Patolojik muhalefet anlayışı

Hiç unutmuyorum, ana muhalefet partisi genel başkan yardımcılarından ya da grup başkan vekillerinden bir tanesi, mealen demişti ki, “İktidar dünyanın en doğru, en iyi işini yapsa da elbette biz yanlış diyeceğiz ve karşı çıkacağız. Çünkü bizim muhalefet partisi olarak görevimiz budur”. Bu sözü televizyonlarda ağzından bizzat dinleyince, neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Şaşırmış ve şok olmuştum! “Bu kadar da olmaz!” demiştim. Bu tam da bir “patolojik muhalefet anlayışı”dır. Böyle bir anlayışı tedavi etmek mümkün değildir maalesef!

Kavramsal boyut ve mânâ derinliği

“MUHALEFET” kavramı; “hilâf, ihtilâf, hilâfet, halîfe” kelime ve kavramlarıyla etimolojik olarak aynı kökten gelmektedir. Terminolojik, epistemolojik, semantik ya da lugavî ve ıstılâhî olarak aralarında interaktif bir ilişki vardır.

Dolayısıyla kavramın yapısında yönetme, idâre etme (hilâfet) ile yönetme işine ya da idâre etme biçimine farklı mülâhazalarla karşı gelme, onun hilâfına davranma (muhalefet) tabiî olarak vardır.

Bu bakımdan yönetim olgusunun idâre mekanizmasının ve hilâfetin olduğu her yerde ve her toplumda kaçınılmaz olarak muhalefet vardır ve dünya durdukça, insanlık yaşadıkça da olacaktır.

Ayrıca ontolojik olarak “insan” denilen varlığın tabiatında ve potansiyel olarak da psikolojik yapısında bir şeye ya da herhangi bir şeye değişik gerekçelerle muhalefet etmek hep vardır.

İnsanın tabiatındaki bu muhalefet, Âdem’in çocuklarıyla başlamış ve günümüze kadar da gelmiştir. Bundan sonra Kıyâmet’e kadar da hiç durmaksızın ve kesintiye uğramaksızın devam edecektir.

Hatta insan denilen varlığın yaratılmadan önceki süreçlerinde dahi, zımnen de olsa bir nev’î muhalefet olgusu vardı.

Şöyle ki…    

“Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana hamd ederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler, Allah da, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” (Bakara Sûresi 30’uncu âyet; Diyânet İşleri Meâli-Yeni)

Bu âyette melekler, insanoğlunun yaratılışını baz alarak ve yaratıldıktan sonra da yeryüzünde İlâhî emre ve vahye karşı gelerek muhalefet yapması kuvvetle muhtemel olan bir varlığın yaratılması varsayımından hareketle, sanki zımnen Allah’a “muhalefet” ediyorlardı.

Ancak meleklerin bu “muhalefeti” özünde Allah’a değil, bilâkis insanoğlunun tabiatındaki ontolojik muhalefet potansiyeline yönelik idi.

Diğer yandan meleklerin “muhalifliği”nin, insanoğlunun cüz’î irâdesiyle yaptığı muhâliflikle uzaktan yakından hiçbir alâkası da yoktur.

Kaldı ki “muhalefet” kavramı, lugavî ve ıstılâhî olarak salt bir şekilde sadece negatifliği, olumsuzluğu, aykırılığı, karşı gelmeyi ve şerri içermez. Kimi zaman da pozitifliği, müspetliği, uzlaşmayı, bütünleşmeyi ve hayrı da içerir.

Meselâ, kimi zaman zâlimin zulmüne direnmek, karşı gelmek, isyan etmek bir erdemdir, bir “isyan ahlâkı”dır.

Ama indî (sübjektif) hevâ ve heveslerle, nefsânî arzu ve isteklerle, şahsî çıkar ve menfaatlerle, kişisel hırs ve öfkelerle, câhilî asabiyyet ve feodal kin ve intikam duygularıyla, ideolojik ve politik taassuplarla ve dahi “Firavunlaşmak” ve “Karunlaşmak” niyetiyle, ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirmek gibi bir iştiyak ve anlayışla, evet, sırf bu saiklerle körü körüne muhalefet etmek, bir erdem, bir ahlâk değildir. Hele hele bir “isyan ahlâkı” hiç değildir.

Ama yukarıda ifâde etmeye çalıştığım gibi, muhalefet kaçınılmazdır. Çünkü “Her şey zıddıyla kaimdir” fehvasınca, hilâfetin (iktidar, yönetim) olduğu yerde muhalefet (iktidara, yönetime karşı gelenler) mutlaka olacaktır. Bu, işin tabiatında vardır. Sosyalist jargondaki tez-antitez diyalektiğinde olduğu gibi...

Ama asıl mesele, kimin yanında ve neyin safında olup olmamakla alâkalıdır. Hakk’ın ve hakikatin yanında ve safında mı, yoksa İblis ve İblis gibi aldatanların yanında ve safında mı?

