“Parayı veren düdüğü çalar”

Deniz kirlidir, bilirsiniz de, rüzgâr ve akıntı ile kıyıya vurunca görürsünüz o kirliliği. Fonlama konusu da böyle bence. OdaTV haber yapıncaya kadar yolda yüz kişiye sorsanız en az doksanı, birilerinin yurt dışından maddî destek aldığını iddia ederdi herhâlde. Şimdi, itiraflardan sonra herkes aynı fikirde. Ama bu defa da bunun etik olup olmadığı yönünde görüş farklılıkları var…

VERMİŞLER de vermişler milyon dolarları; daha demokratik olalım, daha iyi eğitim alalım, daha âdil, daha müreffeh bir hayat sürelim diye… Çok seviyorlar bizi çok!

OdaTV’nin yaptığı “fonlama” haberi bir anda ortalığı karıştırdı. Aslına bakarsanız, benzer bilgiler bugüne kadar defalarca yazılıp çizilmiş, ortaya belgeler de koyulmasına rağmen suçlananlar pek de oralı olmamışlardı. Hatta suçlayanlar da sonunu getirememişti iddialarının. Ama biz biliyorduk ki, devletin aleyhine işleyen ve anlamsızca büyüyen her kurumun ardında önemli bir dış destek vardı. Ve o destekçilerin de beklentileri…

Olayın bu defa öncekilerden fazla ilgi görmesinin tek sebebi vardı aslında. O da iddia sahibinin Hükûmet karşıtı, sol görüşlü ve büyük bir sosyal medya plâtformu oluşuydu. Sadece bu da değil; “fonlanmakla” suçladığı kurumlar da bugüne kadar benzer çizgide yürüdükleri kuruluşlardı. Hâl böyle olunca, çarşı pazar karıştı, zabıta bakakaldı!

Peki, bu fon alma meselesi teknik olarak sıkıntılı mı ki ortalık bu kadar karıştı? Suçlanan taraflardan Ruşen Çakır, aldıkları fonun künyelerinde bile bulunduğunu, bunun suç olmadığını ve zaten bilinen bir durum olduğunu söylüyor. Açık açık fon aldığını söyleyebildiğine ve hakkında bir suç duyurusu olmadığına göre, teknik olarak bir suç işlemediğini düşünebiliriz bu kurumların. İyi ama bu işin bir de etik tarafı var. Özellikle medya kuruluşları için…

Senelerdir “saray medyası” diye suçladıkları ve Hükûmet tarafından kollandıkları iddia edilen grupların suçu neydi öyleyse? Öyle ya, velev ki Hükûmet yanlısı medya hakkındaki iddiaları doğru olsa bile hiç değilse yerli ve millî bir destekten söz edilebilirdi ancak. Hâlbuki yeni iddialar, uzun süredir “dost” kavramına bile yerleştiremediğimiz ABD kaynaklı...

Kültürümüzde, “Almadan vermek Allâh’a mahsustur” şeklinde çok değerli bir bilgi vardır. Bazı vakıflar ve kurumların, tabelâlarının arkasına saklanarak -sözde- genel kabul görmüş konularda, hiç de ilgileri olmaması gereken coğrafyalarda para harcaması, kolay izah edilebilecek bir iyilik şekli değil. Zira hiçbir yabancı kurum, kendi menfaati olmayan bir yere para yatırmaz. Bunu defalarca tecrübe etmiş bir ülkeyiz biz.

Terör örgütü olarak kabul edilmiş PKK’ya Avrupa ve ABD’den verilen destekler nasıl teröristi sevdiklerinden değil de Türkiye’nin güçlenmesinin önüne geçmek için yapıldıysa, “tarafsız, ana akım haber yapımcılığı ve yayıncılığı” sebebiyle Medyascope’ye ve de “bağımsız haberciliğin devamı” ve “kadın izleyiciyi arttırmak” amacıyla İsveç ve Norveç’ten Bianet’e verilenlerde de amaç aynıdır. Hatta AB’nin söz verdiği ama bir türlü elini cebine atamadığı hâlde Suriyeli sığınmacılar ile ilgili vermeyi taahhüt ettiği yardım da sadece ve sadece “Göçmen sorunuyla biz uğraşmayalım, onlar düşünsün” mantığı ile vaat edilmiştir.

