Paris İklim Anlaşması hakkında

Petrol ve doğal gaz başta olmak üzere enerji kaynakları bakımından dışa bağımlı olan Türkiye’nin petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtı kullanmak yerine güneş ve rüzgâr enerjisi kullanarak hem dışa bağımlılığını ortadan kaldıracağı, hem de ekonomisi için büyük bir yükten kurtulmuş olacağı gibi söylemlerin oldukça iyimser görüşler olduğu açıktır. Çünkü atmosfere salınan sera gazı ile iklim değişikliğine yol açan Çin-Hindistan-ABD gibi ülkeler sera gazlı kaynakları kullanmaya devam ederken, diğer ülkelere yenilenebilir enerji kaynaklarını (güneş-rüzgâr) tavsiye etmektedirler. Bu tavsiyenin siyâsî amaçlardan uzak olması mümkün değildir.

YERYÜZÜNE ulaşan Güneş ışınlarının yaklaşık yarısının yeryüzünden yansıdığı bilinmektedir. Özetle atmosfer, sera gazı olarak da nitelendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit gibi gazlar sayesinde yeryüzünden yansıyan Güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne göndermektedir. Canlıların yaşaması için öngörülen 15 santigrat derecelik ısı düzeyi, “sera gazı” denilen bu gazlar sayesinde artmaktadır.

Sanayi faaliyetleri, atmosfere yansıyan sera gazlarının artmaları için de önemli bir başlangıç olmuştur. Atmosferdeki karbondioksit oranının artmasında en çok pay sahibi olan maddeler ise kömür gibi fosil yakıtları ve ormanların azalmasıdır.

İklim değişikliğinin sonuçları ise sıcaklık artışı, kuraklık, sel baskınları ve şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarıdır. Okyanus ve deniz suyu seviyelerinin yükselmesi, okyanuslardaki asit oranlarının artması ve buzulların erimesi yeryüzündeki canlı türleri için önemli bir tehdit kaynağıdır.

Türkiye’nin çevresinde bir iki derecelik sıcaklık artışı; kuraklık, su kaynaklarının azalması, sel baskınları, art arda başlayan orman yangınları, tarımsal ürünlerde ve çeşitlerde kayıplar ve nihayet biyolojik çeşitlilikte azalmalara kuvvetle muhtemel birer nedendir. Indiana’daki Notre Dame Üniversitesindeki bir grup araştırmacıya göre, iklim değişikliğinden dolayı en çok risk altında olan ülkeler Singapur, Ruanda, Çin, Hindistan, Solomon Adaları, Butan, Botsvana, Gürcistan, Kore Cumhuriyeti ve Tayland’dır.

Ancak bu konuda bilim insanları tek bir görüşte ittifak etmiş değildirler. İklim değişikliğinden ve onun geriye dönülemez ölümcül sonuçlarından söz edenlerin yanında “iklim değişikliğinin hayâlî bir korkuya” dayandığını savunanlar da bilinmektedir. Bunların görüşüne göre, iklim değişikliği tehdidi ile bazı ülkeler üzerinde baskı kurulmaya çalışılmaktadır. Avrupa Birliği (AB) bu hayâlî tehdidin sahipleri arasındadır.

AB kurumlarından olan İklim Değişikliği Paneli (IPPC), “iklim değişikliği tehdidini geliştiren ve yayan” bir kuruluştur.

İklim değişikliği görüşünü bir kurgu/hayâl olarak görenlerin iddiasına göre, fosil yakıtların kullanılmasının yaygınlaşması ile sıcaklık artışının gerçekleştiğini ispatlamak mümkün değildir. Fosil yakıtların kullanılmasının arttığı devrede dünyadaki sıcaklık artış hızı azalmıştır.

İklim değişikliğini bir fantezi olarak görenlerin iddiasına göre, iklim, eskiden beri her zaman değişir ve değişecektir.


