Paradigmanın iflâsı yahut Bahar Kalkanı Harekâtı

TSK’nın Bahar Kalkanı Harekâtı, egemen güçlerin getirdiği bahara karşı kalkan olmak gibi ince bir ironi de barındırıyordu. Harekâtın özenle seçilmiş ironik ismi, aynı zamanda sınırımıza kadar gelen sahte baharı sahiplerine misliyle iade ediyordu. Onlar bizi o uzun gecede İdlib’de boğmak istediler, lâkin işin bir hafta içinde geldiği boyut, hiç de umdukları gibi olmadı. Bahar Kalkanı, bütün dünya ordularını, özellikle de ABD, AB, Rusya ve Çin gibi devletleri mâlî açıdan büyük zararlara sokacak daha hususî bir zaferdir.

İDLİB kırsalında 27 Şubat gecesi, görünüşte Suriye Rejimi, İran ve Rusya iş birliğiyle askerlerimize düzenlenen menfur saldırıda 36 vatan evlâdını şehit verdik.

Bu gecede yapılan saldırı, sadece adını saydığımız bu unsurların düzenlediği kirli bir tezgâh olarak okunursa eksik ve nakıs kalır. Bu saldırıdan Türkiye’nin millî ve mânevî değerlerine bağlı kesimler dışında herkesin bir yönden içinde bulunduğu çirkin bir tertibin pis kokuları geliyordu.

O uzun gecede, bu menfur saldırıyla eş zamanlı olarak sosyal medya üzerinden de şedit bir kara propoganda saldırısı gerçekleşti. Felâketimizi isteyen malûm ve mahut devletlerin (ABD, AB, İsrail…) istihbarat unsurlarının marifetiyle Twitter, Facebook ve WhatsApp gibi güdümlü sosyal medya unsurlarından Türk kullanıcılara sayısı yüzleri, binleri bulan asker kayıpları olduğu yalanı hızla yayılmaya başladı.

Rusların eski KGB döneminden kalma en âdî ve ahlâksız yöntemlerle sosyal medyaya servis ettikleri sahte ses kayıtları, o gece iblisin iş başında olduğunu gösteriyordu.

Bu hâricî verilere, içte yalancılığıyla meşhur CHP Genel Başkanı’nın, daha ortada fol yok yumurta yokken avenesine, “Hazır olun, yakında iktidara geliyoruz!” müjdesini (!) de ekleyince, bu flû tabloda bazı şekiller belirmeye başlıyor.

Demek ki o uzun gecede karşımızda iki hâricî ve bir dâhilî unsur ittifak etmişti. Dış unsurlardan biri, Suriye sahasında karşımızda fırldak çeviren Astana sahtekârları, diğeri de “Şehitlerimiz var” maskesi takarak bizi desteklediğini söyleyen ve nabzımıza göre şerbet veren Batılı dost (!) unsurlardı. Bunlar ne hikmetse birbirlerine rakipmiş gibi görünürken, medyaları aynı cephede bize karşı ölümüne savaşıyordu.

***

Şer güçlerin içteki işbirlikçileri ise muhalefet nâmı altında FETÖ örtücülüğü yapan unsurlardı. Bu işbirlikçiler, o gece Anadolu’nun vatan sevdâlısı Mehmetçiklerini yem olarak kullanıp onların şehâdetleri üzerinden ülke içinde bir kaos çıkarmayı plânlayanların ta kendileriydi. Nitekim FETÖ’cü danışmanlarıyla meşhur CHP Genel Başkanı’nın ısrarla, “Ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var İdlib’de?” demesi, kamuoyunu böyle bir sonuca hazırlamak ve kumpas gerçekleştiğinde de “Ben uyarmıştım, dinlemediler” ayağına yatmaktı.

Böylelikle Türk kamuoyu bu felâket goygoycusunu, öngörüsü yüksek olan bir lider gibi görecek ve bu uzaktan kumandalı zât da FETÖ’cü danışmanları ve okyanus ötesindeki akıldanelerinin direktifi ile ortamı karıştırarak iktidar parsası toplamaya çalışacaktı.

Fakat yerli ve millî unsurlara karşı dâhilî ve hâricî şer ittifaklarının müştereken kurdukları bütün tuzaklar, bir kez daha Cenâb-ı Allah’ın “Keydehüm fi tadlil” uyarısına takılacaktı. Çünkü asıl tuzağı Cenâb-ı Hak kurardı ve O’nun kurduğu tuzak, şerri giderip hayra yol açardı.

Bu millet; mazlumun yanında yer aldıkça, hakkı yerden kaldırdıkça, zalime karşı durdukça, karşısındaki cephe ne yaparsa yapsın, asla mağlûbiyet yüzü görmez! Zorluklar yaşar, sıkıntılar çeker, maddî ve mânevî zararlar da görebiliriz, ancak bunların hepsi bizi, mükâfatı daimî olan bir konuma getirmek içindir.

