silah ticaretinin çarkını çevirmek için büyük kaynak olarak gördüğü Orta Doğu’daki plânlarının işlemesi ve kendi ulusal çıkarları adına kurduğu terör yapısının damarlarına kan takviyesini biteviye yapmaktan da geri durmuyordu. İlâveten, ideolojik “Büyük İsrail Devleti” için “vaat edilmiş topraklar” olarak tanımlanan bu bölge, hedefleri doğrultusunda bir bataklığa çevrilerek bölgedeki devletlerin toprakları adeta parsellenmiş, gözler Türkiye’ye dikilmişti. Ne de olsa “bahar” güzellemesiyle yaptıkları yapacaklarının (!) teminatıydı onlara göre.

Bir motorun devri gibi hızını almıştı ki ülkemiz, sözüm ona “çevreci” geçinenlerin bahane ettikleri bir ağaçla Gezi Olaylarının fitilini ateşlediler. Büyük sokak hareketlerine dönüşen bu eylem, yakıp yıkan, harap eden bir hâl almıştı. Aktivistleri olan devşirilmiş güruh, ülke ekonomisine milyar dolarlarla ifade edilen bir zarar bilançosu bıraktılar geride. Bu sene 10’uncu yıldönümü kutlaması adına atılarak sosyal medyaya düşen cümleler ise bu yağmalamayı “direniş” olarak adlandırıyor ve duydukları gururu ifade etmek üzere kuruluyordu.

Aradan uzun zaman geçmeden, darbeci kalkışmasıyla FETÖ’yü, batınında yıllarca taşıdığı ihanetin en zavallı biçimini doğurmasıyla 15 Temmuz 2016’da gördük. “Bizden” bildiklerimizdendi.

Yaşanan böylesi yıkıcı ve yıpratıcı süreçlere rağmen yine ayakta, yine yol yürüyen ülke, iç ve dış siyasette asla duraksamadan, kazanımlarını muhafaza ederek ve üzerine ekledikleriyle dirayetli politikasını sürdürüyordu.

Bu aylarda ilk senesini dolduran Rusya-Ukrayna Savaşı’nın olumsuz etkilerini mümkün olduğu kadar minimize etme gayreti ve tarafsızlığını korumakla kalmayıp üzerine bir de arabulucu rolünü üstlenen Türkiye, artık oyun kurucu rolünü bir nevi deklare ediyor. Ukrayna Tahıl Koridoru Anlaşması’nın açılması tüm dünya adına hayatî bir gelişmeydi. Oluşabilecek gıda krizinin önlenmesini bertaraf etmekte başrol oynayan Türkiye, yabancı ülkelerin takdir ve teşekkürlerini alıyor.

Kardeş ülkelerin uzun yıllar süren hasretliğini bitirir bir adımla “Turan Birliği”ni oluşturup gerek ticarî anlaşmalar, gerekse kuvvet birliği yaparak dünyaya verilen fotoğraf, artık kronikleşmiş güç dengelerinin sarsıldığının, oyunun kartlarının tekrar dağıtıldığı gerçeğinin altını çiziyor. Türkiye’nin desteğiyle, 30 yıllık bir işgal hayatı yaşayan Karabağ’ın geri alınması, beraberinde önemli gelişmeleri de getirmişti. Nahcivan-Azerbaycan Koridoru açılırken Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle Türkiye’nin kara bağlantısı da sağlanmış oldu.     

Türkiye Cumhuriyeti’nde 21 yıllık siyâsî iktidar, fizikî hamlelerinin yanı sıra söylemlerinde de mazisinin Sümerlerin Mezopotamya’daki varlığına kadar uzadığını, köklü imar ve iskâna sahip güçlü devletler kurduğu gerçeğini daima vurguladı. Bu söylemle, Türkiye’nin hafıza kaybı yaşaması için canhıraş mücadele eden etkin güçlere rağmen halk, soy bağıyla münasebetini pekiştirmenin haklı gururunu yaşamayı tercih ediyor.

Geride bıraktığımız Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimlerinin belki de en büyük dinamiği, maziyle onarılan bağların pekiştirilerek bu mirastan yeniden güç devşirileceğine olan inançtı. Başka medeniyetler üzerinden reaksiyonel bir oluşuma “Hayır” diyen ve kendi medeniyeti için aksiyoner bir güç olma idrakinin oluştuğunu fark edemeyenler, toplumun politize olduğu yönündeki çıkarımlarıyla durumu yanlış zaviyeden ele almalarının neticesini gördüler. Toplum, bir mevkiden mevzilenme şuurunu yakalamıştı artık. “Kutuplaşma” üzerine yapılan yorumlar yakın tarihimizde yaşadığımız Sağ-Sol, muhafazakâr-lâik gibi merkez tanımların üzerinden ele alınacak bir ayrışma değildi; birçok adım ileriye taşınmış, bir dâvâ şuuru oluşmuştu artık toplumda.

Anadolu’da sonunu kestiremediği bir işe kalkışanlar için derler ki, “Duymuşlar Horasan’da halı dokunuyor; enine mi, boyuna mı?”. ABD ve Avrupa ezberi, “Dünyada istediğimiz ülkeleri sokak hareketleri ve darbelerle al aşağı ederiz” mealinde olmuştur daima. Fakat bu vatanın ana rahminin Anadolu olduğu hakikati, tasarlanan tüm şeytanî plânları tersine çevirecek birikimi kendi insanına kodlamıştır, çok şükür. Onun öz benliği ve irfanî şuuruyla yol yürüme kabiliyetine haizdir. Ki bu mühim genetik miras, yer yarılsa da, gök parçalansa da vatanın istikametini belirleyecek pusulanın şaşmaz ibresidir. Bu sebeple, geride bıraktığımız genel seçimlerdeki halkın takındığı tavır, politize olmuş bir duruştan ziyade, ülke üzerinde plânlanan Alicengiz oyunlarının farkına vardığı gerçeğinden işaretle bir siper alış, millî bir devlet şuurunun uyanışı ve istikbâli için aktif ve de etken bir pozisyon belirleyişidir.