Paravan estetik

Modernite bize yeni bir estetik algısı katmamış olup, var olan algımızı bozmak sûretiyle sanatı ticâretin bir ürünü hâline getirmiştir. Estetik normlarımız mevcût siyâsî sistemin isteklerine, ticâret tekelinin vicdanına, hattâ sanatçı olduğunu iddia eden birtakım sanattan bîhaber kimsenin insafına kalmış bulunmaktadır.

YARATILAN her nesne ve tabiattaki her varlık, başlı başlına estetik unsurların taşıyıcısı olmakla beraber, bunları gören her gözde kendi estetik yargılarını oluşturmaktadır. Kişi üzerindeki tesiri tartışılmaz olan ve duygu dünyamıza kadar bizi etkileyen şey, güzelliği duyumsamaktır. Böylelikle her insanda farklı etkiler uyandırma beklentisi de oluşmuş olur. Fakat sanata duyulan hayranlık, onun görünüşündeki incelik ve zarafete, yapılışındaki ustalık ve emeğe olmaktan çok ütopikliğine evrilmiş olduğu için, beklenen gerçekleşmemektedir.

Estetiğin her ne kadar öznel bir kavram olduğunu düşünsek de güzellik algısı günümüzde birbirine benzeşme eğilimi göstermektedir. Modern zamanda zevkler çağa uyum sağlamakta ve bunun kaçınılmaz bir sonu olarak birbirinin aynı olmaktadır.

Aslında hiç değişmeyen ve etkisini yitirmeyen en büyük estetik, doğanın bizzat kendisidir. İnsanın gökyüzünü görmesini engelleyen gökdelenleri estetik bulması, bizzat bu gökdelenlerin paravan olup gerçek güzelliği kapatmasından müteşekkildir. İnsan rÛhu güneşin batışında hüzünlenmek, ilkbaharda tomurcukların açışı ile neşelenmek isterken, sürekli maruz kaldığı asimetrik desenleri ve betonarme yapıları ilgi çekici bulmaktadır.

Sanatın geçmişine doğru yolculuk yapacak olursak göreceğimiz şey, ilhamın bizzat yaşamın ve doğanın kendisi olduğudur. İşlemelerde, oymalarda kullanılan figürler, hatt renk tonları dahi tabiatın bir aynası gibi tabiatla bütünleşir ve gözlerde ahenk olup bizi asıl gerçekliğe yöneltir. Sanat bizi bu dünyadan koparmaktan ziyâde, bu dünya ile iç içe geçirir ve En Yüce Varlığın kudretini hatırlatır. İşte o zaman gerçek sanatın hakikatinden söz etmekte mümkün olacaktır!

Güzellik algısını zevk ile doğru orantılı görmekten ziyâde, zevkin güzelliğe olan hayranlığının Yaratıcıya götürmesi olarak görmek daha uygun olacaktır. Nitekim modernleşmenin unsuru olarak yapılan yapılar, çoğu zaman insanı bir yere götürmek veya içinde bir duyguyu filizlendirmek istemez. Aksine, var olan filizlerin köklerini koparmak, tek bir filizi dünyaya hâkim kılmak yani hâkimin kim olduğunu unutturarak yeni bir insanî hâkimiyet kurmak ister. Kullandığı bütün ürünlerde estetik kaygısı gözeten insanların ihtiyaca binaen değil, zevk için ve geçici hazlar uğruna sürekli almasını arzular ve hiçbir ürün, beğenisini modası geçtikten sonra sürdüremez. Tüketimin çeşitlenmesi veya öznelleşmesinin mümkün olmasından ziyâde, artmasının ve sürekliliğinin önemi üzerine yoğunlaşır.

Bir ürünü bir kişinin değil, binlerce kişinin alması ve bu ürünün modasının geçmesini bahane ederek güzelliğinin bitmesi de doğru orantılıdır. Bu durum kişinin zihninde şu soruyu oluşturmaktadır: Gerçekten güzel olanın modası geçer mi? Veya zamanla kişilerin estetik buldukları normlarda bir değişim söz konusu olur mu?

Sonuç olarak, modernite bize yeni bir estetik algısı katmamış olup, var olan algımızı bozmak sûretiyle sanatı ticâretin bir ürünü hâline getirmiştir. Estetik normlarımız mevcût siyâsî sistemin isteklerine, ticâret tekelinin vicdanına, hattâ sanatçı olduğunu iddia eden birtakım sanattan bîhaber kimsenin insafına kalmış bulunmaktadır.

Hâsılıkelâm, farklı gözlerin aynı manzarayı beğenmesi mümkündür fakat bütün gözlerin aynı manzarayı beğenmesi, yanılsamadan ibarettir!