SAĞLIK Bakanı Fahrettin
Koca, tartışmasız son 3 ayın sosyal medya fenomeni oldu. Ağırlıklı olarak
günlük vaka tablolarını yayınladığı dönemde sayfası binlerce kişi tarafından
alârm moduna alınmış olmalı ki bugün paylaştığı her mesaj dakikalar içinde
binlerce etkileşim alıyor.
Hakkını
verelim; Koca da bu teveccühe karşılık veriyor ve mesaj çeşitliliğini ve
sayısını her geçen gün arttırıyor. Sonunda mesajlarına yapılan bir yoruma da
cevap vererek kendi çıtasını iyice yükseltti.
Hayırlısıyla
bu salgın ülkemizi ve dünyayı terk ettiğinde, Koca’nın olmadığı bir medya bize
çok boş gelecek…
İşte
taraflı tarafsız milyonlarca kişinin güvenini kazanmış bir Bakan, hafta sonu
yasaklarının devam edip etmeyeceği ile ilgili bir soruya, sonucu flû
(bulanık-belirsiz) ama içeriği çok net bir cevap verdi geçen Çarşamba: “Bilim Kurulumuzun
bu yönde bir önerisi olmadı!” (3 Mayıs 2020 tarihli basın toplantısı, 21’inci
dakika…)
Buna
rağmen, Perşembe gecesi geç saatlerde 15 ilde hafta sonu sokağa çıkma kısıtlaması
uygulanacağı ile ilgili bir tebliğ yayınladı İçişleri Bakanlığı.
Ben
dâhil, milyonlarca kişi bu kısıtlamanın gereksiz ve hattâ Bakan Koca’nın
açıklamalarının ardından anlamsız bulduk.
Bu
beklenmedik kısıtlama, istisnalarıyla birlikte yaklaşık 45 milyon nüfusun hafta
sonu plânlarının değişmesi anlamına geliyordu. Etini, sütünü, yoğurdunu alıp
hazırlığını yapan işletmeler de hafta sonu pikniğe, denize, yazlığa gitmeye
hazırlanan aileler de vardı bunların içinde.
Hâl
böyle olunca tepkiler gecikmedi, çığ gibi büyüdü. Salgın sürecini iyi
yönetmekle takdir edilen Hükûmet, taraflı tarafsız milyonların bir anda hedef
tahtasına koyuldu.
Neyse
ki “Diktatör Erdoğan” (!), vatandaşının sesine kulak verdi ve ertesi gün öğle
saatlerinde kararı değiştirip yüreklere su serpti. Her ne kadar kararın Bilim Kurulu
tavsiyesiyle alındığını söyleyip Hükûmet’in hatâsı olmadığı algısı
oluşturulmaya çalışıldıysa da sonuç olarak hatâdan dönme erdemi gösterildi.
Nasıl Hükûmet’in salgın konusunda aldığı kararları ilk günden itibaren sonuna
kadar destekleyip uyduysak, o gün de yapılan hatânın karşısında durmak bir
vatandaşlık göreviydi.
Ortada
aynı günlere ait iki farklı karar olduğuna göre biri doğru, biri yanlış olmalı.
Doğruya Erdoğan tek başına karar verdiğini söylediğine göre, yanlış kimin
yanlışıydı acaba?
Erdoğan’ın,
kısıtlamaları sosyal medya mesajıyla kaldırmasının ardından akla takılan iki
soru var:
Birincisi,
eğer sokağa çıkmak riski arttıracaktı ise, bunu Bilim Kurulu neden bir gün önce
inkâr etti ve eğer gerçekten risk olduğu kanaatine binaen kısıtlama kararı
alındıysa, hangi akla hizmet, vatandaşın sağlığı riske atılarak karar iptal
edildi?
İkincisi,
madem kaldırılmasında bir sakınca yoktu, gece gece neden kısıtlama getirildi?
Perşembe
gecesi ve Cuma gününün ilk yarısı boyunca karara isyan edenlerin, Erdoğan’ın
iptal açıklamasının ardından Süleyman Soylu, Fahrettin Koca ve Tayyip Erdoğan
hakkındaki hiciv dolu esprilerini yazmaya kalksak, 18 yıllık icraatı nasıl
sahiplendiğimizi anlatmaya gücümüz yetmez.
Üniversite
sınavlarındaki tarih değişikliğinden kaynaklanan tepkiler çığ gibi büyürken,
bir de bu kısıtlama konusunu alay konusu yapmak yakışmadı velhasıl…
Kanunlar
ve cezalar uygulanmak için vardır!
Kanun
koymak, kanuna aykırı hareket etmenin cezasını belirlemek yetmez, uygulamak da
gerekir. Bugüne kadar benzersiz örnekte yaşandığı gibi salgın sürecinde de
öğrendik ki kanunlarımız birçok konuda yeterli.
Meselâ
karantina kuralları kanunla düzenlenmiş ve uymayanlara verilecek ceza
belirlenmiş. Keza salgın sebebiyle uygulanan sokağa çıkma kısıtlamalarına
uymamak da aynı ceza kapsamında değerlendirilmiş.
Peki,
bu kanun ve cezaî müeyyideleri gerçekten uygulandı mı bu süreçte?
Ben
bu soruya pek olumlu cevap veremiyorum maalesef. Caydırıcılığı arttırmak adına
belli yerlerde yapılan uygulamalar TV kanallarında haber olurken, ceza kesilen
vatandaşlar, kısıtlamalara uymayanların içinde azınlık kaldılar. Böyle olunca da
başkalarını mağdur etme ihtimâlleri üzerine ceza kesilenler, kendilerini mağdur
hissetmeye başladılar.
Türkiye
genelinde bu kapsamda cezaî işlem uygulanan yaklaşık 200 bin kişi 625 milyon TL
civarında bir yükün altına girerken, aynı yasaklara uymayan milyonlar görmezden
gelindi.
Bakan
Koca’nın paylaştığı fotoğraflara da konu olan o kadar çok ihlâl vardı ki
Türkiye çapında…
Çok
fazla uzağa gitmeden düşünün bakalım yasaklı günlerde balkonunuzda otururken
sokağınızdan gelip geçenleri… Benim mahallemden ne eskicisi, ne hurda kâğıt
toplayıcısı eksik oldu meselâ.
Bugün
artarak devam eden maskesiz sokağa çıkanlar başından beri vardı buralarda. Ekmek
almaya giderken yanımdan geçen polis nereye gittiğimi hiç sormadı bana. Bir
köpeği gezdirmeye iki kişi, bir köpek gezmeye günde beş kere çıktı.
“Aman
herkese ceza keselim” derdinde değilim elbette. Bu, zorlu sürecin ekonomik
mağdurlarını arttırmak olur. Ancak madem ceza olmadan kurallara uymuyoruz, o hâlde
o cezalar daha geniş kitleler için caydırıcı hâle getirilmeli yani ihlâl
yapanlar daha fazlası cezalandırılmalılardı.
“Peki, cezalar tahsil edilmeli mi?” diye sorarsanız, vereceğim cevap kocaman bir “Asla!” olur. Devlet, sürecin sonunda şefkatli yanını gösterip, şahıslara kesilen cezalardan ferâgat etmelidir. Toplumdaki genel beklenti de bu şekilde olduğuna göre, vatandaşının evde kalmasına bile gönlü râzı olmayan Başkan, bu cezaları da almaz…