Pehlivanlar ağlamaz!

Televizyon, internet ve GSM üçlüsünde sergilenen ve büyük pazara servis edilen filmler, diziler, yarışmalar, videolar ve sair paylaşımlar ile büyüyen nesil, kısa yoldan para kazanmanın hevesiyle şöhrete kavuşma adına her türlü değerden ödün vermeyi mubah görüyor.

GEÇEN yıl, pandeminin de tesiriyle aldığı reyting sayesinde zirveyi kimselere kaptırmayan, yapımcı ve yayıncı kuruluşun yüzünü güldüren ve bir reality yarışması olan “Survivor Türkiye”, 2005 yılından beri ülkemizde büyük bir ilgiyle izleniyor.

Kıyasıya mücadele, “Büyük Macera”, “Türkiye-Yunanistan”, “Aslanlar-Kanaryalar”, “Kızlar-Erkekler”, “Ünlüler-Gönüllüler” şeklinde farklı konseptlerde Palau, Panama ve Dominik Cumhuriyeti gibi turizmin cennet köşelerinde gerçekleştirilmekte olup, başlangıçta “Kuzey ve Güney” olan, şimdilerde ise “Kırmızı ve Mavi Takım” şeklinde adlandırılan gruplarla devam ediyor.

İlk şampiyon Uğur Pektaş’tan son şampiyon Cemal Can Canseven’e kadar tüm yarışmacılar, büyük ödüle ve devamında gelen sosyal medyadaki güce ulaşmak için canla başla mücadele ediyorlar.

Hem bireysel anlamda, hem de takım olarak direnç göstermenin yeterli gelmediği uzun soluklu bu yarışta, taktiksel ve psikolojik açılardan da rakibe üstünlük kurmak gerekiyor. Hâliyle bu durum, yarışın heyecan içinde geçmesine sebebiyet veriyor.

İzleyicinin büyük bir kısmı bu kaotik ortamdan beslenirken, diğer kısmı da kameralar önünde yaşananları reyting uğruna yapılan bir mizansen olarak yorumluyor.

Sonucu ne olursa olsun, ortada gözle görülen bir gerçek var; o da yarışmacıların, özellikle üne kavuşanların, adada yaşadığı zorlu mücadele koşullarına, zaman zaman kavgaya uzanan hakaretlere, en önemlisi de sinir harbine karşı gösterdikleri refleks.

Zaten yarışın galibini de fizikî güce dayalı bu performans ile dayanma azmi belirliyor.

Geçen yıl “Evde kal” mottosuyla kapandığımız evden izlediğim yarışmayı, neslin daha “faydalı projelerle” yarınlara ulaştırılmasına inanan biri olarak bu yıl “hiç” izlemedim. Ancak basına yansıyan bir haber hakkında kalem oynatmak istedim.

2021 yarışmacıları arasında yine herkesin yakından tanıdığı isimler var. Bunlardan biri de 33 yaşındaki Kırkpınar ve Kurtdereli başpehlivanlarından Antalyalı İsmail Balaban…

Geçen haftalarda gündem olan bir bölümde, Adnan Menderes Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunda tahsil gören şampiyon güreşçiye, yarışmacılardan biri hakarette bulunmuştu.

Hakaretle sonuçlanan görüntülere tepki verenler oldu. Bunlardan biri de Türkiye Güreş Federasyonu Asbaşkanı Süreyya Yoğurtçu’ydu. “Başpehlivan İsmail Balaban, bir Peygamber ve ata sporu olan yağlı güreş yapmaktadır. 660 yıllık bir geçmişe sahip olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bizim kültürümüzün bir parçasıdır ve ata sporumuzdur. Yağlı güreşler, içinde sevgi, saygı ve hoşgörüyü barındırır. Bu değerler bir güreşçi için her zaman kazanmaktan daha önemlidir. O yarışma ortamı, bu kültürle yetişen Başpehlivanımız İsmail Balaban’a ait bir yer değil, dolayısıyla o yarışmadan çekilmelidir” diyerek güreşçinin asıl yerinin er meydanları olduğunu belirtti.

Kırkpınar Ağası Seyfettin Selim ise, “Programı bıraksın gelsin, ne kazanıyorsa desteği ben vereceğim. Kendisini orada küçük düşürmesin ve yapılan saygısızlıklara boyun eğmesin. O, Türkiye’nin başpehlivanıdır” diyerek destekte bulundu.

Adı geçen yöneticilerin, ata sporumuza ve sporcularımıza sahip çıkmasını biz de destekliyor ve gurur verici buluyoruz. Bu davete rağmen güreşçimiz yarışmaya devam etti.

Bu yazıyı tamamladığımda ise, ilginç bir gelişme daha yaşandı; yarışmanın 16’ncı haftasında iletişim ödülü kazanan ünlüler takımındaki Balaban, “Melek gibidir” dediği annesinin, nişanlısı hakkında “Oğlum, hiçbir şey bıraktığın gibi değil! Dört aydır burada ölümlerden döndüm annem. Yine de sen bilirsin!” demesi ve ekran başında hüngür hüngür ağlaması karşısında çaresiz kaldı.

Şampiyonun aldığı “devam” kararına saygı duyuyoruz, ancak zemini kavgaya dayalı yarışmalara dâhil olan, gerek ünlülerin, gerekse gönüllülerin bu konuda hassasiyet göstermeleri en büyük temennimizdir.

Biz bu açıdan, yapımcılardan, devam eden Koronavirüs önlemleri kapsamında bugün başlayacak olan 17 günlük tam kapanma sırasında ve âhirinde, toplumun kültürel kodlarıyla örtüşen, özel hayatın gizliliğine saygı gösteren, eğlendirirken düşündüren ve geliştiren projeler bekliyoruz. Tıpkı “Gönül Dağı” dizisinde olduğu gibi…

Televizyon kanalları, dijital plâtformlar, Youtube kanalları, sosyal medya hesapları, “ünlü” ya da “fenomen” olarak nitelendirdiğimiz ve bizim izleyerek, takip ederek, beğenerek, yorum yaparak, oylamaya katılarak dâhil olduğumuz aktiviteler sayesinde ünlerine ün, gelirlerine de gelir katıyorlar.

Televizyon, internet ve GSM üçlüsünde sergilenen ve büyük pazara servis edilen filmler, diziler, yarışmalar, videolar ve sair paylaşımlar ile büyüyen nesil, kısa yoldan para kazanmanın hevesiyle şöhrete kavuşma adına her türlü değerden ödün vermeyi mubah görüyor. Yaşantıları ve söylemleri ile topluma örnek olma adına büyük sorumluluk üstlenmesi beklenen isimler, bu tür yarışmalara rağbet gösterdiklerinde hem azim ve alın terleriyle bulundukları pozisyonu sekteye uğratıyorlar, hem de temsil ettikleri sanat dalı veya spor branşına ve meslek grubuna zarar vermiş oluyorlar.

Ve hiçbir şey, karın tokluğundan tutun da vaat edilen şaşaalı yaşama kadar, şampiyonluğa giden yolda dökülen gözyaşından daha kıymetli değildir.

Bizden söylemesi, “pehlivanlar ağlamaz”!