Platon demokrasisi ve ideal devlet

İktidar olmak isteyen insanın çok da akıllı olmasına gerek yoktur; hitabeti güçlü olsun, giyim kuşamına dikkat etsin, çevresi olsun ve en önemlisi de parası olsun, yeterlidir. Halk, okumadığından dolayı ağzı iyi lâf yapan adamları başa geçirerek o devleti felâkete sürükler. İktidara geçen kişi bilinçli ve güçlü muhalefet bulamazsa ve halkın geliri düşükse, ucuz ve popülist politikalarla halk kandırılabilir. Demokraside eğitim bu anlamda önemlidir. Eğitim insanı sorgulatır; sorgulatmıyorsa, eğitim kalitesi düşük demektir.

İNSANOĞLU tarih boyunca her şeyin mükemmelini arzu ederek ideal olana ulaşmanın hayâlini kurup o noktaya ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermiştir. Bunun için birçok şeyden fedâkârlık yapmak zorunda kalarak, kazanmak istediği şeylerin yanında birçok şeyini kaybetmiştir.

Tarihe baktığımız zaman, dünyevî meselelerde mükemmele ulaşmanın imkânsız olduğunu tefekkür ederek işin hakikatini anlayabiliriz. Ama insanların çoğu yanlış yoldadır ve bunun birçok nedeni vardır. Nedenler silsilesinin başında, “aklını kullanmaması” zikredilebilir. Her zaman daha iyisine ulaşmak için kendini tükettiği gibi dünyayı da tüketir. Bunun karşısında cennet hayâlini kurabilen ise düşünebilir ki, “Daha iyi bir toplum nasıl oluşturabilir? Daha iyi teknoloji nasıl üretilebilir? Daha iyi yönetim sistemini nasıl inşâ edebilirim? Daha iyi bir dünyada nasıl yaşayabilirim?”.

Sorular devam ededursun, aslında bunca soruyu sormakta hiçbir sıkıntı yoktu. Hattâ çok faydası da vardı. Çünkü ilerleyebilmek için Allah’ın kullarına bahşettiği beyni en etkili şekilde kullanmak, sanırım en akıllıcasıydı. Bundan daha doğal ne olabilirdi ki?

Tabiî ki, bu ilerlemenin yanında gözden kaçırdığı birçok şey olabilir; bazıları da bu noktada nefsine zor geldiği için farkında olmadan kendini uçuruma sürükleyebilir.

İnsanın mükemmeliyetçi oluşu, güç ve iktidar hırsını doğasında barındırmasından dolayı siyasette de bazı yanlış uygulamalara itebilir. Devletler ve insanlar en ideali bulmanın peşindeyken ciddî hatâlar yaparak kendi pimlerini çekmiş olabilirler. Konunun daha iyi anlaşılması için bazı teorik bilgileri verdikten sonra işin felsefesine göz atalım istiyoruz. Böylelikle cumhuriyet sisteminin ve onun meyvesi olan demokrasinin bize anlatıldığı gibi süper bir sistem olup olmadığını sorgulayacağız.

Sistemler ve kavramlar

Bir yerden başlamak gerekirse, şimdiye kadar “ezberci” eğitim sisteminden dolayı at gözlüklerini takmış olan milletlerin, modern köle düzeneğiyle beyinleri ele geçirilmiştir. Genellikle bizim gibi okuma yazma kültürü zayıf olan ülkelerde bu durumun iş çözme olasılığı epey yüksektir. Bu plâtform aracılığıyla, aslında insanlığın kanayan yarasına değinmek istiyoruz.


Kavramlara bilindik bir bakış açısıyla bakarsak, bilgi noktasında şunları zihnimizde canlandırabiliriz:
Cumhuriyet

Halkın kendi kendini yönetme sistemidir cumhuriyet. Bu sistem şu an dünyada en çok uygulanan sistemdir. Tarihteki ilk cumhuriyetler, Roma Cumhuriyeti ve Venedik Cumhuriyeti’dir.

Roma Cumhuriyeti, oligarşik bir cumhuriyetti. Parlamento mevcuttu ama belirli bir zümre tarafından yönetiliyordu. Yani tam anlamıyla demokrasi yoktu. İlk modern cumhuriyet Fransa’da hayat buldu. 21 Eylül 1792 günü, Fransa’da cumhuriyet ilân edildi. Türkiye’de ise 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ilân edildi.
Demokrasi 

Demokrasi, cumhuriyetin verdiği özgürlükler bütünüdür. Demokrasi ne kadar güçlü ise, cumhuriyet o kadar güçlüdür. Demokrasi ve cumhuriyet, birbirinden ayrılmaz bir ikilidir.