İklim değişimi doğal ve öngörülemezdir

Karbondioksit, hayatın devamlılığı için faydalı bir gazdır. Artması veya azalması ufak tefek ve yöresel bazı olumsuz etkilere yol açmıştır. 20’nci yüzyılın başından beri karbondioksit miktarında bir artış olmuştur. Geçen iki asırda ise sıcaklık 1 derece artmıştır. Bu artışta insan kaynaklı etkiler 1960’lardan sonra gözlenmiştir. İklim değişimi doğal ve öngörülemezdir.

İklim değişikliği gibi nedenlerle dünyanın sonunun yaklaştığını vurgulayan sivil toplum kuruluşlarının “bu hayâlî tehdidin artmasına ve bir panik havasının yayılmasına katkıda bulunduğu” iddia edilmektedir. Greenpeace (2019’da finansal varlığı 100 milyon dolarlık finansal varlığa sahip), Nature Conservancy (2019’da 100 Milyon doları aşan finansal varlığa sahip), World Wild Life Fund (WWLF) (300 milyon dolarlık finansal varlığa sahip), bu konuda adı en çok duyulan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların küçümsenmeyecek bir finans kaynağına nasıl sahip oldukları önemlidir.

Bu kaynaklarda payı olan sermaye ve hükûmet çevrelerinin adı geçen sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde de yönlendirici oldukları açıktır.

BM 21’inci İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP21) 12 Aralık 2015’te, Paris’te “İklim Anlaşması” olarak bir sözleşmeyi kabul etmiştir. Bu sözleşmeyi Nisan 2016’ya kadar 190’dan fazla ülke kabul etmiştir. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibarı ile küresel sera gazı emisyonunun yüzde 55’ini oluşturan en az 55 taraf ülkenin onaylaması şartının yerine gelmesinin sonunda 4 Kasım 2016’da yürürlüğe girmiştir.

Paris İklim Anlaşması, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi hedefler için BMİDÇS’nin (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) uygulanmasını öngörmüştür. Anlaşmanın uzun vadeli hedefi ise küresel sıcaklık ortalamasını Sanayi Devrimi öncesine taşıyıp 2 santigrat derece azalmasını sağlamaktır.

Düşük sera gazı emisyonlu kalkınmanın temin edilmesi ve gıda üretiminin korunması gibi konular, anlaşmanın hedefleri arasında sayılmıştır.

İklim Anlaşması ile Türkiye’nin bir kazancı olabilir mi?

Petrol ve doğal gaz başta olmak üzere enerji kaynakları bakımından dışa bağımlı olan Türkiye’nin petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtı kullanmak yerine güneş ve rüzgâr enerjisi kullanarak hem dışa bağımlılığını ortadan kaldıracağı, hem de ekonomisi için büyük bir yükten kurtulmuş olacağı gibi söylemlerin oldukça iyimser görüşler olduğu açıktır.

Çünkü atmosfere salınan sera gazı ile iklim değişikliğine yol açan Çin-Hindistan-ABD gibi ülkeler sera gazlı kaynakları kullanmaya devam ederken, diğer ülkelere yenilenebilir enerji kaynaklarını (güneş-rüzgâr) tavsiye etmektedirler. Bu tavsiyenin siyâsî amaçlardan uzak olması mümkün değildir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının her derde deva gibi takdim edilmesi ise ayrı bir sorundur. Parasız pulsuz bu yenilenebilir enerji kaynaklarını ABD gibi ülkeler her nasılsa gelişmekte olan ülkelere bırakmıştır.

Her şeye rağmen Paris İklim Anlaşması, iklim değişmesine, atmosferin sera gazları ile kirlenmesine bir çözüm getirme imkânına sahip değildir. Çünkü atmosferi kirletenler, önemli ölçüde gelişmiş zengin ülkelerdir. Kirliliğin nedeni olan ülkeler bu tutumlarından vazgeçmedikçe bu kirliliğin ortadan kalkmasını beklemek beyhudedir. Bu hâliyle Greenpeace, Nature Conservancy ve World Wild Life Fund gibi çevreci/sivil kurumların atmosferi kirleten ülkelerin temin ettiği sermaye ile dünyanın geri kalanına “çevrecilik bilinci vermeye” çalışmaları eğlenceli bir konudur.

