DÜŞMAN doğru
belirlenmezse farklı mecralarda yol alınır, olaylar ve klişe oluşumlar
kendisini tekrar eder. Düşmanı küçük gören, düşmanın saldırısından kurtulamaz.
Düşmanın en sadık dostu araçlardır. Hayat dinamik olduğundan, günlük işlerin,
oluşumların, siyasetin ve yol almanın tercihi dinamizm olmalıdır. Statik
durumlar sadece referans belirler, dinamik hayatın ilerleyişinde etken rol
oynamaz.
Türkiye
günlerdir yangınla canhıraş mücadele ediyor. Devletin bütün birimleri sahada alevlerle
mücadele ederken, çok ciddî saldırı ve eleştiri de peşi sıra geliyor. Bir defa
şunu açıkça ifade etmek gerekiyor: Toplum olarak az okuyor, çabuk unutuyor ve
gündelik siyâsî işlerle çok meşgul oluyoruz.
Türkiye’nin
dört bir yanında yangınlar çıkartılması, devlet düşmanlarının işleri kötü
gittiğinde teröre müracaat edeceği bir saldırı türüdür. Bu durum otuz yıl
öncesinde yazılan makale, bazı köşe yazıları ve kitaplarda yer alıyor. Sadece
küçük bir azınlık olarak görülüp dağda kaldıkları düşünülen teröristler her
yerde rahatça dolaşıyorlar.
Ormanları
yakanların teröristler olduğu çekilen videolarla ortaya konuluyor. Ağaçların
diplerinde patlamaya hazır havai fişek ve benzer yanıcı maddeler duruyor. Bu
tür durumlar özellikle Türkiye’den yayın yapan yabancı lisanlı TV kanallarında
açıkça ortaya konuluyor. Bir TV kanalı, drone, İHA ve diğer terör örgütünün
ormanı yakmalarına dair tüm çekilmiş videolarını yarım saat boyunca İngilizce
yayınıyla servis ediyor. Aynı TV kanalının Türkçe kanalı ise bu görüntüleri
vermiyor.
Su
taşkınları, seller, depremler, toprak kaymaları, çığ, fırtına, hortum ve
yangınlar, insanlığı tehdit eden birer doğal afettir. Ancak son günlerdeki orman
yangınları terörün silah kullanım şeklidir.
Teröristlerin
ormanları yakmalarının iki ana nedeni var: Birincisi, Türkiye son yıllarda
terör örgütü ile hiç olmadığı kadar ciddî şekilde mücadele etti ve büyük
başarılara imza attı. Böylece terör çok ciddî kan kaybetti ve şimdilerde yaşam
mücadelesi veriyor. Yedi yüz gündür evlât nöbeti tutan Diyarbakır Anneleri ilk
defa terör örgütüne toplumsal geri bildirim yapıyor.
İkinci
neden ise, terörün uzantısı ve siyâsî ayağının, seçim öncesi yeni bir hamle ile
demokrasi dışı yollardan yönetimi ele geçirme kavgası veriyor olmasıdır.
Yazımızın
başlarındaki, “Toplum olarak az okuyor, çabuk unutuyor ve gündelik siyâsî
işlerle çok meşgul oluyoruz” ifadesi, ciddî bir durum için yazıldı. İttifakların
sadece sistem değişikliğinden dolayı ortaya çıktığı düşünülürse büyük bir
yanılgı içinde olunur. Bu ittifaklar yıllar öncesinde vardı ve son yıllarda
aşikâr olmasında sorun olmadığı için ortaya çıktı. Peki, otuz yıl öncesinden
bunları gördük mü?
Normal
şartlarda dış saldırı, doğal afet ve beklenmedik olaylarda en azından toplu bir
mücadele verilir ve belâ def edildikten sonra eleştiriler yapılır. Bu
eleştiriler mevcut durumdaki hataların bir daha yaşanmaması üzerine yapılıp
toplumun genel kabulünü barındıran tenkitler olur. Ancak ülkemizde böyle
olmuyor. Her şeyi her şartta ve her fırsatta eleştirenler, tamamen olumsuz ve
yönetimi demokrasi dışı yollardan ele geçirmek için böyle yapıyorlar.
Şunu
açıkça ifade etmek gerekir: “Eleştiri” çok kıymetli ve çok önemli bir husustur.
Eleştiriye bakarsınız, haklı ise hatayı yapmaz, yolunuza devam edersiniz.
Eleştiride haklılık payı yok ise, doğruyu yapmaya devam edersiniz. Ancak her şeyi
eleştirenlerin bu konumda oldukları söylenemez.
Ülkemizde
eleştirilerin çoğu “eleştirmiş olmak için eleştirmek” ve sırf “demokrasi dışı
yollardan ipi göğüslemek için” yapılıyor. Demokrasi dışı yollardan ipi ele
geçirmek için yola çıkanlar yıllardır böyle ilerliyorlar. Sadece aparatları,
kuklaları ve maşaları değişiyor. Terör, ihanet içinde olanlar ve tali yoldan
ipi ele geçirmek isteyenler aynı amaca çalışıyorlar.
Yapılan
eleştirileri dört ana başlık altında toplamak gerekir.
Birincisi:
Farklı bir siyâsî tarafta olduğu için olayın sadece bir yönünden bakıp,
zamanında çözüm üretmemenin nedenini sormak isteyenlerin yaptığı eleştiriler...