Devlet politikasının belirlenmesinde vatandaşlar eşit haklara sahiptirler. Demokrasi sayesinde insanlar daha özgür bir toplumda yaşayabilirler. Demokrasinin de kendi içerisinde çeşitleri vardır. Bunlardan “doğrudan demokrasi”, halkın ülke için çıkarılacak kanun ve uygulamalar ile birlikte kararları da belirlemesi yöntemidir. Halk, ülkenin yöneticisidir. Bu sistemin uygulanmasının artık imkânı yoktur. Çünkü insan sayısı fazladır. Her kanun için milyonları toplamak çok sıkıntılı olduğu gibi, maliyeti de çok yüksektir. Bu uygulama, Antik Yunan’da yerini almıştır. Günümüzde ise İsviçre’nin Glaris Kantonu, aşağı ve yukarı Unterwalt Kantonları ile İç ve Dış Appenzell Kantonlarında bu sistem uygulanmaktadır.
“Yarı doğrudan demokrasi”, halk yasama organını seçmesi ve yasaların yapılmasında katkı sağlaması yöntemidir. Bu sistemde halka halk oylaması hakkı verilir. Meclis tarafından kanun hazırlanır, nihâyetinde çıkarılması istenen kanunlar halkın kararına bırakılır. Kabul edilirse kanun çıkar, edilmezse çıkmaz. Bu sistemde -daha detaylı açıklamak gerekirse- yardımcı uygulamaları vardır. Bunlardan referandumun amacı şudur: Çıkartılmak istenen, lâkin çıkartılırsa fitne çıkaracak bazı kanunlar, halka sorulur.

Dünyada cumhuriyet ve demokrasi rüzgârından dolayı ne kadar medenî, ne kadar özgürlükçü, ne kadar çağdaş ve demokratik bir milletiz ki, “Ülke yönetimini vatandaşa soruyoruz” demenin sübliminal bir mesajı olarak kabul edebileceğimiz referandumu, biz de modern dünyanın vazgeçilmezlerinden bir olarak kullanıyoruz.
Bir diğer yardımcı uygulama, “halk vetosu”dur. “Halkın referandum isteği” şeklinde tarif edilebilir. Halkın, meclisin eksikliklerini kapatmak için meclise sesini duyurduğu bir yöntemdir.
Bir yardımcı uygulama da “halk teşebbüsü”dür. Halkın çıkarılmak istenen kanunlar için imza toplayıp meclise sunması durumudur. Halk ayrıca “temsilcilerin azli” yolunu seçerek, çalışmasından memnun olunmayan bir temsilcinin görevinden alınması için eyleme girişebilir.
Bir diğer demokrasi türü, “temsilî demokrasi” olarak ad alır. Bu yöntem, halkın kendini yönetmesi için meclise vekil tayin ettirip kendi adına kanun çıkarması ve ülke yönetimi hakkını vekillere vermesidir. Milletvekili sayısı ülkeye göre değişir. Genellikle nüfus, bunun için önemli bir belirleyicidir.
Platon ve demokrasi

Platon’un gerçek ismi Aristokles’tir. Bir rivayete göre peygamber, bir rivayete göre evliya olduğu dahi söylenir. Platon’un demokrasi hakkında ciddî eleştirileri vardır. Bu konu hakkındaki düşünceleri şunlardır:

“Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin, kendini yönetecek insanları iyi seçilebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim almış olması şarttır. Eğer bu sağlanmazsa, demokrasi otokrasiye geçebilir.

Halk övülmeyi sever, onun için güzel sözlü demogoglar, kötü de olsalar başa geçerler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti iyi idare edilebileceği zannedilir. Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur, devam ederse demagoglar türer. Demogoglardansa diktatörler türer.”
Platona göre oligarşinin sonunu zenginlik, demokrasinin sonunu ise özgürlük getirir. Özgürlük düzeninin aşırıya gittiği taraf, satın alınmış kadın ve erkek kölelerin, kendilerini satın alanlar kadar hür olmalarıdır. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitlik bir hayli ileri gider. Hayvanlar dahi bu devlette başka her yerdekinden daha hürdür. Yurttaşlar o hâle gelirler ki, bu yerde baskıya benzer en ufak bir şey gördüklerinde kızarlar, ayaklanırlar, yazılmış ve yazılmamış bütün kanunları hiçe sayarlar, kelimenin tam anlamıyla başlarına buyruk kalmak isterler.
Oligarşinin başını yiyen hastalık özgürlükte doğar ve daha büyük bir hızla gelişip demokrasiyi köleliğe çevirir. Çünkü her aşırılığın ardından sert tepki gelir.
Filozof çok haklı; çünkü modern dünyaya baktığımız zaman insanların çok basit şeyleri bahane ederek halk ayaklanmasıyla devlete zarar verdiğini görüyoruz. Örneğin Gezi olaylarında ağaç kesme bahanesiyle, memleketin gelişmesini istemeyen güçler tarafından halk, “demokrasi” adı altında galeyana getirildi ve yapılan pek çok eyleme “özgürlük” denildi.


