Peygamber sevgisi

Bu eserin sade ve akıcı üslûbu ile samimî ifade gücü, hüsn-ü kabul görmesine zemin hazırlar. Birçok dile çevrilerek farklı coğrafî bölgelerde okutulur, gönüllerde yer eder. Eserin Arapça, Farsça, Arnavutça, Boşnakça ve Rumca nüshaları mevcuttur.

İSLÂM’ın ilk yıllarından günümüze kadar bütün İslâm toplumlarında Hazreti Peygamberimize duyulan sevgi ve O’na gösterilen hürmet, ortak manevî değerdir. Peygamberimizin ashabı, O’na olan ihtiramı bizzat Kur’ân-ı Kerim’den öğrenmiştir:

“Allah ve melekleri Peygamber’e çokça salât ederler. Ey müminler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm edin.” (Ahzab, 56)

“De ki, ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Peygamber’e saygı ve sevgi göstermenin, O’na tâbi olmanın aslında Allah sevgisinin bir tezahürü olduğunu görüyoruz. Ashabın ona gösterdiği ihtiram bugün bize ışık tutmaktadır. Onlar Peygamber’i kendilerinden ve her şeyden daha önemli görüyor ve bunu hayatlarına aksettiriyorlardı. “Anam babam Sana feda olsun” diyerek Peygamber’e olan sadakatlerini ifade ediyorlardı.

Peygamber’e davranışlarında haddi aşanlar yine naslarla uyarılmıştır: “Ey iman edenler, Allah’ın ve Resul’ünün önüne geçmeyin! Ey iman edenler, seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurat, 1-2)

Hazreti Peygamber’e saygı, yine ayetler ışığında şekillenmiş ve gerçek mahiyetini kazanmıştır. Sahabe arasında O’na duyulan sevgi, vefa ve sadakat güzel bir örnek teşkil etmiş, sonraki kuşaklara aktarılmıştır. Türkler İslâmiyet’e girdikten sonra aynı geleneği sürdürmüş ve Hazreti Peygamber’e hürmet konusunda azamî gayret göstermişlerdir. Osmanlı döneminde O’na ihtiramın en zarif tezahürlerini görürüz. Özellikle Osmanlı devlet geleneğinin Kutsal Topraklara gösterdiği önem ve verdiği hizmet, aslında Peygamber sevgisinin bir yansımasıdır.

Edebiyat, mûsikî, tezhip ve minyatür gibi sanatlarda Peygamber aşkının mücessimleşerek eşsiz sanat eserlerinin ortaya çıktığını görürüz. Bereketi ve huzuru çağıran hilyeler her dönem duvarları süslemiştir. Peygamber şefaatine mahzar olabilmek umuduyla naatlar yazılmış, gönlü titreten besteler yapılmıştır. Dinî merasimlerde salât-ı ümmiyeler, miraciyeler, mevlitler okunmuştur.

Mevlit, Hazreti Peygamber’in doğumunu, nübüvvetini ve mucizelerini anlatan edebî türe verilen genel isimdir. Süleyman Çelebi’nin yazdığı mevlit, bu türdekileri geride bırakmıştır.

Bursa Ulu Cami’de imamlık yaptığı sırada, aynı camide vaaz eden İranlı bir vaiz, “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız” ayetini esas alarak, Hazreti Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olmadığı şeklinde bir yorum yapar ve bunun üzerine tartışmalar başlar. Camide bulunan bazı şahıslar, “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir” ayetini delil getirerek söz konusu yorumun yanlış olduğunu dile getirirler. Toplum içinde bir huzursuzluk olur. Bu durumdan son derece müteessir olan Süleyman Çelebi, Hazreti Peygamber’in üstünlüğünü ve diğer meziyetlerini anlatan, kendisiyle birlikte içinde bulunduğu toplumun da duygularını dile getiren ve halk arasında “Mevlid” olarak şöhret bulan “Vesîletü’n-Necât” adlı eseri kaleme alır.*

Bu eserin sade ve akıcı üslûbu ile samimî ifade gücü, hüsn-ü kabul görmesine zemin hazırlar. Birçok dile çevrilerek farklı coğrafî bölgelerde okutulur, gönüllerde yer eder. Eserin Arapça, Farsça, Arnavutça, Boşnakça ve Rumca nüshaları mevcuttur. Batı Trakya, Kırım ve Gürcistan’da büyük ilgi gören mevlid, özellikle bu bölgelerdeki dinî baskı dönemlerinde halkı bütünleştirme noktasında önemli rol oynar. İbadetin yasaklandığı bölgelerde mevlid, manevî değerlere tutunmayı sağlar.

Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necât isimli eserini toplumu düzensizliğe sevk eden bazı akımları engellemek amacıyla yazmış olsa da bugün hâlâ geniş bir coğrafyada etkisini sürdürmektedir.

“Ger Muhammed olmaya idi ayan/ Olmayıserdi zemin ü asuman/ Hem vesile olduğu içün ol Resul/ Âdem’in Hakk tevbesini kıldı kabul/ Ger Muhammed gelmeseydi âleme/ Tac-i izzet ermez idi Âdem’e/ Nuh anıçün buldu hem garktan necat/ Daği doğmadan göründü mûcizat/ Cümle anın dostluğuna adına/ Bunca izzet kıldı Hakk ecdadına/ Ceddi olduğiçün anın hem Halil/ Narı cennet kıldı anâ ol Celil/ Hem dahi Musa elindeki asa/ Oldu anın hürmetine ejderha/ Ölmeyip İsa göğe buldu yol/ Ümmetinden olmak için idi ol/ Gerçi kim bunlar dahi mürseldürür/ Lîk Ahmed ekmelü efdaldürür/ Çün temenni kıldılar Hakk’tan bular/ Kim Muhammed ümmetinden olalar/ Sünnetin tut ümmeti ol ümmeti/ Ta nasip ola sana Hakk rahmeti…”

 

*Dr. Ali İhsan Karataş, Dergipark