Haklılık payı içeren bu eleştiri türünü yapanlar, nedense ormanları yakanları
hiç eleştirmiyorlar. Bu nedenle ülkeye değil, farklı bir tarafa yontmuş oluyorlar
konuyu. Hatırı sayılır bir kitle olsa da ülkemizden ziyade farklı bir amaca
çalışmış durumuna düşüyorlar. Çünkü “Ormanları yakanlardan hesap sorulsun” bile
demiyorlar.
İkincisi:
Her şeye, her zaman ve her olayda itiraz edenler… Bunlar ya patolojik vakıa
olanlar ya da kin, nefret ve öfke ile düşmanca yapılan eleştirilerin
sahipleridir. Azınlık olan bu gruplar, maalesef, terör ile aynı çizgide yer
aldıklarını görmüyorlar. Tam anlamıyla devleti eleştirerek, devleti itibarsızlaştırmak,
yönetilemeyen bir durumda ve güçsüz göstermeyi amaçlıyorlar. Böylece hem
yönetim değişikliği, hem bir şekilde “darbe”, hem de terörü haklı çıkarma amacı
güdülmüş oluyor.
Üçüncüsü:
Tamamen pozitif, bilim çerçevesine/hayatına yön veren, düşünce sistemi böyle
olan ve ülkenin olumlu ilerlemesinin bu şekilde olacağına inananların yaptığı
eleştiriler... Bunlar Batı modernizminin etkisinde olup, ülkenin ancak bu
şekilde yükseleceğini savunanlardır. Ancak bunların unuttukları ya da farkında
olmadıkları durum, bilim, teknoloji ve sanayi açısından savundukları Batı
gelişmişliğinin haklılığı yanında sosyolojik olarak yanlışlığı görememeleridir.
Gelenek, gönül ve irfan gibi kavramları bilmeyen Batı’nın Şark insanına
sosyolojik cevabı olamaz.
Dördüncüsü:
“Bizden görünen” sinsiler... Bunların tek hedefi, tamamen şahsî çıkarlarıdır.
Bunlar her dönem iktidarın içinde olabilen ya da iktidara yakın duranlardır.
Bunlar şahsî çıkarlarını devlet, millet ve vatan çıkarları üzerinde
görenlerdir.
Mücadele
devam ediyor!
Çanakkale’de
omuz omuza veren analarımız, şimdilerde de Manavgat’ta, Antalya’da yine omuz
omuza itfaiyeye, devlete yardım ediyorlar. Yangınları söndürmek için canhıraş
çalışıyorlar. Ayaklarının altı öpülesi analarımız, hakkınızı helâl ediniz!
Devlet
hızlı bir şekilde yangınlarla mücadele ediyor. Gören göz ve akleden kalp bunu
idrak eder, bu gayrete duâ eder. Bazı ormanlık alanlarda mangal yakılması
yasaklandı. Mangal, semaver ve ateş yakılması yasak olan yerler belirlenecek ve
her yer topluma açılmayacak. Ormanlara giriş yasağı getirildi. Peki, bu
tedbirleri hâdiseler “olmadan önce” neden almıyoruz?
Türkiye,
olaylar olduktan sonra makul ve takdir edilesi çözümler üretmenin aksine, olaylar
olmadan önce “sorunlara” çözüm üretmekte hâlâ bilindik noktada duruyor. Dinamik
yapılanma ivmeleneceği yerde statik durumdan destek alıyor. Bu durum her defasında
sıkıntılarla yüzleşmeye neden oluyor.
Türkiye
çok kıymetli, nadir, nazenin ve aziz bir ülkedir. Bunun için sistem değişse
bile statik ve bilindik yönetim anlayışından dinamik ve kuantum etkili yönetim
anlayışına geçmekte güçlük yaşıyor. Ancak bunu aşmayı başardığı takdirde üç
kıtada en güçlü devlet olmasının önünde bir engel kalmayacaktır. Bunu
başarmanın tek yolu, gerçek düşmanı belirleyip onunla savaşmaktır.
Yoksulluk,
ayrılık ve bilgisizlik/deneyimsizlik gibi üç büyük düşmanı “düşman” olarak
kabul edip öncelikle bunlarla savaşmalıyız. Bu durum gençliği yakıyor.
Zenginin
daha zengin olduğu durumdan kurtulup yoksulun aşını salça ile pişirdiği bir
duruma evirilmeliyiz. Yoksulluğun başını ezmeliyiz. Ülkede her noktada çok
farklı ve aykırı fikirler bütünlüğe değil, ayrışmaya hizmet ediyor, bunu da
ortadan kaldırmalıyız. Yoksulluk ve ayrılık sorunlarının da çözümüne katkı
sağlayan bilgisizlik, beceriksizlik ve cehalet ile mücadele etmeliyiz.
Bu
üç büyük düşman ile savaşır ve sonunda galip gelirsek, ülke çok daha iyi bir
duruma yükselecektir. İnşaat, perakende ve turizmin ekonominin lokomotifi
olmaktan çıkıp dördüncü sanayi devrimi teknolojileri ve sosyolojik yapılanma
ile yeniden çağ atlayabiliriz. Bunun için ehliyet, liyakat ve becerikli
kişilerin söz sahibi olması zorunludur.