***

Aziz okuyucularımız, İsrail’in sözcüsü niteliğindeki bir gazetede Türkiye aleyhine kaleme alınan başyazıyı, sosyal medyadaki dolaşımından hatırlayacaklardır.

Bu başyazıda yazar, İsrail’in Türkiye aleyhine çevirdiği bütün dolapların boşa çıktığını dile getirdikten sonra şu hükme varıyor: “Galiba Allah’ın başka bir hesabı var!”

Yazının sonunda bu hükme varılması, bir araya geldiklerinde bizi bir kaşık suda boğacak olan karanlık odakların, ne zaman sahneye bir fitne koymaya kalksalar bu fitnenin İlâhî bir el vâsıtasıyla bozulduğunun itirafından başka bir şey değildir.

Evet, o gece Devletimiz, milletimiz ve ordumuz için çok uzun bir geceydi! Ancak Kandil gecesi hürmetine Felâkın Rabbine sığınan bu aziz millet, şer gecesini yırtarak pırıl pırıl doğan bir Hak güneşine uyandı.

Devletimiz bana göre o gece, toplantı masasından, içinde savaş ihtimâlinin de bulunduğu çok cesur kararlar alarak kalktı. O gece kaos ile nizâm, zulüm ile adalet, fitne ile selâmet, Asâ ile Firavun, hak ile bâtıl büyük bir cenge girdi.

Şu husus bizi yanıltmasın: Fitne, kaos, yalan, algı ve korku ilk başta büyük ve kuşatıcı görünür. Bunların karşısında yer alan nizâm, esenlik, hakikat ve cesaret ise, bunların kopardığı ve kaldırdığı toz duman içinde ilkin fark edilmez. Ancak bir müddet sonra toz diner ve bu toz duman içinden Hakk aslanları bu algı aslanlarını çiğneyerek meydanda kükremeye başlarlar.

İşte o gece aynen böyle oldu! Peygamber ocağının evlâtları, Rusların çoğu propaganda mahsulü olup gereğinden fazla şişirilen hava savunma sistemlerinin çanına ot tıkayarak Hakk ebâbilleri gibi zulüm ordusu üzerine üşüştüler.

***

Sabah olduğunda görüldü ki, korku ve fitne gecesi sona ermiş, SİHA’larımız, toplarımız ve diğer ateş destek vâsıtalarımız, Rejimi ve onun arkasındakileri beklemedikleri bir mağlûbiyete uğratmıştı. O gecenin sabahında felâket ve mağlûbiyet bekleyenler, felâket ve mağlûbiyeti nefislerinde tadarak rezil oldular.

Görüşme ve zirve taleplerimizi yoğunluk bahanesine yatarak belirsiz bir tarihe atan Rusya, kuklasıyla beraber kendinin de ezildiğini görünce etekleri tutuşmuş bir vaziyette bizi mümkün olan en kısa zamanda görüşmeye davet etti.

Biliyordu ki, çatışmanın bir hafta daha uzaması demek, Rejim ordusunun hüsranı demekti. Rejimi elimizden kurtarmaları gerekiyordu. Değilse, işin sonunda kendileri de Suriye’de tutunamayacaklardı...

Bize ellerinde 5 kilometre derinlikli gülünç haritalarla gelen Rus heyetleri, günün sonunda bizim haritamızı müzakere etmekten başka bir şey yapamadılar.

5 Mart’taki Moskova Ateşkes Antlaşması’nın en önemli yönü, Türk Ordusunun İdlib’de gözlemci bir unsur değil, muharip bir unsur olduğunu tasdik ve kabul etmesidir. Bunun anlamı, yeni sınır içinde Türk Ordusunun varlığını tanımak ve bu sınıra yapılacak bir saldırının Türk Ordusu tarafından şiddetle savunulacağıdır.

Bizi hudutlarımıza çekilmeye zorlayan Rusya, sürecin sonunda mağlûbiyet ve başarısızlığın acısını Esed’den daha ağır bir şekilde tattı. Hem prestij kaybetti, hem de onca şişirilen Rus savunma sanayii efsanesi çöktü.

Onların yaldızları düşerken, dünya piyasasında yeni bir yıldız yükseldi: Türk savunma sanayii…

Bu bir haftalık çatışma; ağır, büyük ve pahalı silahlarla savaşmanın geride kaldığını gösteren bir milât oldu.

Milyonlarca dolarlık silahlar, yarım milyonluk SİHA füzeleriyle bertaraf edildi. Anlı şanlı savunma sistemleri, sürü hâlinde sahaya gelen İHA’lar karşısında işlevlerini yitirdi.

40-50 tonluk demir yığını tanklar, küçücük SİHA füzeleri karşısında güneş görmüş kar gibi eridi.

Bu yeni milâdı elbette bütün ülkeler gördü. Ancak bu milâdın tam adını, asrımızın dehâsı olan Elon Musk koydu: “SİHA çağı”...

