HOCA Ahmed Yesevî,
Türk-İslâm dünyasının maneviyatını zirve noktalara getiren ve aynı zamanda
Türk-İslâm sentezini en iyi şekilde Müslüman coğrafyalarda tanıtan Türk
tasavvuf geleneğinin öncüsüdür.
“Pîr-i
Türkistan” ya da “Hazreti Türkistan” namı ile bilinen Hoca Ahmed Yesevî, Türk dünyasının
henüz kaos dönemini yaşadığı çağlarda İslâmiyet’i yaşayan ve yaşatan ilim
öncüsüdür. Türk tasavvuf geleneğinin hareket noktası olan “Pîr-i Türkistan”
Hoca Ahmed Yesevî, konum itibariyle Osmanlı topraklarında doğmayıp Osmanlı
döneminde yaşamasa da bu büyük devlet üzerinde çok önemli etki sahibi olmuştur.
Etkileri
günümüze kadar süren Hoca Ahmed Yesevî, 11. yüzyılın ikinci yarısında, bugünkü Kazakistan’ın
Çimkent şehrinin doğusundaki Sayram kasabasında doğmuştur. Toplumsal kargaşanın
hüküm sürdüğü Orta Asya-Türkistan coğrafyasında Ahmed Yesevî’nin İslâm’ı
Türkistan’a yayan insan olduğuna inanılır. Aynı zamanda bu dönemde, o
coğrafyada yaşayan insanlar ve bilhassa Türk boyları İslâm’la tanışmış
olmalarına karşın, henüz İslâmiyet’i tam anlamıyla kavrayabilmiş değillerdi.
Böyle bir süreç ve ortamda doğmuş olan Pîr-i Türkistan, eğitiminin ilk
aşamasını babasının vefatından sonra Sayram kasabası yakınlarındaki Yesi’ye yerleşerek
“Arslan Baba” adlı bir Türk şeyhinden almaya başlamıştır.
Arslan
Baba’nın, Yesevî’nin manevî yücelmesinde önemli bir yeri vardır. Pîr-i
Türkistan’ın geleceği hakkında aldığı bir manevî işaret üzere Türkistan’a
gitmiş ve uzun yıllar orada yaşadıktan sonra Ahmed Yesevî’yi bulup ilim
öğretmiştir. Hatta rivayete göre Hz. Muhammed’in (sav) emanet ettiği hurmayı
Ahmed Yesevî’ye ulaştırma görevini üstlenmiştir. Zira bu olay, Ahmed Yesevî’nin
Divan-ı Hikmet eserinde şöyle dile getirilmiştir: “Yedi yaşta Arslan Bab’a selâm
verdim,/ ‘Hak Mustafa emanetini lutfedin’ dedim./ Hem o vakit bin bir zikrini
tamam ettim,/ Nefsim ölüp lâmekâna yükseldim işte.”
Yine bir rivayete göre de, Hz. Muhammed’in (sav) verdiği hırkayı Ahmed Yesevî’ye giydirir, ona zikirler telkin eder. Bir süre sonra da vefat eder. Yesevî, Arslan Baba’nın vefatından sonra, onun işareti üzerine Buhara’ya gidip dönemin ünlü ilim adamı Yusuf Hemedanî’ye bağlanır.
Doğudan
batıya uzanan bir saadet silsilesi
Hoca
Ahmed Yesevî, öğretisini en başta Arslan Baba’dan aldığı “Ehl-i Beyt” sevgisi ve
bu doğrultuda olan bir tasavvuf anlayışı üzerine kurmuştur. Ahmed Yesevî’nin
kuruculuğunu yaptığı bu “Türk tarikatı”, önceleri Taşkent ve Türkistan çevresinde
yayılmasından sonra Horasan, İran ve Azerbaycan’da yaşayan Türkler arasında
yayılmış ve 13. yüzyılda başlayan göçlerle Anadolu’ya, oradan da Balkanlara
ulaşmıştır.
Pîr-i
Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Türkistan bozkırlarında göçebe hayat süren
Türklere, 300 yıl önce Arabistan yarımadasında yaşanmış olan Asr-ı Saadet
döneminin benzerini bu coğrafyalarda yaşattı. Orta Asya Türklerinin, Asr-ı
Saadet’in ihtişamını yeniden yaşamasına neden olan en önemli zatlardan olan
Hoca Ahmed Yesevî’ye bugün Türk ve Müslüman coğrafyaları, dinimizin yabancı ve
zararlı etkilerden korunmasında ve onun saf ruhunun insanlara aşılanması
noktasında çok şey borçludur.
Yesevî
öğretisinin bu denli etkili olmasında esas temel nokta, Hoca Ahmed Yesevî’nin
düşüncelerini anlatmak için, cennet dilinin bile Arapça olduğu iddia edildiği
dönemde ve gelenek üzere Arapça ve Farsçanın ilim ve edebiyat dili olmasının
yanı sıra kendisinin bu dilleri çok iyi bilmesine rağmen irşad faaliyetlerinde özellikle
Türkçe kullanmayı tercih etmesidir. Çünkü Yesevî’nin asıl misyonu, İslâmiyet’i
yeterince tanımayan ve manevî anlamda iyice kavrayamayan Türkleri İslâm’la
kucaklaştırmaktı. Zaten Yesevî’nin hitap ettiği Türk toplumları Arapça ve
Farsçayı bilmiyorlardı. Bu nedenle Hoca Ahmed Yesevî’nin, toplumun kolaylıkla
anlayabileceği dilde eser vermesi, onun daha çok anlaşılması ve asırlarca büyük
bir sevgi ve hayırla yâd edilmesinde etkili olmuştur. Bugün bile sadece Orta
Asya ve Kuzey Türkleri arasında değil, tüm Müslüman coğrafyalarda Hoca Ahmed Yesevî
çok önemli bir nüfuza sahiptir.