Platon’un toplumsal eğitime bakışı

Demokrasi bir eğitim işidir. İnsanî gelişmişlik düzeyi iyi olmayan ülkelerde insanlar olaylara yüzeysel bakabilir, genellikle günlük ve sıradan meselelerle uğraşırlar. Gelişim endeksini belirleyen unsurlardan eğitim düzeyi ve gayr-i sâfî millî hâsıla, önemli noktalardır. İyi eğitim almamış bireyler, sadece ceplerindeki para miktarına göre oy kullanan kitlelere dönüşürler. Siyasetten anlamayan bireyler, toplum adına karar verecek insanları başa geçirirler. Bu düşünceye göre iktidar olmak isteyen insanın çok da akıllı olmasına gerek yoktur; hitabeti güçlü olsun, giyim kuşamına dikkat etsin, çevresi olsun ve en önemlisi de parası olsun, yeterlidir. Halk, okumadığından dolayı ağzı iyi lâf yapan adamları başa geçirerek o devleti felâkete sürükler. İktidara geçen kişi bilinçli ve güçlü muhalefet bulamazsa ve halkın geliri düşükse, ucuz ve popülist politikalarla halk kandırılabilir. Demokraside eğitim bu anlamda önemlidir. Eğitim insanı sorgulatır; sorgulatmıyorsa, eğitim kalitesi düşük demektir.

Demokraside diğer bir handikap ise, hegomonik güçlerin kolay yönetir hâlde olmasıdır. Eğer bir ülkede kral varsa, çok büyük ihtimâlle, “Devlet ve içindekiler bana aittir, atalarımdan bana yadigârdır. Bu devletten gidersem başka bir yere gidemem” diyerek ülkeyi kendi malı gibi savunur, korur, güçlendirir. Ülkenin çıkarı, kral ve ailesine aittir. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı ya da başbakan düşüncesi ise, genellikle -argo tâbirle- “Seçimle geldim; yer, içer, gezer, dolaşırım. Devlet bana ait değil, halk getirdi, halk indirir” şeklindedir. Kendi malı gibi savunsa, adı diktatöre çıkar. Dış güçlerin etkisi altında çokça kalır. Halk milletvekilini seçiyor gibi görünse de satılmış vekiller, ülkenin beyni olan meclise girerek ülkeyi hallaç pamuğuna çevirme cüretiyle felâkete sürükleyebilirler.
Üstün kabule göre, krallığın olduğu ülkelerde kral semboldür. Bakış açısına göre böyle düşünülmesi istendiği de söylenebilir. Ancak kral, gerçek liderdir ve onda otorite tamdır. Demokraside ise otorite eksikliği vardır; bu da fazla özgürlükçü olunmasından dolayıdır. Demokrasinin diğer bir handikapı, insanı “benmerkezci” yapmasıdır. Halk, ülke yönetebileceği zannındadır, ancak gerçek böyle değildir. Doğruyu seçtiğini zannedebilir, ama yanlışı da seçer.

Gerçekle idealin mukayesesi

Demokrasiler diğer yandan, gelecekte kurulmak istenen tek dünya krallığının en uygun zeminini hazırlar. Çünkü kral, ülkesinden vazgeçmez ve klâsik imparatorlukları birleştirmek imkânsızdır. Ama klâsik imparatorlukları parçalayıp ulus devletler kurdurulur ve bu devletlere demokrasi yerleştirilirse, ileride birleştirilmesi (sınır birleşmesi değil) çok basit olur. Çünkü demokraside yönetimler monarşi kadar güçlü değillerdir. Tarihte bunun için atılan en önemli adımlardan biri, Fransız İhtilâli idi. Artık dünyada klâsik imparatorluğun modasının yavaş yavaş geçtiğinin nişanıydı âdeta. Ve Birinci Dünya Savaşı’yla nihâî hedefe yaklaşmakta oldukça mesafe alındı. Britanya ve İspanya İmparatorlukları hâriç, klâsik imparatorluklar yok oldu. İşin ilginç tarafı, şu soru hiç sorulmadı: Neden İngiltere’de hâlâ meşruti monarşi var ve neden onlarda sistem oturdu da bizde bu kadar sorun mevcût?

