VERMİŞLER de vermişler milyon dolarları; daha demokratik
olalım, daha iyi eğitim alalım, daha âdil, daha müreffeh bir hayat sürelim
diye… Çok seviyorlar bizi çok!
OdaTV’nin yaptığı “fonlama” haberi bir anda ortalığı
karıştırdı. Aslına bakarsanız, benzer bilgiler bugüne kadar defalarca yazılıp
çizilmiş, ortaya belgeler de koyulmasına rağmen suçlananlar pek de oralı
olmamışlardı. Hatta suçlayanlar da sonunu getirememişti iddialarının. Ama biz
biliyorduk ki, devletin aleyhine işleyen ve anlamsızca büyüyen her kurumun
ardında önemli bir dış destek vardı. Ve o destekçilerin de beklentileri…
Olayın bu defa öncekilerden fazla ilgi görmesinin tek
sebebi vardı aslında. O da iddia sahibinin Hükûmet karşıtı, sol görüşlü ve
büyük bir sosyal medya plâtformu oluşuydu. Sadece bu da değil; “fonlanmakla”
suçladığı kurumlar da bugüne kadar benzer çizgide yürüdükleri kuruluşlardı. Hâl
böyle olunca, çarşı pazar karıştı, zabıta bakakaldı!
Peki, bu fon alma meselesi teknik olarak sıkıntılı mı
ki ortalık bu kadar karıştı? Suçlanan taraflardan Ruşen Çakır, aldıkları fonun
künyelerinde bile bulunduğunu, bunun suç olmadığını ve zaten bilinen bir durum
olduğunu söylüyor. Açık açık fon aldığını söyleyebildiğine ve hakkında bir suç
duyurusu olmadığına göre, teknik olarak bir suç işlemediğini düşünebiliriz bu
kurumların. İyi ama bu işin bir de etik tarafı var. Özellikle medya kuruluşları
için…
Senelerdir “saray medyası” diye suçladıkları ve Hükûmet
tarafından kollandıkları iddia edilen grupların suçu neydi öyleyse? Öyle ya,
velev ki Hükûmet yanlısı medya hakkındaki iddiaları doğru olsa bile hiç değilse
yerli ve millî bir destekten söz edilebilirdi ancak. Hâlbuki yeni iddialar,
uzun süredir “dost” kavramına bile yerleştiremediğimiz ABD kaynaklı...
Kültürümüzde, “Almadan vermek Allâh’a mahsustur”
şeklinde çok değerli bir bilgi vardır. Bazı vakıflar ve kurumların, tabelâlarının
arkasına saklanarak -sözde- genel kabul görmüş konularda, hiç de ilgileri
olmaması gereken coğrafyalarda para harcaması, kolay izah edilebilecek bir
iyilik şekli değil. Zira hiçbir yabancı kurum, kendi menfaati olmayan bir yere
para yatırmaz. Bunu defalarca tecrübe etmiş bir ülkeyiz biz.
Terör örgütü olarak kabul edilmiş PKK’ya Avrupa ve
ABD’den verilen destekler nasıl teröristi sevdiklerinden değil de Türkiye’nin
güçlenmesinin önüne geçmek için yapıldıysa, “tarafsız, ana akım haber
yapımcılığı ve yayıncılığı” sebebiyle Medyascope’ye ve de “bağımsız
haberciliğin devamı” ve “kadın izleyiciyi arttırmak” amacıyla İsveç ve
Norveç’ten Bianet’e verilenlerde de amaç aynıdır. Hatta AB’nin söz verdiği ama
bir türlü elini cebine atamadığı hâlde Suriyeli sığınmacılar ile ilgili vermeyi
taahhüt ettiği yardım da sadece ve sadece “Göçmen sorunuyla biz uğraşmayalım,
onlar düşünsün” mantığı ile vaat edilmiştir.
Liberal ekonomileri teşvik etmeye çalışan ABD’nin Türkiye’ye
Marshall Yardımı yapması, bizim refaha ulaşmamız için değil, SSCB etkisinden
kurtulmamız ve ithalata dönük bir siyasetle dışa bağımlılığımızı arttırmak
içindi. Bize bedava vermeyi taahhüt ettikleri uçaklar, Eskişehir’deki uçak
fabrikamızın önünü kesmek içindi. Fulbright ile ABD, Türk öğrencilerin daha iyi
eğitim almalarını değil, kendi sistemini dayatmayı amaçlamıştı.
