GEÇEN yıl, pandeminin de
tesiriyle aldığı reyting sayesinde zirveyi kimselere kaptırmayan, yapımcı ve
yayıncı kuruluşun yüzünü güldüren ve bir reality yarışması olan “Survivor
Türkiye”, 2005 yılından beri ülkemizde büyük bir ilgiyle izleniyor.
Kıyasıya mücadele, “Büyük Macera”, “Türkiye-Yunanistan”,
“Aslanlar-Kanaryalar”, “Kızlar-Erkekler”, “Ünlüler-Gönüllüler” şeklinde farklı
konseptlerde Palau, Panama ve Dominik Cumhuriyeti gibi turizmin cennet
köşelerinde gerçekleştirilmekte olup, başlangıçta “Kuzey ve Güney” olan, şimdilerde
ise “Kırmızı ve Mavi Takım” şeklinde adlandırılan gruplarla devam ediyor.
İlk şampiyon Uğur Pektaş’tan son şampiyon Cemal Can Canseven’e kadar tüm
yarışmacılar, büyük ödüle ve devamında gelen sosyal medyadaki güce ulaşmak için
canla başla mücadele ediyorlar.
Hem bireysel anlamda, hem de takım olarak direnç göstermenin yeterli gelmediği
uzun soluklu bu yarışta, taktiksel ve psikolojik açılardan da rakibe üstünlük
kurmak gerekiyor. Hâliyle bu durum, yarışın heyecan içinde geçmesine sebebiyet
veriyor.
İzleyicinin büyük bir kısmı bu kaotik ortamdan beslenirken, diğer kısmı da kameralar
önünde yaşananları reyting uğruna yapılan bir mizansen olarak yorumluyor.
Sonucu ne olursa olsun, ortada gözle görülen bir gerçek var; o da
yarışmacıların, özellikle üne kavuşanların, adada yaşadığı zorlu mücadele koşullarına,
zaman zaman kavgaya uzanan hakaretlere, en önemlisi de sinir harbine karşı gösterdikleri
refleks.
Zaten yarışın galibini de fizikî güce dayalı bu performans ile dayanma azmi
belirliyor.
Geçen yıl “Evde kal” mottosuyla kapandığımız evden izlediğim yarışmayı, neslin
daha “faydalı projelerle” yarınlara ulaştırılmasına inanan biri olarak bu yıl “hiç”
izlemedim. Ancak basına yansıyan bir haber hakkında kalem oynatmak istedim.
2021 yarışmacıları arasında yine herkesin yakından tanıdığı isimler var.
Bunlardan biri de 33 yaşındaki Kırkpınar ve Kurtdereli başpehlivanlarından
Antalyalı İsmail Balaban…
Geçen haftalarda gündem olan bir bölümde, Adnan Menderes Üniversitesi Beden
Eğitimi ve Spor Yüksekokulunda tahsil gören şampiyon güreşçiye, yarışmacılardan
biri hakarette bulunmuştu.
Hakaretle sonuçlanan görüntülere tepki verenler oldu. Bunlardan biri de Türkiye
Güreş Federasyonu Asbaşkanı Süreyya Yoğurtçu’ydu. “Başpehlivan İsmail Balaban,
bir Peygamber ve ata sporu olan yağlı güreş yapmaktadır. 660 yıllık bir geçmişe
sahip olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bizim kültürümüzün bir parçasıdır ve ata
sporumuzdur. Yağlı güreşler, içinde sevgi, saygı ve hoşgörüyü barındırır. Bu
değerler bir güreşçi için her zaman kazanmaktan daha önemlidir. O yarışma
ortamı, bu kültürle yetişen Başpehlivanımız İsmail Balaban’a ait bir yer değil,
dolayısıyla o yarışmadan çekilmelidir” diyerek güreşçinin asıl yerinin er
meydanları olduğunu belirtti.
Kırkpınar Ağası Seyfettin Selim ise, “Programı bıraksın gelsin, ne
kazanıyorsa desteği ben vereceğim. Kendisini orada küçük düşürmesin ve yapılan
saygısızlıklara boyun eğmesin. O, Türkiye’nin başpehlivanıdır” diyerek destekte
bulundu.
Adı geçen yöneticilerin, ata sporumuza ve sporcularımıza sahip çıkmasını
biz de destekliyor ve gurur verici buluyoruz. Bu davete rağmen güreşçimiz
yarışmaya devam etti.
Bu yazıyı tamamladığımda ise, ilginç bir gelişme daha yaşandı; yarışmanın
16’ncı haftasında iletişim ödülü kazanan ünlüler takımındaki Balaban, “Melek
gibidir” dediği annesinin, nişanlısı hakkında “Oğlum, hiçbir şey bıraktığın
gibi değil! Dört aydır burada ölümlerden döndüm annem. Yine de sen bilirsin!” demesi
ve ekran başında hüngür hüngür ağlaması karşısında çaresiz kaldı.
Şampiyonun aldığı “devam” kararına saygı duyuyoruz, ancak zemini kavgaya
dayalı yarışmalara dâhil olan, gerek ünlülerin, gerekse gönüllülerin bu konuda
hassasiyet göstermeleri en büyük temennimizdir.
Biz bu açıdan, yapımcılardan, devam eden Koronavirüs önlemleri kapsamında
bugün başlayacak olan 17 günlük tam kapanma sırasında ve âhirinde, toplumun
kültürel kodlarıyla örtüşen, özel hayatın gizliliğine saygı gösteren,
eğlendirirken düşündüren ve geliştiren projeler bekliyoruz. Tıpkı “Gönül Dağı”
dizisinde olduğu gibi…
Televizyon kanalları, dijital plâtformlar, Youtube kanalları, sosyal medya
hesapları, “ünlü” ya da “fenomen” olarak nitelendirdiğimiz ve bizim izleyerek,
takip ederek, beğenerek, yorum yaparak, oylamaya katılarak dâhil olduğumuz aktiviteler
sayesinde ünlerine ün, gelirlerine de gelir katıyorlar.
Televizyon, internet ve GSM üçlüsünde sergilenen ve büyük pazara servis
edilen filmler, diziler, yarışmalar, videolar ve sair paylaşımlar ile büyüyen
nesil, kısa yoldan para kazanmanın hevesiyle şöhrete kavuşma adına her türlü
değerden ödün vermeyi mubah görüyor. Yaşantıları ve söylemleri ile topluma
örnek olma adına büyük sorumluluk üstlenmesi beklenen isimler, bu tür yarışmalara
rağbet gösterdiklerinde hem azim ve alın terleriyle bulundukları pozisyonu
sekteye uğratıyorlar, hem de temsil ettikleri sanat dalı veya spor branşına ve
meslek grubuna zarar vermiş oluyorlar.
Ve hiçbir şey, karın tokluğundan tutun da vaat edilen şaşaalı yaşama kadar,
şampiyonluğa giden yolda dökülen gözyaşından daha kıymetli değildir.
Bizden söylemesi, “pehlivanlar ağlamaz”!