Hakk’ın ve hakikatin peşinden gidenlerden mi, yoksa İblis ve İblis’in peşinden gidenlerden mi olmak?

İşte bütün mesele budur ey insanoğlu! Olmak ya da olmamak!

Hilâfet kavramı, lugavî ve ıstılâhî olarak aslında dînî içerikli bir yönetim tarzını ifâde etmekle birlikte, muhalefet kavramıyla aynı kökten geldiği için, meselenin vuzûha kavuşması ve daha iyi anlaşılabilmesi maksadıyla burada kullanılmıştır.

Ülkemizdeki muhalefetin yapısı ve muhalefet etme biçimi

Takdir edileceği üzere şu anki idâre tarzımız cumhuriyettir ve rejimin adı da demokrasidir. Oluşturulan Anayasa ile iktidar ve muhalefet kavramları Anayasa’ya girmiştir. Bunların temsilcileri de yine anayasal kurumlar olan partilerdir.

Demokratik seçimler mârifetiyle kimi parti/ler iktidara gelir, kimileri de muhalefette kalır; tâ ki yeni bir seçim oluncaya kadar…

Muhalefette kalan partiler meşrû yoldan iktidara gelebilmek için çalışırlar, propaganda yaparlar, vatandaşın ayağına giderek kendilerini anlatırlar, projelerini tanıtırlar ve çeşitli vaatlerde bulunurlar. Medenî şekilde bunu yaparlar; daha doğrusu, yapmaları gerekir. Aynen Batı ülkelerinde olduğu gibi…

Ama bizim ülkemizde bu işler medenî bir şekilde olmuyor maalesef! Bizde vatandaş (seçmen), partililer, parti yöneticileri ve milletvekilleri tarafından hem dövülüyor, hem sövülüyor, hem de kulağının içine doldura doldura küfrediliyor, hakaret ediliyor ne yazık ki!

Çünkü kim ne derse desin, biz hâlâ Ortadoğulu bedevî bir toplumuz. Medenîleşme sürecini henüz tamamlayamadık maalesef!

Siz, Batılı ülkelerde vatandaşını, seçmenini döven, söven, aşağılayan, hakâret eden bir milletvekili, bir parti yöneticisi, bir lider hiç gördünüz mü?

Bırakınız dövmeyi, sövmeyi de, aksine vatandaş/seçmen yeri geldiğinde pastayı, yumurtayı yapıştırıyor parti liderinin suratına, buna rağmen parti lideri kılını dahi kıpırdatmıyor ve partililer de vatandaşı/seçmeni dövmek için topyekûn hücuma geçmiyor.

Böyle particilik, böyle muhalefet, böyle siyâset hiç olur mu? Böyle bir şey hiç kabûl edilebilir mi?

Ama biz bize benzeriz. Dediğim gibi, biz hâlâ bir Ortadoğu toplumuyuz. Kendimizi kandırmaya hiç gerek yok. Sadece bu konuda mı? Etrafınıza bakın, aslında her konuda…

Bu durum Müslüman Türk milletine hiç yakışıyor mu?

Önyargısız bir şekilde şapkamızı önümüze koyup derin derin düşünmenin ve dahi nefsimizi murakabeye çekip özeleştiri yapmanın zamanı hâlâ gelmedi mi?

Bana göre çoktan geldi ve geçti bile. Lâkin “Zararın neresinden dönersek kârdır” deyip, bir an önce bu işe başlamamız gerekiyor sanırım.

Diğer yandan, bizdeki muhalefet anlayışı, iktidarın ak dediğine kara, kara dediğine de ak demek şeklinde tezâhür ediyor.

Siz, Batı’da böyle bir muhalefet anlayışına hiç şahit oldunuz mu?

Hiç unutmuyorum, ana muhalefet partisi genel başkan yardımcılarından ya da grup başkan vekillerinden bir tanesi, mealen demişti ki, “İktidar dünyanın en doğru, en iyi işini yapsa da elbette biz yanlış diyeceğiz ve karşı çıkacağız. Çünkü bizim muhalefet partisi olarak görevimiz budur”.

Bu sözü televizyonlarda ağzından bizzat dinleyince, neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Şaşırmış ve şok olmuştum! “Bu kadar da olmaz!” demiştim.

Bu tam da bir “patolojik muhalefet anlayışı”dır. Böyle bir anlayışı tedavi etmek mümkün değildir maalesef!

İşte bizdeki muhalefet anlayışı budur! Bu tür anlayışı Batılı demokrasilerde göremezsiniz. Bu yargıyı Avrupa’nın çeşitli ülkelerini gezmiş ve belirli sürelerle içlerinde kalmış birisi olarak söylüyorum.

Ülkem adına, milletim adına, devletim adına, demokrasi adına, iktidar ve muhalefet partileri adına hüzün verici ve acınası bir durum ne yazık ki!

Böylesine çarpık anlayışlarla ülkedeki demokratik havanın, demokratik kültürün ve demokrasi kalitesinin artması da ufukta ve imkân dâhilinde görünmemektedir maalesef.