Kaldı ki, İngiltere’de yazılı anayasa yoktur. Bizdeyse anayasa vardır. Halk İngiltere’de kendisini daha özgür hisseder ama iş devlet yönetimine gelince karışmaması gerektiğini ve de ülkenin çıkarları ile sosyal yapıyı bozmamak şartıyla istediği gibi yaşayabileceğini kabul eder. Burada ise mahalle baskısından dolayı daha düne kadar dinini dahi yaşayamazken devletin yönetimine adam seçen ve buna “demokrasi ve özgürlük” diyen bir düzen var.

Biz, demokrasiyi gerçek özgürlükle karıştırmış bir toplumuz. Bu da toplumumuzun dünyayı yeteri kadar iyi anlamaması ve tefekkür etmemesinden kaynaklanıyor. Platon’un idealindeki demokraside değil, uygulanan demokraside devletin kaynakları israf edilir, seçimler için ciddî paralar harcanır, propaganda için devlet hazînesi zarar görür, seçimin maliyeti halkın verdiği vergiler ile ödenir, vatandaşın refahı için harcanması gereken paralar seçime gider, seçilmek isteyen kişiler -yeri gelir- asılsız iddialarda bulunarak karşı tarafa haksızlık yapar ve siyaset ahlâkına zarar verir...

Hâlbuki israf, ülkenin gelişmesindeki en önemli setlerden biridir. Argo tâbirle “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” zihniyeti yaygınlaşarak, devletin temeline dinamit döşenir. Böylelikle toplumda insanların devlete güvenleri azalır. Ülkede dürüst olmak, keriz olmakla eş anlam kazanır. Devletin adamı olmak için vasıftan ziyâde yakınlık sorulur. Bürokrat olmak, kral olmak gibidir…
Demokraside halkın istekleri derin devletin çıkarlarıyla çakışırsa, resmen tiyatro oynanır. Derin devlet seçimleri/referandum sonuçlarını değiştirir de kimsenin ruhu duymaz. Dünyanın hiçbir yerinde demokrasinin yüzde 100 oranla uygulanamaz. Dünyayı yöneten baronların çıkarlarıyla halkın çıkarı uyuşmaz. Halk bu durumu tam bilemediği veya derin devletin yaptıklarını bilenlerin ellerinde kanıt olmadığı (olsa bile korkudan susmayı tercih edebilir) için, derin devlet ülkelerin başına gelecek adamı da seçebilir, seçimde kaybedeni de.

Peki, dünyada gerçekten tam demokrasi var mı? En demokratik ülkelerde bile yok!

Eğer halk eğitimli olursa, o zaman demokrasinin bazı artıları su yüzüne çıkabilir. Bu noktada toplum, artık sorgulayan ve düşünen bireylerle dolu olmalıdır. Halk okuyup yazıyorsa, sesini duyurması da ülke için artı olabilir. Çünkü halk o zaman nerede duracağını iyi bilir, en ufak sarsıntıda galeyana gelip devleti sıkıntıya sokmaz. Devletten ne istediğini de bilir, kimi başa geçireceğini de. O zaman demokrasinin avantajları yaşanır.
Anayasanın olduğu ve meclisinde son derece iyi eğitim almış ahlâklı kişilerin yer aldığı bir düzen, önemli bir çözüm alternatifidir. Demokrasi zor bir sistemdir ve çok dikkat edilmelidir. Açık verilirse ortaya ciddî sıkıntılar çıkar. Bunun için eğitim sisteminin güçlendirilmesi, milletvekili seçilecek kişilerin özenle ve halk istişâresi ile belirlenmesi gerekir. İngiltere’de Lordlar Kamarası’nı monarşi sahipleri (kral-kraliçe), Avam Kamarası’nı halk seçer. İngiltere’de kral ile kraliçe çok güçlüdür ve halk, bize nazaran daha fazla bilinçlidir; bundan dolayı demokrasinin bazı handikapları bertaraf edilir.

Birleşik Krallık’ta yazılı bir anayasa yoktur. Bu durum, kral ya da kraliçenin yetkisini arttırır. Bizde bu durumun lehte kullanılması sağlanmalı, yargı çok daha iyi çalıştırılmalı ve böylelikle devlet daha güvenilir hâle getirilmelidir. Devlet, kral ve ailesi için değil, herkes için çalışmalı ve böylece bekâsını sürdürmelidir.