Particilik üzerine

Onlar yüce gönüllüdürler. Dünyanın hâllerine ve dünyevîleşmek isteyenlere gülüp geçerler. Mevki-mâkâm, şan-şöhret için inançlarını ve inandıkları değerleri üç kuruşluk bir ücret karşılığında satmazlar. Allah’ın hatırı dışında başkalarının hatırı için kaypaklık yapmaz, hakkı ve hakikati haykırmaktan geri durmazlar. Emek sömürüsü yapmazlar. Asalakça yaşamazlar. Başkalarının sırtından kazanç sağlamazlar. Angarya hiç kimseyi çalıştırmazlar. Haklının hakkını haklıya, hak sahibi talep etmeden, hemen verirler…

HER şeyden önce giriş cümlesi olarak şunu belirtelim ki, partiler anayasal kurumlardır ve demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurlarıdır.

Bu bağlamda demokratik sistemlerle idâre edilen toplumlarda mutlaka partiler olacaktır ve doğal olarak vatandaşlar da istedikleri partilere oy vereceklerdir.

Burada sorun yoktur…

Sorun, partiyi yönetenlerin, partiye üye olanların, partiye oy verenlerin ve sempati duyanların particiliğe yükledikleri anlam, partilere verdikleri önem, partilerle kurdukları ilişkiler, particilik algıları, particilik davranışları, partici ve partizanların kendi partilerine oy versin veya vermesin diğer insanlara olan yaklaşım tarzlarında ve bakış açılarındadır.

Hele de bizde particilik tam bir fanatiklik ve ideolojik taassup ekseninde yapıldığı için, günün sonunda iş siyâsî kan dâvâlarına kadar dönüşebilmektedir. Siyaset sosyolojisi açısından mezkûr olgu ve olay çığırından çıkarılarak, politik süreçler içerisinde toplum kamplaşmalara, kutuplaşmalara ve siyâseten bölünmelere dûçâr olabilmektedir.  

Böyle bir durumun tarihî ve sosyolojik arka plânında ideolojik, politik, etnik, ekonomik ve dincilik boyutunda (sahih İslâm değil) çok değişik sebepler vardır.

Bu saymaya çalıştığım unsur ve parametrelerin yansımaları da bizim ülkemizde ve bizim toplumumuzda çok yoğun ve çok keskin bir şekilde yaşanmaktadır.

Ama her ne olursa olsun, parti kurmak, parti yönetmek ve partiler kanalıyla ülkenin yönetimine talip olmak, gerçekten ülkeye hizmet etmek isteyen samimî siyâsetçiler için hiç de kolay işlerden değildir. Dolayısıyla bütün bunları yapanları ve bu işlerde samimî ve başarılı olanları kutlamak gerekir.   

Yeter ki parti liderleri ve parti yöneticileri yerli ve millî olsunlar! Yeter ki uluslararası egemen güçlerin, çok uluslu vakıf ve şirketlerin, emperyalist devletler ve sömürgeci ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesinler, onlarla iş tutmasınlar! Ne pahasına olursa olsun, onların oyuncağı olmasınlar! Şahsî ve siyâsî emelleri için onlara uşaklık yapmasınlar, onlara ülkelerini satmasınlar! Müstevlîlerin suflî emellerine âlet olmasınlar! Onların şeytânî tuzaklarına düşmesinler! İçerideki siyâsî muarızlarını devirmek için dış güçlere âlet olup onlara maşalık görevi yapmasınlar!

Bizde particiliğin, partili olmanın ve particiliği ne pahasına olursa olsun, körü körüne savunmanın çok çeşitli etmenleri olsa da, aslında ve özünde bunun iki temel parametresi vardır.

Bunlardan bir tanesi ideolojik ve politik, diğeri ise ekonomiktir. Dolayısıyla bu tezimizden hareketle, ana gövdede iki türlü partinin varlığından söz edebiliriz. Bunlardan bir tanesi uçlarda gezinen ideolojik ve marjinal partiler, diğeri ise kendini daha merkezde konumlandıran kitle partileridir.

İdeolojik partilerin iktidara gelmek gibi pek fazla bir dertleri yoktur. Yüzde 1 oy alsalar dahi onların amacı ideolojik, romantik ve nostaljik takılmak ve sloganik söylemler üreterek hayatiyetlerini ve varlıklarını ilelebet devam ettirmektir.

Bu tür marjinal ideolojik partilerin hedefinde genelde gençler, özelde de üniversite gençliği vardır. Bu partiler, kurulu düzene karşı gençleri tahrik ve provoke ederek, bu tecrübesiz gençler üzerinden toplum ve devlet üzerinde etki yaratmaya çalışırlar. İdeolojik takılan gençler de partilerini körü körüne, tavizsiz bir şekilde, ölümüne savunur ve desteklerler.

Kitle partilerine gelince, bunlar hemen hemen her kesimden ve her renkten oy alabilirler. Bu yüzden bu partilerin oy oranları oldukça yüksektir. Bu partilerin amacı bir taraftan ülkeye hizmet etmek, bir taraftan da mümkün olduğu ölçüde taraftarlarına, mensuplarına ve kendisini destekleyenlere ekonomik rant sağlamak ve devlet hazinesinden usulüne uygun şekilde ulûfe dağıtmaktır.

Kitle partilerine oy veren ve destekleyenlerin amaç ve beklentisi de, ortada duran pastadan ve ekonomik ranttan hisselerine düşen payı güçleri yettiği kadar alabilmektir. İşte bu yüzden yani ekonomik, bürokratik ve istihdam imkânları sebebiyle insanlar, bu kitle partilerini oylarıyla besler ve desteklerler.

