ASLINDA, insanlık var
olduğundan beridir, insan da, hırsları da değişmiyor. Değişen sadece eşyalar,
araçlar ve mekânlar.
Darbeler
tarihine baktığımızda, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin, aziz milletimiz
açısından başarılı, hainler cephesinden başarısız bir darbe olarak tarihe geçse
de hak ve hukuk çerçevesinde haksız ve başarısız olan ilk darbe girişimi
olmadığını görürüz…
İnsanlık
tarihi binlerce başarısız darbe girişimiyle dolu… Yönetimlere haksız yere
başkaldıran isyankârların ve kendi vatanına, milletine ihanet edenlerin
kurguladığı binlerce darbe vakası, tarihî kayıtlara geçmiş…
Meselâ “İspanya İç Savaşı”nı körükleyen
General Franco ve yanlılarının gerçekleştirdiği askerî darbe, başarısız pek çok
denemenin ardından başarılmış ve uzun soluklu faşist yönetimi ile (36 yıl)
darbecilerin ağzını sulandıracak, iştahını açacak cinsten başarı ivmesine sahip
istisna bir darbe!
Dün,
bugün ve yarın, bizim ülkemizde “darbe” hülyaları görenler için Faşist
Franco’nun üstün başarısı bir motivasyon aracı olmalı ki “Yenilen güreşçi güreşe doymaz” hesabı, dillerinden darbe
replikleri hiç düşmüyor.
Sayısız
darbe girişimiyle yüzleşmiş insanlık artık kabul etmelidir ki, demokratik söylemler,
insan, ülke ve millet hakları kaygısından söz etmeler birer palavra!
Haçlı
Şövalyeleri tarafından gelecek buyurgan bir talebe yahut hâdsiz bir isteğe
karşı durmak, tüm demokratik şartların ihlâlini türlü kurgusal gerekçelerle
legal hâle getirebilir. Darbe girişimleri gerçekleşir, ülke halkları birbirine
girer, kan gövdeyi götürür, masumlar ölür ve darbeciler, taleplerini tahsil
ettikten sonra ya bir yanılgı demeci yahut ne kadar haklı olduklarını
ispatlayan kurmaca olaylarla sahneyi terk ederler. Alacaklarını almış, ardında
batık şehirler bırakmış oldukları hâlde, satın aldıkları maşaları aracılığı ile
yeni coğrafyaları talan etmenin hayâlini kurarlar.
Eski
Ahit’te bahsedilen darbe plânı!
Sonucunun
nereye varmış olduğunu bilemesek de, ilk darbe bilgisini Tevrat’tın Yeşaya
Bölümü’nün (07) 1 ilâ 6’ncı âyetlerinden alıyoruz.
Henüz
Hazreti Îsâ dünyaya gelmemiştir. Bu vaka, Şam Kralı Azah’ın Judah Kralı Resin’e
düzenlediği komplo (darbe) ile krallığına el konulması mevzuudur. Ve şu şekilde
yer alır:
“(1) Uzziya oğlu
Yotam oğlu Ahaz Yahuda Kralı’yken, Aram Kralı Resin’le Remalya oğlu İsrail
Kralı Pekah, Yeruşalim’e saldırdılar, ama ele geçiremediler.
(2) Davut’un
torunları Aram’ın Efrayimlilerle güç birliği ettiğini duydular. Ahaz’la
halkının yürekleri, rüzgârda sallanan orman ağaçları gibi titremeye başladı.
(3) Bu arada Rab,
Yeşaya’ya şöyle seslendi: “Ahaz’ı karşılamak için oğlun Şear-Yaşuv’la birlikte
Yukarı Havuzun suyolunun sonuna, Çırpıcı Tarlasına giden yola çık. (4) Ona de
ki, ‘Dikkatli ve sakin ol, korkma! Şu tüten iki yanık odun parçasının -Aram
Kralı Resin’le Remalya’nın oğlunun- öfkesinden korkma! (5) Aram, Efrayim ve
Remalya’nın oğlu sizin için kötü şeyler tasarlıyor. Diyorlar ki, (6) ‘Haydi,
Yahuda’ya saldıralım, halkı korkutup ülkeyi ele geçirelim, Taveal’ın oğlunu
kral ilân edelim’.”
Eski
Ahit’te yer alan bu bölümün 16 âyetinin ilk bu 6 âyetlik kısmı, tarihte (benim
ulaşabildiğim) ilk darbe girişiminden böyle haber veriyor.
Hıyanet
ile zafer arasındaki birkaç saatlik fark
Görüldüğü
gibi, insanlık yeni bir hinlik, yeni bir hainlik ve yeni bir ihanet formülü
keşfetmiş değil.
İnsan,
muktedir olmak isteğine hep sahip ve isteğini gerçekleştirmek için yüzyıllar
öncesinde olduğu gibi bugün de darbelere başvurabilmekte.
