Plânlar ve darbeler: Yenilen pehlivanı güreşten soğutmalı!

Pensilvanya’dan yönetilen, mâzisi güçlü ve fakat o mâzideki gücü kadar dirayetli bir ülkenin iç savaşa sürüklenmesi ve istedikleri normlar çerçevesinde şekillenmesi için, savaş simsarları epey güçlü bir kadro kurmuş ve çok para yatırmışlardı. Öyleyse çok daha uyanık olma vaktidir şimdi! Çünkü maddeyi tanrıdan sayan bu savaş simsarları, bu ziyanın hesabını tutmaya devam ediyor ve tahsilat için gün sayıyorlardır.

ASLINDA, insanlık var olduğundan beridir, insan da, hırsları da değişmiyor. Değişen sadece eşyalar, araçlar ve mekânlar.

Darbeler tarihine baktığımızda, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin, aziz milletimiz açısından başarılı, hainler cephesinden başarısız bir darbe olarak tarihe geçse de hak ve hukuk çerçevesinde haksız ve başarısız olan ilk darbe girişimi olmadığını görürüz…

İnsanlık tarihi binlerce başarısız darbe girişimiyle dolu… Yönetimlere haksız yere başkaldıran isyankârların ve kendi vatanına, milletine ihanet edenlerin kurguladığı binlerce darbe vakası, tarihî kayıtlara geçmiş…

Meselâ “İspanya İç Savaşı”nı körükleyen General Franco ve yanlılarının gerçekleştirdiği askerî darbe, başarısız pek çok denemenin ardından başarılmış ve uzun soluklu faşist yönetimi ile (36 yıl) darbecilerin ağzını sulandıracak, iştahını açacak cinsten başarı ivmesine sahip istisna bir darbe!

Dün, bugün ve yarın, bizim ülkemizde “darbe” hülyaları görenler için Faşist Franco’nun üstün başarısı bir motivasyon aracı olmalı ki “Yenilen güreşçi güreşe doymaz” hesabı, dillerinden darbe replikleri hiç düşmüyor.

Sayısız darbe girişimiyle yüzleşmiş insanlık artık kabul etmelidir ki, demokratik söylemler, insan, ülke ve millet hakları kaygısından söz etmeler birer palavra!

Haçlı Şövalyeleri tarafından gelecek buyurgan bir talebe yahut hâdsiz bir isteğe karşı durmak, tüm demokratik şartların ihlâlini türlü kurgusal gerekçelerle legal hâle getirebilir. Darbe girişimleri gerçekleşir, ülke halkları birbirine girer, kan gövdeyi götürür, masumlar ölür ve darbeciler, taleplerini tahsil ettikten sonra ya bir yanılgı demeci yahut ne kadar haklı olduklarını ispatlayan kurmaca olaylarla sahneyi terk ederler. Alacaklarını almış, ardında batık şehirler bırakmış oldukları hâlde, satın aldıkları maşaları aracılığı ile yeni coğrafyaları talan etmenin hayâlini kurarlar.  

Eski Ahit’te bahsedilen darbe plânı!

Sonucunun nereye varmış olduğunu bilemesek de, ilk darbe bilgisini Tevrat’tın Yeşaya Bölümü’nün (07) 1 ilâ 6’ncı âyetlerinden alıyoruz.

Henüz Hazreti Îsâ dünyaya gelmemiştir. Bu vaka, Şam Kralı Azah’ın Judah Kralı Resin’e düzenlediği komplo (darbe) ile krallığına el konulması mevzuudur. Ve şu şekilde yer alır:

“(1) Uzziya oğlu Yotam oğlu Ahaz Yahuda Kralı’yken, Aram Kralı Resin’le Remalya oğlu İsrail Kralı Pekah, Yeruşalim’e saldırdılar, ama ele geçiremediler.

(2) Davut’un torunları Aram’ın Efrayimlilerle güç birliği ettiğini duydular. Ahaz’la halkının yürekleri, rüzgârda sallanan orman ağaçları gibi titremeye başladı.

(3) Bu arada Rab, Yeşaya’ya şöyle seslendi: “Ahaz’ı karşılamak için oğlun Şear-Yaşuv’la birlikte Yukarı Havuzun suyolunun sonuna, Çırpıcı Tarlasına giden yola çık. (4) Ona de ki, ‘Dikkatli ve sakin ol, korkma! Şu tüten iki yanık odun parçasının -Aram Kralı Resin’le Remalya’nın oğlunun- öfkesinden korkma! (5) Aram, Efrayim ve Remalya’nın oğlu sizin için kötü şeyler tasarlıyor. Diyorlar ki, (6) ‘Haydi, Yahuda’ya saldıralım, halkı korkutup ülkeyi ele geçirelim, Taveal’ın oğlunu kral ilân edelim’.”

Eski Ahit’te yer alan bu bölümün 16 âyetinin ilk bu 6 âyetlik kısmı, tarihte (benim ulaşabildiğim) ilk darbe girişiminden böyle haber veriyor.  

