
GÜNEŞİN, denizle ufuk çizgisinde raks ettiği şehir... Renklerin avuç dolusu serpiştirildiği bereketli topraklar... Medeniyetlerin, inançların gölgesini üzerinde taşıyan sıcacık bir kucak: İzmir...
Bu şehrin narin ve nazlı siluetini seyretmek için Arnavut kaldırımlı, eski Rum taş evlerinin, bordo panjurlu camlarının yanı sıra ufak cafelerin sıralandığı ve her birinin rengârenk masa ve sandalyelerle şenlendirildiği dar sokaktan başlamak en isabetli bir tercih olacaktır.
Her adım attıkça Dario Marino’nun yumuşak sesinden “Deniz ve mehtap sordular seni, neredesin?” şarkısının eşliğinde bakışlarınızı hiçbir yere sabitleyemeden ilerlersiniz. Tâ ki yolun sonunda tarihî asansörü görünceye dek. 115 yıldır Halil Rıfat Paşa ve Mithat Paşa semtlerine sırtını yaslayarak şehri seyreden bu eser, tepesinde çığlık çığlığa uçuşan martıları dinlerken gözünü kadim dostlarından hiç ayırmaz.
Seyir balkonundan bakınca süzülen körfezini kollarıyla kucaklayan şehir, mavi ışıltılarla Karşıyaka, Konak ve Alsancak’a göz kırpar. Arkasından şanlı bayrağımızla şehre selâm çakan Kadifekale, Büyük İskender’in mirasına ruh katar gibidir adeta. Körfezin etrafında yayılan semtlerden ismi ile müsemma Karşıyaka, Bayraklı tam da karşıdan izler bir asırlık komşusunu. Buradan Alsancak’a, Konak’a ayrılan yolda II. Abdülhamit’in 25’inci cülus merasimi için inşâ edilen “Saat Kulesi” iki palmiye ağacının yaptığı nedimelikle gözünü zamandan hiç ayırmaz. En sadık dostları güvercinlerdir bu mekânın... Geniş meydanda, ikramları olan yemlerini yerken gagalarının taşta akseden çıtırtılarını dinlemeniz zamanı sizden, sizi zamandan koparır. Martıların ara ara iskeleye çırptıkları kanat şakırtılarına gevrekçi, boyozcu ve Bostanlı’ya hareket eden vapur sesleri eşlik eder. Bu meydan, sokak müzisyenlerinin ve Roman vatandaşların müzik ve dans gösterilerini icra ettikleri mini bir gösteri merkezi gibidir.
Küçük bisiklet tarzı arabaları ile servise çıkmış “Taze çiğdem, vereyim mi abla? Bardağı ... lira” teklifleri ile dolaşan satıcılar gece yarısına kadar bu ikramlarını sürdürür. Gevrekçi, boyozcu ve kumrucu arabaları, ayakkabı boyacıları, çiçekçiler Konak Meydanı’nın daimi müdavimleridir.
Buradan tarihî Kemeraltı Çarşısı’na girince apayrı bir diyarın kapıları açılır size. Doğu medeniyetinin dokuları konuklarını buyur eder hanesine. Hamamlar, camiler, şadırvanlar; çeşit çeşit baharat kokularının kol gezdiği aktarlar, eski dükkânlar ve kahveler sokağı ile İzmir’in kendine has ruhunu hiç hissettirmeden başka bir âleme taşır. Kızlarağası Hanı’ndan gelen mistik tütsü kokuları, gözleri kamaştıran takı ve süs eşyaları, avlusunda küçük taburelerin üzerinde içeceğiniz bir bardak çay veya acı bir kahveyle kırk yıllık hatır bırakır misafirlerine.
Bu tadın üzerine bir parça da doğayla ve renklerle zaman geçirmek isteyenlere sayısız alternatif sunan bir kenttir İzmir. Metropol bir kent olmasına rağmen doğayla ve doğal ortamla buluşma mesafesi tahmininizden çok daha kısadır. Çünkü, küçük kasabaların, köylerin ve kent hayatının iç içe yaşandığı nadir şehirlerden birisidir İzmir. Bu entegrasyonu görmek için İzmir’in batısında yer alan ve yaz turizminin merkezi olan Urla, Çeşme, Alaçatı ilçelerine, Balçova, Narlıdere sahil yolunu kullanarak gitmeniz isabetli bir tercih olacaktır. Yapacağınız yolculuk görsel bir ziyafetin yanı sıra birkaç kilometrede bir önünüze çıkan köy tabelalarına sapmanız hâlinde naturluğun arı, duru ve capcanlı hâliyle unutulmaz bir deneyimin tadını nakşedecektir gönüllerinize.