Dünyada atmosfere en çok sera gazı yayan ilk on ülke; Rusya, Japonya, Almanya, İngiltere, İran, Güney Kore, Kanada, Çin, ABD ve Hindistan’dır. Ancak aralarında Türkiye’nin de olduğu ikinci gruptaki on ülkenin toplam sera gazı salımı, sadece ABD’nin sera gazına bile eşit değildir. Bu yüzden sera gazı salınımındaki ilk 20 ülke sıralaması da gerçekçi değildir. İlk on ülke sıralamasında yer alanların konuya seyirci kalması, bu çalışmaları bir fantezi durumuna düşürmektedir.

Türkiye, BMİDÇS imzalamayan altı ülkeden (diğer ülkeler Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen) biriydi. Aynı zamanda Paris Anlaşması’nı onaylamayan tek G-20 ülkesiydi. Buna karşılık, her nedense Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Eylül 2021’de New York’taki BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylayacağını” açıklamış, İklim Anlaşması hakkında Türkiye’nin beş yıl içinde niçin görüş değiştirdiğini ise yeterince açıklamamıştır.

Anlaşma metni TBMM’de iktidar ve muhalefet cephesinin ortak kararı ile (353 oy ile) 6 Ekim 2021’de kabul edildi. “Hükûmet’in doğrusuna da, yanlışına da, hemen her teklifine itiraz etmek görevimizdir” (CHP’li Engin Altay) diyen ve Hükûmet’in doğrularına bile karşı çıkacağını önceden ilân etmiş olan muhalefet cephesinin nasıl olup da Paris İklim Anlaşması için Hükûmet’le birlikte “Evet” demiş olduğu şaşkınlığa yol açmıştır.

İklim Anlaşması’nın 24’üncü maddesi, anlaşmaya taraf olan ülkelerin herhangi bir madde için çekince koymasını yasaklamıştır. Bir ülke, anlaşmanın tamamını ya hepten kabul edecek ya da hepten reddetmiş olacaktır.

Son olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı değiştirildi. Artık bakanlığın yeni adı, “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı”… Bu değişiklik bazılarının iddia ettiği gibi kendi kendine bir gelin güvey olma isteği midir? Dünyada özellikle AB üyesi ülkelerde bir örneği var mıdır? Anlaşmayı kabul eden 190 ülkenin hiçbirinde bu adı taşıyan bir bakanlığın varlığı henüz haber olmadı. Böylece Türkiye, önemli bir ilke daha imza atmış oldu. Artık Türkiye’nin bir iklim değişikliği bakanlığı vardır.

Adından dolayı Türkiye’de şehircilik ve çevrecilik alanında bu bakanlığın bilinen sorunları çözdüğü görülmedi. Evet, TOKİ eliyle yeni mahalleler, çarşılar yapılmış ise de şehirlerin ve çevrenin sorunları genel olarak varlığını korumaktadır. Umulur ki bu bakanlık, küresel çapta bir konu olan iklim değişikliğini bakanlık yetkisinde görme gafletinde bulunmaz.

Küresel bir ısı yükselmesi ya da iklim değişikliği, bütün yer küreyi ilgilendiren bir konudur. En çok da ısınmaya ve kirlenmeye yol açan gelişmiş ülkelerin konusudur. Eğer onlar bu konuyu ciddiye alıp dünyayı kirleten ve ısıtan nedenleri terk ederlerse bu çabalardan bir sonucun çıkması mümkün ve gerçekçi olur. Bu gelişmiş ülkelerin yapıp ettiklerini denetleyecek, anlaşmanın yükümlülüklerini çiğnemeleri hâlinde yaptırım uygulayacak bir otorite henüz yoktur. Dolayısıyla bu ülkelerin sözleşmeye uyacaklarının hiçbir garantisinden söz edilemez. İklim değişimine katkısı az olan ülkelerin çabası bu sorunu çözmek için yeterli olmayacaktır.