Hıyanet ile zafer arasındaki birkaç saatlik fark

Görüldüğü gibi, insanlık yeni bir hinlik, yeni bir hainlik ve yeni bir ihanet formülü keşfetmiş değil.

İnsan, muktedir olmak isteğine hep sahip ve isteğini gerçekleştirmek için yüzyıllar öncesinde olduğu gibi bugün de darbelere başvurabilmekte.

“Askerî darbe, bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koyması: Hükûmetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askerî darbelerin başlıca sebebi olarak gösterilir” şeklinde tanımlanan darbe için, “Demokratik yollarla elde edemediklerini meccânen elde etme gayretine darbe denir” şeklinde de bir ek yapsak, bence hiç sakıncası olmaz.

Bu perspektiften bakınca ve Tevrat’tan ilk darbe haberini alınca, 15 Temmuz darbe girişiminin bertaraf edilerek, tarihe “16 Temmuz Kurtuluş Zaferi” kaydını düşmek hem her baba yiğidin harcı olamaz, hem de öyle sıradan bir başarı sayılamaz!

O gece gerçekleştirilmek istenen ve fakat başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminin ardında, Haçlıların ve FETÖ’nün 40 yıllık emelleri, hayâlleri, kurguları ve yatırımları heder olup gidiverdi.

Oysa kim bilir ne çok toplanmış, ne çok konuşmuş, ne çok para harcamış, ne çok heyecanlanıp uykusuz kalmışlardı. Neyse, şimdi ise zalim olmayan bir ülke idaresinin mâhiyetinde, hapishane odalarında, iş yok güç yok, uzun uzun dinlenebilecekler…

Onlar dinlenirken, biz olup bitenlerden küçük alıntılarla 15 Temmuz akşamının sene-i devriyesine ramak kala hainlerin neyi nasıl kurguladıklarına yeniden gözden geçirelim...

Örtülü transferi görememek ve sonrası

Ülkemizde ve dünyada olup bitenlerle ilgilenen, savaşların verdiği zarara, bebek ölümlerinin insanlığın rûhunda oluşturduğu ziyana, göçe zorlanmış halkların dramına ve soykırımlara duyarlı olanlar, 16 Şubat 1999 tarihini çok iyi hatırlayacaklardır.

18 Nisan 1999 Genel Seçimleri’nden (erken) iki ay önce, 16 Şubat’ta, 30 bin kişinin katliyle suçlanan bebek katili PKK elebaşı Abdullah Öcalan, Kenya’da MİT tarafından tutuklanarak ülkemize getirilmişti. Bu, olağanüstü bir siyâsî başarı olarak addedilmişti. Sevinmiştik…

Terör son bulacak, masum ve sivil halk zarar görmeyecek, bebekler öldürülmeyecek, kardeş kanı dökülmeyecek, bir gece ansızın araçlarımız taranmayacak, ülkemizde asayiş berkemâl olacak, sokaklarımız anarşist hareketlilikten kurtulacak, gençlerimiz birbirini düşmanca görmeyecek, gözlerimize uyku girmeyen gecelerse yerini güven ve huzura bırakacaktı…

O vakitler en çok adını duyduğumuz ve birbirlerinin varlığından beslenen PKK ve DHKP-C terör örgütleri başsız kalacak ve muhtemelen dağılarak yok olacaklardı. Böyle zannetmiştik... Sevincimiz bundandı…

Evet, bir terörist elebaşını gözleri bağlı ve elleri kelepçeli olarak Türkiye’ye getirmek büyük başarıydı.

Aynı yıl “bebek katili” olarak adlandırılan terörist elebaşı Öcalan’ın tutuklu olarak Türkiye’ye getirilmesi “Nüfus sayımında bir fazlalık oluşturacağından, başka bir liderin Türkiye’den çıkması gerekiyordu” gibi saçma bir matematik yapılmasa da, bununla ayırdına varamadığımız önemli bir transfer gerçekleşmişti.

Yeni yeni palazlanan, stratejisi takiyyecilik olan, vitrinel görünümü şık, eğitimli, “Altın Nesil” ideasına haiz, güler yüzlü bir dinî grubun lideri Fetullah (!), 21 Mart 1999 tarihinde ABD Pensilvanya’ya gitmişti.

Gülencilerin bahtına gurbet, Türkiye’ninse kaderine savaş simsarları tarafından darbe ile hezîmet yazıldığından bîhaber bizler, genel seçimlerin öne alınması (Haziran 1998), Öcalan’ın tutuklanması (16 Şubat 1999), Fetullah’ın ABD tarafından transfer edilmesi (21 Mart 1999) ve yapılan genel seçimleri (18 Nisan 1999) hakkıyla okuyamamıştık.

Bizler, Öcalan’ın tutuklanmasına sevinirken, kan dökmeyen ve/fakat kurşunlardan daha sinsi ve daha tehlikeli mânevî teçhizatımızı kökünden bombalayacak “din” merkezli bir örgüt başımıza musallat edilmek üzere besiye çekilmiştik.