Ahmed
Yesevî’yle başlayan bu halka, daha sonraki dönemlerde de devam ettirilmiştir. Tasavvufî
halk edebiyatı, onun öğretileriyle yetişen öğrencileri tarafından dinimizin saf
ruhunun insanlara aşılanmasında etkili olmuştur. Hem Asya’yı, hem Avrupa’yı,
hem de Anadolu’yu öğretileriyle şekillendiren Yûnus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı
Velî, Sarı Saltuk ve Geyikli Baba gibi tasavvufî önderler, Hoca Ahmed Yesevî’yi
görmemelerine rağmen, ömürlerini onun başlattığı yol üzere devam ederek İslâm
nurunu yaymakla geçirmiş ender şahsiyetlerdir.
Yesevî’nin
Hz. Muhammed (sav) ve Ehl-i Beytine olan sevgi ve bağlılığı, bununla birlikte Yüce
Yaratıcı’nın emir ve yasaklarına tüm varlığı ile ilgili olmasının yanında
söyledikleriyle yaptıkları birebir örtüşen bir âlim olması, yüz binlerce
insanın kalbinde iman nurunun yanmasına neden olmuştur.
Pîr-i
Türkistan’ın Hz. Muhammed (sav) ve sünnetine olan bağlılığı ve aşkı o kadar
ileri seviyelerdeydi ki, Efendimizin vefat ettiği yaş olan 63 yaşına geldiğinde
kendine yeryüzünde gezinmeyi hayâ ederek, sonraki yaşantısını yer altındaki bir
hücrede ibadet ve riyazete adar. Bu anlamda Ahmed Yesevî, ilmini ve İlâhî
bilgisini insanlara daha kolay ulaştırabilmek adına Türkler arasında kurmuş
olduğu tarikat yoluyla insanların ruh ve gönül dünyasında pozitif etkiler
yaratmıştır. Hoca Ahmed Yesevî’nin kurmuş olduğu bu tarikat, kendisinden sonra
bile asırlarca Müslüman Türk coğrafyalarda İslâm özüne uygun bir tasavvuf
anlayışının Türk dinî düşünce yapısında hâkim olmasına vesile olmuştur.
Hoca
Ahmed Yesevî’nin asırlar boyu süren bu tesirinin arkasında, onun Ehl-i Sünnet
inancına bağlılığı, şeriata bağlılıktan asla taviz vermemesi, sünnet-i seniyyeye
dört elle sarılması ve aşırılıktan uzak dünya-ahiret dengesi yanında da gerçek
anlamda kâmil bir mürşid olmasından kaynaklıdır.
Bugün
Hoca Ahmed Yesevî’nin yaşadığı dönem ve coğrafyayla sınırlı olmayan İslâmî
etkisine tüm Müslüman toplumlar çok şey borçludur. Onun gerek şahsiyeti,
gerekse Türkistan’da yanan ama ışığını tüm Müslüman coğrafyalara nüfuz ettiren İslâm-tasavvuf
meşalesi, kısa sürede tüm Türk toplumlarını etkilemiş ve yolunu açmıştır.
Ancak
kabul edilmeli ki bugün, Türk dünyası Yesevî şahsiyetini ve tasavvufî ilim ve
etkisini yeterince tanımamaktır. Bilinmeli ki, bugün Anadolu’da etkili olan
Hayriyye, Bektaşilik ve Nakşibendiye gibi önemli tarikatlar, Yesevî halifeleri
ile Anadolu’ya taşınmış ve buradaki insanların tam anlamıyla İslâm’a dâhil
olmalarında etkili olmuştur. Bugün yeni nesil, maalesef Yesevî şahsiyeti, ilmi,
öğretisi ve düşünce yapısından bîhaber bırakılmıştır. Hoca Ahmed Yesevî düşünce
yapısına hâkim olmak veya anlamaya çalışmak, bize modern yaşam içinde
unutturulan kültürel bağlarımızı ve manevî kökenlerimizi hatırlama ve
anlamlandırmada çok fayda sağlayacaktır.
Son
olarak, biz Türk-İslâm dünyası olarak daha kaliteli, maneviyatı sağlam ve de
birlik ve beraberliğin var olduğu bir yaşam tarzına sahip olmayı istiyorsak,
toplum içindeki her yaş ve her kesimden bireylere imanın, sevginin, çalışmanın,
kardeşliğin, dostluğun, birliğin, beraberliğin ve kendi yaşantısında bile türlü
fedakârlığı kendine borç bilmiş olan Hazreti Türkistan/Pîr-i Türkistan Hoca
Ahmed Yesevî’nin maneviyatı, ilmi, düşünce yapısı ve davranışından haberdar
etmeyi kendimize ve toplumumuza karşı bir görev edinmeliyiz.