“Askerî darbe, bir
ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el
koyması: Hükûmetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız
oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askerî darbelerin başlıca sebebi
olarak gösterilir”
şeklinde tanımlanan darbe için, “Demokratik
yollarla elde edemediklerini meccânen elde etme gayretine darbe denir” şeklinde
de bir ek yapsak, bence hiç sakıncası olmaz.
Bu
perspektiften bakınca ve Tevrat’tan ilk darbe haberini alınca, 15 Temmuz darbe
girişiminin bertaraf edilerek, tarihe “16
Temmuz Kurtuluş Zaferi” kaydını düşmek hem her baba yiğidin harcı olamaz,
hem de öyle sıradan bir başarı sayılamaz!
O
gece gerçekleştirilmek istenen ve fakat başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminin
ardında, Haçlıların ve FETÖ’nün 40 yıllık emelleri, hayâlleri, kurguları ve
yatırımları heder olup gidiverdi.
Oysa
kim bilir ne çok toplanmış, ne çok konuşmuş, ne çok para harcamış, ne çok
heyecanlanıp uykusuz kalmışlardı. Neyse, şimdi ise zalim olmayan bir ülke
idaresinin mâhiyetinde, hapishane odalarında, iş yok güç yok, uzun uzun
dinlenebilecekler…
Onlar
dinlenirken, biz olup bitenlerden küçük alıntılarla 15 Temmuz akşamının sene-i
devriyesine ramak kala hainlerin neyi nasıl kurguladıklarına yeniden gözden
geçirelim...
Örtülü
transferi görememek ve sonrası
Ülkemizde
ve dünyada olup bitenlerle ilgilenen, savaşların verdiği zarara, bebek
ölümlerinin insanlığın rûhunda oluşturduğu ziyana, göçe zorlanmış halkların
dramına ve soykırımlara duyarlı olanlar, 16 Şubat 1999 tarihini çok iyi
hatırlayacaklardır.
18
Nisan 1999 Genel Seçimleri’nden (erken) iki ay önce, 16 Şubat’ta, 30 bin
kişinin katliyle suçlanan bebek katili PKK elebaşı Abdullah Öcalan, Kenya’da
MİT tarafından tutuklanarak ülkemize getirilmişti. Bu, olağanüstü bir siyâsî
başarı olarak addedilmişti. Sevinmiştik…
Terör
son bulacak, masum ve sivil halk zarar görmeyecek, bebekler öldürülmeyecek,
kardeş kanı dökülmeyecek, bir gece ansızın araçlarımız taranmayacak, ülkemizde
asayiş berkemâl olacak, sokaklarımız anarşist hareketlilikten kurtulacak,
gençlerimiz birbirini düşmanca görmeyecek, gözlerimize uyku girmeyen gecelerse
yerini güven ve huzura bırakacaktı…
O
vakitler en çok adını duyduğumuz ve birbirlerinin varlığından beslenen PKK ve
DHKP-C terör örgütleri başsız kalacak ve muhtemelen dağılarak yok olacaklardı.
Böyle zannetmiştik... Sevincimiz bundandı…
Evet,
bir terörist elebaşını gözleri bağlı ve elleri kelepçeli olarak Türkiye’ye
getirmek büyük başarıydı.
Aynı
yıl “bebek katili” olarak adlandırılan terörist elebaşı Öcalan’ın tutuklu
olarak Türkiye’ye getirilmesi “Nüfus sayımında bir fazlalık oluşturacağından,
başka bir liderin Türkiye’den çıkması gerekiyordu” gibi saçma bir matematik
yapılmasa da, bununla ayırdına varamadığımız önemli bir transfer
gerçekleşmişti.
Yeni
yeni palazlanan, stratejisi takiyyecilik olan, vitrinel görünümü şık, eğitimli,
“Altın Nesil” ideasına haiz, güler yüzlü bir dinî grubun lideri Fetullah (!),
21 Mart 1999 tarihinde ABD Pensilvanya’ya gitmişti.
Gülencilerin
bahtına gurbet, Türkiye’ninse kaderine savaş simsarları tarafından darbe ile
hezîmet yazıldığından bîhaber bizler, genel seçimlerin öne alınması (Haziran
1998), Öcalan’ın tutuklanması (16 Şubat 1999), Fetullah’ın ABD tarafından transfer
edilmesi (21 Mart 1999) ve yapılan genel seçimleri (18 Nisan 1999) hakkıyla
okuyamamıştık.
Bizler,
Öcalan’ın tutuklanmasına sevinirken, kan dökmeyen ve/fakat kurşunlardan daha
sinsi ve daha tehlikeli mânevî teçhizatımızı kökünden bombalayacak “din”
merkezli bir örgüt başımıza musallat edilmek üzere besiye çekilmiştik.
Önce
halk arasında muteber olması sağlanan bugünün FETÖ’sü hususunda ayıkmayışımızın
ve savaş simsarlarınca kurgulanan ne varsa öylece kabul edişimizin kefaretinden
mesul olacağımızdansa habersizdik.