Liberal ekonomileri teşvik etmeye çalışan ABD’nin Türkiye’ye Marshall Yardımı yapması, bizim refaha ulaşmamız için değil, SSCB etkisinden kurtulmamız ve ithalata dönük bir siyasetle dışa bağımlılığımızı arttırmak içindi. Bize bedava vermeyi taahhüt ettikleri uçaklar, Eskişehir’deki uçak fabrikamızın önünü kesmek içindi. Fulbright ile ABD, Türk öğrencilerin daha iyi eğitim almalarını değil, kendi sistemini dayatmayı amaçlamıştı.

Kimse Türkiye’nin daha demokratik, daha müreffeh, daha bağımsız olması derdinde değildi Türkiye’ye yardım ederken…

Devir değişti, AK Parti iktidarıyla tanıştı Türkiye. Ve ekonomik olarak dışa bağımlı olmanın sadece ekonomik bağımsızlık değil, hem sosyal, hem kültürel, hem siyâsî dejenerasyona sebep olduğunu bilen iktidar, IMF ile başlayan bir ekonomik başkaldırı sergiledi. Yardım alan değil, yardım eden bir devlet profili çizdi bu dönemde Türkiye.

Bu başkaldırıya karşı yeni hamleler gelmesi kaçınılmazdı. Zira Türkiye, geçmişinden gelen büyük ülke potansiyeli ile özellikle Batı için her zaman bir tehdit olarak algılanmaktaydı. Öyle ise yapılması gereken, Hükûmet’in önünü kesmek için, halkın gözünü boyayacak konularda muhalifleri desteklemek olmalıydı.

Menderes, Özal ve Erbakan hükûmetlerinde yaptıkları gibi doğrudan müdahale imkânını Gezi ve 15 Temmuz gibi başarısızlıklar ile kaybetmişlerdi. Tek şansları, para ile yönlendirecekleri partiler, medya kuruluşları, dernekler ve vakıflar bulmaktı. Görünen o ki, hiç de zorlanmamışlar bu hedef kitleyi bulmakta.

Deniz kirlidir, bilirsiniz de, rüzgâr ve akıntı ile kıyıya vurunca görürsünüz o kirliliği. Fonlama konusu da böyle bence. OdaTV haber yapıncaya kadar yolda yüz kişiye sorsanız en az doksanı, birilerinin yurt dışından maddî destek aldığını iddia ederdi herhâlde. Şimdi, itiraflardan sonra herkes aynı fikirde. Ama bu defa da bunun etik olup olmadığı yönünde görüş farklılıkları var. Muhalefet kanadında olduğu hâlde bu tür fonlanmaların yanlış olduğunu, hatta “yuları teslim etmek” anlamına geleceğini söyleyenler de var, Deutsche Welle’ye yazan 15 Temmuz firarilerinden Banu Güven gibi bunun çok normal bir süreç olduğunu ve konunun uzatılmasının Hükûmet’e yarayacağını söyleyenler de…

Hükûmet’in buradan nemalanmasından korkan, yabancı fonlarla ilgili yeni bir düzenlemenin gündeme gelmesinden rahatsız olanlar, firari Banu Güven gibilerle sınırlı değil elbette. Medya Özgürlüğü Acil Müdahale Plâtformu ve partneri olan 23 kurumun İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “Düzenleme” açıklamasına verdiği ortak tepki de parayı verip düdüğü çalmanın derdinde olanların çırpınışı…

Hep söylüyoruz “Artık eski Türkiye yok” diye. Akdeniz’deki sorunlarda Yunanistan’ı ve Mescid-i Aksâ’ya rağmen İsrail’i fonlayan BAE de, muhalif partileri ve medyayı, Gezi’yi, 15 Temmuz’u sahneye koymuş FETÖ’yü fonlayan ABD de, Esed’i ve de YPG’yi ayrı fonlayan Rusya da, Ermenistan’ı Türkiye ve Azerbaycan’a yapacağı düşmanlıklar için fonlayan Fransa ve partnerleri de vazgeçmeyecekler. Biliyoruz, çünkü onlar da artık eski Türkiye’nin olmadığını biliyorlar. Ancak eski Türkiye’ye ulaşmak rüyası ile yatıp kalkıyorlar.

Ne diyelim, Allâh, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na zevâl vermesin, güçten düşürmesin!