Kimse Türkiye’nin daha demokratik, daha müreffeh, daha
bağımsız olması derdinde değildi Türkiye’ye yardım ederken…
Devir değişti, AK Parti iktidarıyla tanıştı Türkiye.
Ve ekonomik olarak dışa bağımlı olmanın sadece ekonomik bağımsızlık değil, hem
sosyal, hem kültürel, hem siyâsî dejenerasyona sebep olduğunu bilen iktidar,
IMF ile başlayan bir ekonomik başkaldırı sergiledi. Yardım alan değil, yardım
eden bir devlet profili çizdi bu dönemde Türkiye.
Bu başkaldırıya karşı yeni hamleler gelmesi
kaçınılmazdı. Zira Türkiye, geçmişinden gelen büyük ülke potansiyeli ile
özellikle Batı için her zaman bir tehdit olarak algılanmaktaydı. Öyle ise yapılması
gereken, Hükûmet’in önünü kesmek için, halkın gözünü boyayacak konularda
muhalifleri desteklemek olmalıydı.
Menderes, Özal ve Erbakan hükûmetlerinde yaptıkları gibi
doğrudan müdahale imkânını Gezi ve 15 Temmuz gibi başarısızlıklar ile
kaybetmişlerdi. Tek şansları, para ile yönlendirecekleri partiler, medya
kuruluşları, dernekler ve vakıflar bulmaktı. Görünen o ki, hiç de
zorlanmamışlar bu hedef kitleyi bulmakta.
Deniz kirlidir, bilirsiniz de, rüzgâr ve akıntı ile
kıyıya vurunca görürsünüz o kirliliği. Fonlama konusu da böyle bence. OdaTV
haber yapıncaya kadar yolda yüz kişiye sorsanız en az doksanı, birilerinin yurt
dışından maddî destek aldığını iddia ederdi herhâlde. Şimdi, itiraflardan sonra
herkes aynı fikirde. Ama bu defa da bunun etik olup olmadığı yönünde görüş
farklılıkları var. Muhalefet kanadında olduğu hâlde bu tür fonlanmaların yanlış
olduğunu, hatta “yuları teslim etmek” anlamına geleceğini söyleyenler de var, Deutsche
Welle’ye yazan 15 Temmuz firarilerinden Banu Güven gibi bunun çok normal bir
süreç olduğunu ve konunun uzatılmasının Hükûmet’e yarayacağını söyleyenler de…
Hükûmet’in buradan nemalanmasından korkan, yabancı
fonlarla ilgili yeni bir düzenlemenin gündeme gelmesinden rahatsız olanlar,
firari Banu Güven gibilerle sınırlı değil elbette. Medya Özgürlüğü Acil
Müdahale Plâtformu ve partneri olan 23 kurumun İletişim Başkanı Fahrettin
Altun’un “Düzenleme” açıklamasına verdiği ortak tepki de parayı verip düdüğü
çalmanın derdinde olanların çırpınışı…
Hep söylüyoruz “Artık eski Türkiye yok” diye.
Akdeniz’deki sorunlarda Yunanistan’ı ve Mescid-i Aksâ’ya rağmen İsrail’i
fonlayan BAE de, muhalif partileri ve medyayı, Gezi’yi, 15 Temmuz’u sahneye
koymuş FETÖ’yü fonlayan ABD de, Esed’i ve de YPG’yi ayrı fonlayan Rusya da,
Ermenistan’ı Türkiye ve Azerbaycan’a yapacağı düşmanlıklar için fonlayan Fransa
ve partnerleri de vazgeçmeyecekler. Biliyoruz, çünkü onlar da artık eski
Türkiye’nin olmadığını biliyorlar. Ancak eski Türkiye’ye ulaşmak rüyası ile
yatıp kalkıyorlar.
Ne diyelim, Allâh, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na zevâl
vermesin, güçten düşürmesin!