Bazı memleket sevdalısı idealist insanlar ise, iktidar güçlerinden ya da iktidara gelebilecek partilerden hiçbir ekonomik, bürokratik, politik rant ve ikbâl beklemeden, gerekirse vatan için, millet için, devlet için ve inançları gereği bu toplumun maslahatı üzere oylarını götürüp bu partilere sade bir vatandaş gibi verirler.

Bu idealist insanların iktidar çevrelerinden hiçbir beklentisi olmadığı gibi, iktidar çevreleri nezdinde de bunların hiçbir yeri ve değeri yoktur. Ne kadar karakterli ve ne kadar kaliteli olurlarsa olsunlar, sonuç değişmez. Çünkü bu idealist insanlar, diğerleri gibi hesabî değil, hasbîdirler!

İktidar sahipleri çevrelerindeki insanlardan mutlak itaat ve biat beklerler. Yalaka ve yağcılık yapanlardan çok hoşlanırlar. Alkışlanmaya bayılırlar. Eleştirilmek hiç işlerine gelmez ve bundan da hiç hazzetmezler. Onun için etraflarında kaliteli ve karakterli insanları bulundurmak ve barındırmak istemezler.

Bunlara ilâveten, bir de bölücü partiler vardır. Onların amacı memlekete hizmet etmek değil, sadece ve sadece siyaseten bölünme peşinde koşmaktır. Varlıklarının esbâb-ı mucîbesi işte budur. İşleri güçleri bölücülüktür ve bunu için de ellerinden ne geliyorsa pervasız bir şekilde yaparlar. Neredeyse mesailerinin tamamını buna harcarlar.

Bizim gibi saf ve iyi niyetli insanlar ise, idealist oldukları için canhıraş bir şekilde doğruları söylemeye, hakkın ve hakikatin yanında durmaya, mazlumların hukukunu savunmaya çalışırlar. Güçleri yettiğince müstebit, müstekbir, mütekebbir ve muktedirlerin haksız uygulamalarına karşı çıkarlar. Bu müstebit, müstekbir, mütekebbir ve muktedirlerin ırkı, rengi, milliyeti, cinsiyeti, dini ve imanı ne olursa olsun... 

Bunlar, güçlerini Allah’ın fıtratlarına yüklediği mâşerî vicdandan alırlar. Bunlar doğruların, adâletin ve âdil olanların yanında saf tutarlar. Kur’ân’ın kendilerine yüklediği misyon gereği, en yakınları da olsa, doğruluk üzere şahitlik yaparlar. Haklıya “Haklı”, haksıza da “Haksız” demekten çekinmezler. Mustaz’afların (zayıfların, ezilenlerin) hakkını ve hukukunu savunurlar. Zulüm kimden gelirse gelsin, ona karşı çıkarlar.

Parti taassubu ve fanatizmiyle hareket etmezler. İyi niyet ve yapıcı bir anlayışla insanları uyarmaya çalışırlar. Bu hakkı, gücü ve yetkiyi de, Allah’ın Resûl üzerinden her Müslümana farz kıldığı “Kum ve unzur!” (Kalk ve uyar!) İlâhî düsturu ve misyonundan alırlar. Amaçları Allah rızası için “Emri bi’l ma’ruf ve’n-nehyi ani’l münker” çerçevesinde hareket etmektir. Kula kulluk bir tarafa, Allah’tan başka hiç kimseye kulluk yapmazlar. Kimsenin omuzuna ve başına basarak yükselmek ve saltanat kurmak istemezler!

Onlar yüce gönüllüdürler. Dünyanın hâllerine ve dünyevîleşmek isteyenlere gülüp geçerler. Mevki-mâkâm, şan-şöhret için inançlarını ve inandıkları değerleri üç kuruşluk bir ücret karşılığında satmazlar. Allah’ın hatırı dışında başkalarının hatırı için kaypaklık yapmaz, hakkı ve hakikati haykırmaktan geri durmazlar. Emek sömürüsü yapmazlar. Asalakça yaşamazlar. Başkalarının sırtından kazanç sağlamazlar. Angarya hiç kimseyi çalıştırmazlar. Haklının hakkını haklıya, hak sahibi talep etmeden, hemen verirler…

Kim mi bunlar?

Bunlar, “Allah’ın has kulları” gibi olmak ve insanları “hayra dâvet” etmek isteyenlerdir! Ebubekir gibi sadakat timsâli; Ömer gibi adâlet timsâli; Osman gibi hayâ timsâli; Ali gibi cesaret timsâli; Hamza gibi yiğitlik timsâli; Halit bin Velid gibi kahramanlık timsâli; Ebu Hanife gibi ilim ve rey timsâli; Mâturîdî gibi akıl, düşünce ve tefekkür timsâli; Alpaslan, Kanûnî, Fatih gibi mefkûre ve ülkü timsâli; Hacer gibi hicret timsâli; Meryem gibi iffet timsâli; Hatice gibi sadakat ve cömertlik timsâli; Aişe gibi dirâyet timsâli; Fâtıma gibi kocasının ve evlâtlarının şahadetlerinin şerefine nail olmak timsâli, onlar, hak bir dâvânın şerefli temsilcileriydiler...

Onlar, kutlu bir yolun çilekeş yolcularıydılar...

Onlar, aydınlık bir menzile doğru kanat çırpan gurbet kuşlarıydılar...

Onlar yarı yolda hiç tökezlemediler!

Selâm olsun hak dâvânın şerefli temsilcilerine!

Selâm olsun kutlu yolun çilekeş yolcularına!

Selâm olsun aydınlık menzile doğru kanat çırpanlara!

Selâm olsun, selâm olsun, selâm olsun onlara ve aydınlık yarınlara!