Öyle
habersiz, öyle akledemez bir hâldeydik ki Türkiye’nin en güzel yerlerinde
konuşlanmalarında, artan eğitim kurumlarında, inşaat sektöründen ticarî pek çok
alana, sağlık sektöründen medya sektörüne uzanan güçlü yayılımlarında beis
görmemiştik.
Onlar
markalaşırken, devlet yetkililerinin katılımıyla açılış kurdeleleri kesilirken,
rüyalarında Peygamberimizi ağırlarken, Türkçe Olimpiyatlarında hâddi aşıp
foyalarını meydana çıkaracağını anladıkları Recep Tayyip Erdoğan’ı sahnelerine
davet ettikleri sırada “Kimse şah değil, padişah değil” şarkısını çalarken
(bile) hâlâ iyi niyet sarhoşluğundaydık. Ve algı ile akıl yönetenler tarafından
uyuşturulduğumuzdan, ferdî olarak akletme melekemizi yitirdiğimizden ayıkmaya
dermanımız kalmamıştı.
Ve
farkına varamadığımız, farkına varılıp basına yansıtılan pek çok darbe girişimi
başarılı bir şekilde bertaraf edilmeseydi, 15 Temmuz 2016 gecesi, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın milletin basiretine güveni, Başbakan Binali Yıldırım’ın
ferasetli yönetimi ve de halkın inançlı cesareti olmasaydı, yukarıdaki tüm
stratejik kurgular coğrafyamızın kaderini değiştirecekti.
Bizler
hayıflanmanın ötesinde, ilkin her birimiz kendimizin, sonra aziz milletimizin
ve gelecek nesillerimizin esaretinde payımız olduğu sorumluluğuyla, şairin, “Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya/ Öz
yurdunda garipsin, öz vatanında parya/ İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş
damla su/ Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu!” dizelerinin âdeta kaderimize
dönüşmesi hâliyle perişan olacaktık!
Çünkü
FETÖ’nün, darbe girişiminde o gece başarılı olsa idi, ikiyüzlü başını pusudan
çıkarıp, önce foyalarını deşifre edeceği siyasiler ve medya mensuplarımız,
sonra da onların yakınları ve FETÖ’nün geleceğini riske atacak herkesi bir bir
evinden toplatıp insafı ne buyurursa o biçimde cezalandıracağı gerçeği
kaçınılmaz olacaktı. Tıpkı İspanya’da, darbeci General Franco’nun yenik düşen
Cumhuriyetçileri katletmesi gibi…
15
Temmuz öncesinde ve o gece Büyükada’da 9’u Türk ve 2’si ABD’den CIA ile
İngiltere’den MI6 ajanı kontrolü ve güdümünde yapılan toplantılar bu senaryonun
en başarılı biçimde nasıl gerçekleştirileceğinin stratejisini hesaplarken,
muhtemelen, başarıldığı takdirde uygulamaya konulacak tedbirleri de içeriyordu.
Pensilvanya’dan
yönetilen, mâzisi güçlü ve fakat o mâzideki gücü kadar dirayetli bir ülkenin iç
savaşa sürüklenmesi ve istedikleri normlar çerçevesinde şekillenmesi için,
savaş simsarları epey güçlü bir kadro kurmuş ve çok para yatırmışlardı.
Öyleyse
çok daha uyanık olma vaktidir
şimdi!
Çünkü maddeyi tanrıdan sayan bu savaş
simsarları, bu ziyanın hesabını tutmaya devam ediyor ve tahsilat için gün
sayıyorlardır.
Şimdilerde böylesi etraflı ve bu kadar efratlı
bir kurguyu nasıl okuyamadığımıza hâlâ hayıflanırken, iyi niyetimden, körlüğümden
ve kurguları gerçek zannedişimden cehaletim kadar mesul olduğumu fark etmek,
şahsım adına acı bir tecrübe oldu.
Ve yine “15 Temmuz Kurtuluş Zaferi” nasibimiz
olduğundan beridir, kurgulanmış ne çok siyâsî, ekonomik, psikolojik, teolojik
ve sosyal stratejiyle gerçeklikten uzaklaştırıldığımızın farkına vardıkça,
gündemi gün içindeki tüm cepheleri ile değerlendirmek ve “Paranoyakça, komplo
teorisi!” deyip geçmeden dikkatle etüt etmek gerektiğini düşünür oldum.
Bu yüzden, ana haber bültenlerinde sunulan her
haberin arka plânına bakmak gerektiğini, açılışı yapılan her özel kurumun
sahiplerini tetkik etmeyi, yayımlanan her matbunun künyesini okumayı bir pratik
hâline getirmek gerektiğine inanıyorum.
***
Önümüzdeki hafta “darbeler” konusuna devam
edelim inşallah…
Bugün ısrarla dikkat çektiğim, İspanya’yı iç
savaşa sürükleyen ve darbecilerin iştahını kabartan “General Franco’nun darbe
girişimine” daha geniş değinelim ve “başarılan
darbe sonrasında coğrafyaların kaderinin nasıl etkilendiğini” görelim…