Palmiyelerle zakkumların eşlik ettiği, hayranlık uyandıran güzergâh varış noktasına kadar sonsuzluk hissinin zirvesine taşır sizi. Denizin üzerinde kaynaşan ışıltılarla devam eden yolculuk Alaçatı’da taş değirmenlerin karşılamasıyla bambaşka bir tanışıklığa evrilir. Beyaz badanalı taş evleri kucaklayan begonvillerin fuşya, mercan renkleri, dar sokaklara açılan mavi panjurları, etrafa yayılan alaturka müzik sesleri masalsı bir kayıt olarak hafızalarda yerini alır. Sardunyalar, sekulalar beyaz duvarlara kol atarken nergisler, mimozalar kokularıyla ruhunuzu okşar. Ufak bir Ege kasabası olan Alaçatı son yirmi beş senedir turizmin gözde merkezi unvanını almıştır. Taş evlerin ve dar sokakların meskeni olan bu beldede evler ana caddeler üzerine konumlandırılmıştır. Evlerin arka cephelerinde geniş avlular yer alır ki, bu da bölgenin iklim şartlarına göre tasarlanmış mimarisidir. Eski eşyaların sergilendiği dükkânları oldukça sık görürsünüz burada. İncecik tığ işi oyalardan tutun da bisküvi kutularına, yüzyıllık beşiklere kadar bir kültürün hassasiyetle muhafaza edildiği, aynı zamanda da konuklarına takdim edildiği zarif bir tarafı vardır.
“İzmir” denilince ilk akla gelenlerden birisi de mutfağının ana malzemesi olan ot çeşitleridir elbette. Pazarlarında ve ilkbaharda yapılan ot festivallerinde dağlama, deli kereviz, ebegümeci, radika, şevketibostan ve deniz börülcesi gibi birçok çeşit tezgâhlarda yerini alır. Bu lezzetleri tatmanın en kolay ve ekonomik yolu ise kısa bir Seferihisar turunun içinde saklıdır. Bu ziyaret size hem İzmir’in lezzetlerini hem de tarih ve doğanın o muhteşem meczini sunacaktır.
Seferihisar merkeze beş on dakika uzaklıkta olan Sığacık’ta “Kale İçi” olarak bilinen tarihî mekân, hediyelik eşya çeşitliliğinin yanı sıra sokak boyunca ikrama hazır yemek çeşitleri, renkli binaları ve hemen arka tarafında bulunan marinasıyla muhteşem bir kombinasyonun yansımasıdır.
Yeter mi? Tabii ki İzmir için anlatılacak çok fazla güzellikler var. Torbalı, Menderes istikameti sizi İzmir’in güneyine, Selçuk’a götürdüğünde Antik dönemi en ince detayına kadar etüt edebileceğiniz “Efes Harabeleri” ilk durağınız olacaktır. Atik Yunan dönemine ait bu kent, büyük bir medeniyetin ihtişamını asırlar sonrasına taşımış geniş bir alandır. Bu yolu takip edip birkaç kilometre yukarı tırmanınca Hz. Meryem’in bir dönemini geçirdiğine inanılan, içinde ufak bir manastırın da olduğu alan özellikle yabancı turistlerin odak noktasıdır.
“Ege’nin incisi” benzetmesi yapılan İzmir, bunun yanı sıra -bana göre- “merdivenler diyarı”dır. Tırmanmadan yürünecek mesafeler çok fazla değildir. On adım yürü, otuz adım tırman şeklinde kat edilir yollar. Bu sebeple İzmir’de sıklıkla karşınıza uzun merdivenler çıkacaktır. Engebeli bir coğrafî yapıya sahip olan kentin oldukça dik yokuşları bir hayli fazladır.
Muhteşem bir doğal güzelliğe ve köklü bir tarihe sahip olan İzmir, hak ettiği değeri görememiş, ilgisiz bırakılmış ve bir köşeye itilmiş hâliyle bu duruma sessizce katlanır uzun zamandır. Dar sokakların hâkim olduğu, kol boyu mesafelerle inşâ edilen binalar, eskiliğin ve yorgunluğun panoramik resmedilmiş hâlidir adeta. Kaçak yapılaşma şehre hâkim olmakla beraber Ege’nin kıyısında inci gibi ışıldayan böylesi bir şehre yapılmış en büyük haksızlıktır. Bu yorgun ve de kıymeti bilinmeyen şehir hiç bitmeyen kaldırım tamiratlarıyla da dinlemek isteyenlere hâlini hayli mahcup bir eda ile anlatır. Kıvrılarak Konak’a uzanan Varyant ve İkiçeşmelik yolundaki binalar bir kavgadan geriye kalan dağılmışlık ve hırpalanmanın özeti misalidir.
Çoşkusu, kendilerine has oluşturdukları hayat felsefesiyle İzmir, 9-8’lik ritimde dans eden, kumru ve lokmayla ayaküstü doyulan, Kordon boyunda deniz seyri ve balık keyfi yaparak anı defterlerine çok özel anların yazılabileceği mütevazi bir şehirdir.