BU satırları
okuduğunuzda -hayır çok uzaklarda olmayacağım- muhtemelen “Sedat Peker” nam
şahıs internete sekizinci videosunu yüklemiş olacak.
Ve
muhtemelen çevrenizdeki muhalif kardeşleriniz, keyifler gıcır vaziyette ve
sitayişle bu videodan bahsediyor olacaklar.
Mevlâna’nın
bir sözü vardır, bilirsiniz: “Bir lâfa bakarım lâf mı diye, bir de söyleyene
bakarım adam mı diye.”
O
yüzden mezkûr şahsın tek videosunu bile baştan sona izlemedim, izleyemedim.
Sosyal medyadan birkaç dakikalık denk gelen videoları yetti de arttı bile.
Üslûp,
içerik, mimikler, vücut dili, konuşma şekli, göğsüne kadar açılmış düğmeleri,
kolyesi… Son derece itici geldi. Lâflara baktım, lâf değil; söyleyene baktım,
bir şeye benzetemedim.
Muhalif
dostlarım keyifle izliyorlar Peker’i. Pazartesi günlerinin neşesi bir süredir.
İnsan kalender meşrebi olunca güzel çirkin aramıyor.
Onlar
için bir sözün ya da onu söyleyenin güzelliği, mevcut Hükûmet’e ve de hâliyle Erdoğan’a
karşı ne kadar salladığıyla alâkalı. Doğru olup olmamasının da ehemmiyeti yok.
Misâl,
bugün günahları kadar sevmedikleri Süleyman Soylu istifa etse, partiden ayrılsa
ve Erdoğan hakkında ileri geri konuşmaya başlasa, etleri yağları erir.
Biz
bunu Abdülatif Şener, Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi birçok örnekte
gördük.
Süleyman
Soylu geçen hafta iddialara cevap vermek üzere bir televizyon programına
katıldı. Normalde iddia sahibinden iddiasının ispatı istenir ama burası
Türkiye. İçişleri Bakanı bile olsanız, iddialar gerçekmiş gibi kabul edilir ve
siz bu iddiaların aksini ispat etmek zorunda bırakılırsınız.
Hatta
iddiaların “objektif şekilde araştırılabilmesi için” istifaya davet
edilirsiniz. İddia sahibinden, iddialarının ispatını istemek daha zahmetlidir
zira.
Her
iddia sonrasında birileri istifa edecek olsaydı, iktidarı da, muhalefeti de dâhil
olmak üzere bu ülkede görevini yapacak tek bir insan evlâdı bulamazdınız. Bu
paranteze kendimi de alıyorum aynı zamanda. Ama kafa bu, malzeme bu. Yapacak
bir şey yok.
İşin
garibi, gırtlağına kadar kirli işlere bulaşmış ve güven konusunda pek de temiz
sicili bulunmayan bir şahsın iddialarının karşısında, Devletin bakanlarının,
hatta Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarına pek de itibar edilmemesidir.
Meselâ
üzerine beton dökülmüş olan kuyulardan oluk oluk petrol çıkarıldığının
videolarını izleyenler gözleri ile gördüklerine inanmıyorlar ama bir mafya
liderinin iddialarına tav oluyorlar.
Buna
da yapacak bir şey yok. Arz-talep meselesi…
Normalde
bir mafya liderinden, hele de bu zat Turancı ve milliyetçi olduğu iddiasında
bulunan birisiyse, devletine, milletine ve dostlarına karşı dobralık ve
delikanlılık beklenir. Racon bunu gerektirir.
Mezkûr
zâta bakınca, ülkesinden kaçmış (ya da yabancı istihbarat tarafından
kaçırılmış), ülkesi ve mevcut Hükûmet aleyhinde konuşmak durumunda bırakılmış,
on yıllardır dostluk ve arkadaşlık ilişkisinde bulunduğu kişileri faş etmiş,
hatta özel görüşmelerinde aldığı kayıtları yayınlamış güvenilmez ve çaresiz bir
profil görüyorum.
Soyadı
Peker olsa da er kişinin yapmayacağı, yapamayacağı şeyleri yapmış ve geri
dönüşü olmayan bir yola girmiş birisi o. Pek de er değilmiş anlaşılan.
An
itibariyle kendisinin bir Can Dündar’dan, bir Ekrem Dumanlı’dan, bir Emre Uslu’dan farkı kalmamıştır.
Kendisinin
nereden yayın yaptığı bile Turancılığının ve milliyetçiliğinin sorgulanması
için yeterlidir. Sanırım hepimiz BAE ve emiri El-Nahyan’ın ne kadar Türkiye
sevdalısı (!) olduğunu biliyoruz. BAE Peker’e hâmilik ediyorsa, kara kaşı kara
gözü için olmasa gerektir.
“Bir
tripod ve bir kameraya yenilecekmişiz”, öyle diyor Peker. Tripod, video
kamera ve fotoğraf makinalarını sabitleme, yükseltip alçaltma gibi hareket
sağlama amaçlı kullanılan üç ayaklı bir alettir. O tripodun bir ayağı BAE, bir ayağı
MOSSAD ve bir ayağı CIA’ya basıyorsa, o kameranın çektiklerinden ne ülkemize,
ne de Peker’e bir fayda gelir.
Fas
istihbaratından bahsetmiyorum bile.
İşin
garibi, Peker, sırtını yasladığı belki de yaslamak zorunda kaldığı bu ülkelere,
sallayıp durduğu ülkesi kadar güvenmiyor olmalı ki eşinin ve çocuklarının
Türkiye’de kalmasını tercih etmiş. Bu ülkelere zerre miskal güven duyuyor
olsaydı, pekâlâ ailesini de yanında götürebilirdi.
Zerre
kadar güvenmediği, önünde sonunda ve işleri bitince kendisinden vazgeçeceklerini
bildiği bir konsorsiyum içerisinde Peker.
Yazık!
Güvenmediği ülkelerin hâmiliğinde, ailesini emanet ettiği ve kıllarına zarar
gelmeyeceğinden emin olduğu ülkesine, Türkiye Devleti ve Hükûmetine kendince
sallıyor.
Ve
çanlar onun için çalıyor. Nasıl bilirdiniz?
Kalınız sağlıcakla efendim…