Önce halk arasında muteber olması sağlanan bugünün FETÖ’sü hususunda ayıkmayışımızın ve savaş simsarlarınca kurgulanan ne varsa öylece kabul edişimizin kefaretinden mesul olacağımızdansa habersizdik.

Öyle habersiz, öyle akledemez bir hâldeydik ki Türkiye’nin en güzel yerlerinde konuşlanmalarında, artan eğitim kurumlarında, inşaat sektöründen ticarî pek çok alana, sağlık sektöründen medya sektörüne uzanan güçlü yayılımlarında beis görmemiştik.

Onlar markalaşırken, devlet yetkililerinin katılımıyla açılış kurdeleleri kesilirken, rüyalarında Peygamberimizi ağırlarken, Türkçe Olimpiyatlarında hâddi aşıp foyalarını meydana çıkaracağını anladıkları Recep Tayyip Erdoğan’ı sahnelerine davet ettikleri sırada “Kimse şah değil, padişah değil” şarkısını çalarken (bile) hâlâ iyi niyet sarhoşluğundaydık. Ve algı ile akıl yönetenler tarafından uyuşturulduğumuzdan, ferdî olarak akletme melekemizi yitirdiğimizden ayıkmaya dermanımız kalmamıştı.

Ve farkına varamadığımız, farkına varılıp basına yansıtılan pek çok darbe girişimi başarılı bir şekilde bertaraf edilmeseydi, 15 Temmuz 2016 gecesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın milletin basiretine güveni, Başbakan Binali Yıldırım’ın ferasetli yönetimi ve de halkın inançlı cesareti olmasaydı, yukarıdaki tüm stratejik kurgular coğrafyamızın kaderini değiştirecekti.

Bizler hayıflanmanın ötesinde, ilkin her birimiz kendimizin, sonra aziz milletimizin ve gelecek nesillerimizin esaretinde payımız olduğu sorumluluğuyla, şairin, “Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya/ Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya/ İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su/ Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu!” dizelerinin âdeta kaderimize dönüşmesi hâliyle perişan olacaktık!

Çünkü FETÖ’nün, darbe girişiminde o gece başarılı olsa idi, ikiyüzlü başını pusudan çıkarıp, önce foyalarını deşifre edeceği siyasiler ve medya mensuplarımız, sonra da onların yakınları ve FETÖ’nün geleceğini riske atacak herkesi bir bir evinden toplatıp insafı ne buyurursa o biçimde cezalandıracağı gerçeği kaçınılmaz olacaktı. Tıpkı İspanya’da, darbeci General Franco’nun yenik düşen Cumhuriyetçileri katletmesi gibi…

15 Temmuz öncesinde ve o gece Büyükada’da 9’u Türk ve 2’si ABD’den CIA ile İngiltere’den MI6 ajanı kontrolü ve güdümünde yapılan toplantılar bu senaryonun en başarılı biçimde nasıl gerçekleştirileceğinin stratejisini hesaplarken, muhtemelen, başarıldığı takdirde uygulamaya konulacak tedbirleri de içeriyordu.

Pensilvanya’dan yönetilen, mâzisi güçlü ve fakat o mâzideki gücü kadar dirayetli bir ülkenin iç savaşa sürüklenmesi ve istedikleri normlar çerçevesinde şekillenmesi için, savaş simsarları epey güçlü bir kadro kurmuş ve çok para yatırmışlardı.

Öyleyse çok daha uyanık olma vaktidir şimdi!

Çünkü maddeyi tanrıdan sayan bu savaş simsarları, bu ziyanın hesabını tutmaya devam ediyor ve tahsilat için gün sayıyorlardır.

Şimdilerde böylesi etraflı ve bu kadar efratlı bir kurguyu nasıl okuyamadığımıza hâlâ hayıflanırken, iyi niyetimden, körlüğümden ve kurguları gerçek zannedişimden cehaletim kadar mesul olduğumu fark etmek, şahsım adına acı bir tecrübe oldu.

Ve yine “15 Temmuz Kurtuluş Zaferi” nasibimiz olduğundan beridir, kurgulanmış ne çok siyâsî, ekonomik, psikolojik, teolojik ve sosyal stratejiyle gerçeklikten uzaklaştırıldığımızın farkına vardıkça, gündemi gün içindeki tüm cepheleri ile değerlendirmek ve “Paranoyakça, komplo teorisi!” deyip geçmeden dikkatle etüt etmek gerektiğini düşünür oldum.

Bu yüzden, ana haber bültenlerinde sunulan her haberin arka plânına bakmak gerektiğini, açılışı yapılan her özel kurumun sahiplerini tetkik etmeyi, yayımlanan her matbunun künyesini okumayı bir pratik hâline getirmek gerektiğine inanıyorum.

***

Önümüzdeki hafta “darbeler” konusuna devam edelim inşallah…

Bugün ısrarla dikkat çektiğim, İspanya’yı iç savaşa sürükleyen ve darbecilerin iştahını kabartan “General Franco’nun darbe girişimine” daha geniş değinelim ve “başarılan darbe sonrasında coğrafyaların kaderinin nasıl etkilendiğini” görelim…