Geleceğin silahlarının SİHA’lar olacağını söyleyen Musk, F-35 gibi projeleri yerle bir eden şu ilâveyi de yaptı: “SİHA’lara yatırım yapmak yerine F-35 gibi ağır, pahalı projelere yatırım yapmak anlamsızdır.”

***

Evet, TSK’nın Bahar Kalkanı Harekâtı, egemen güçlerin getirdiği bahara karşı kalkan olmak gibi ince bir ironi de barındırıyordu. Harekâtın özenle seçilmiş ironik ismi, aynı zamanda sınırımıza kadar gelen sahte baharı sahiplerine misliyle iade ediyordu.

Onlar bizi o uzun gecede İdlib’de boğmak istediler, lâkin işin bir hafta içinde geldiği boyut, hiç de umdukları gibi olmadı. Bahar Kalkanı, bütün dünya ordularını, özellikle de ABD, AB, Rusya ve Çin gibi devletleri mâlî açıdan büyük zararlara sokacak daha hususî bir zaferdir.

Bu yeni dijital savaş konsepti, Amerika ve Rusya gibi devletlerin şu âna kadar yaptıkları büyük, hantal ve ağır masraflı silahlarının hiçbir işe yaramayacağını göstermektir.

Akdeniz’in ortasında devâsa bir ABD uçak gemisini hayâl edelim. Yüz milyar dolardan aşağı mâliyeti olmayan bu devâsa plâtformun, üzerine gönderilen bir SİHA sürüsü karşısında yapacağı hiçbir şey yoktur.

Bu yeni durum ne demektir?

Bu durumdan anlaşılması gereken şey, dünyada yeni askerî güçlerin yükseleceği hususudur. Şükür ki biz, oyuna bu çağın en uygun yerinde dâhil olduk!

Şu iddia bir gerçektir: Fünyanın teknolojisi en yüksek, en çevik ve en entegre ordularından birini inşâ ediyoruz.

Tarihe, coğrafyaya ve insanlığın kaderine hakikat güneşi gibi doğmak üzere ufukta belirmeye başladık.

Ne diyelim, bir doğan varsa, bir de batan vardır!

Vesselâm...

İDLİB kırsalında 27 Şubat gecesi, görünüşte Suriye Rejimi, İran ve Rusya iş birliğiyle askerlerimize düzenlenen menfur saldırıda 36 vatan evlâdını şehit verdik.

Bu gecede yapılan saldırı, sadece adını saydığımız bu unsurların düzenlediği kirli bir tezgâh olarak okunursa eksik ve nakıs kalır. Bu saldırıdan Türkiye’nin millî ve mânevî değerlerine bağlı kesimler dışında herkesin bir yönden içinde bulunduğu çirkin bir tertibin pis kokuları geliyordu.

O uzun gecede, bu menfur saldırıyla eş zamanlı olarak sosyal medya üzerinden de şedit bir kara propoganda saldırısı gerçekleşti. Felâketimizi isteyen malûm ve mahut devletlerin (ABD, AB, İsrail…) istihbarat unsurlarının marifetiyle Twitter, Facebook ve WhatsApp gibi güdümlü sosyal medya unsurlarından Türk kullanıcılara sayısı yüzleri, binleri bulan asker kayıpları olduğu yalanı hızla yayılmaya başladı.

Rusların eski KGB döneminden kalma en âdî ve ahlâksız yöntemlerle sosyal medyaya servis ettikleri sahte ses kayıtları, o gece iblisin iş başında olduğunu gösteriyordu.

Bu hâricî verilere, içte yalancılığıyla meşhur CHP Genel Başkanı’nın, daha ortada fol yok yumurta yokken avenesine, “Hazır olun, yakında iktidara geliyoruz!” müjdesini (!) de ekleyince, bu flû tabloda bazı şekiller belirmeye başlıyor.

Demek ki o uzun gecede karşımızda iki hâricî ve bir dâhilî unsur ittifak etmişti. Dış unsurlardan biri, Suriye sahasında karşımızda fırldak çeviren Astana sahtekârları, diğeri de “Şehitlerimiz var” maskesi takarak bizi desteklediğini söyleyen ve nabzımıza göre şerbet veren Batılı dost (!) unsurlardı. Bunlar ne hikmetse birbirlerine rakipmiş gibi görünürken, medyaları aynı cephede bize karşı ölümüne savaşıyordu.

***

Şer güçlerin içteki işbirlikçileri ise muhalefet nâmı altında FETÖ örtücülüğü yapan unsurlardı. Bu işbirlikçiler, o gece Anadolu’nun vatan sevdâlısı Mehmetçiklerini yem olarak kullanıp onların şehâdetleri üzerinden ülke içinde bir kaos çıkarmayı plânlayanların ta kendileriydi. Nitekim FETÖ’cü danışmanlarıyla meşhur CHP Genel Başkanı’nın ısrarla, “Ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var İdlib’de?” demesi, kamuoyunu böyle bir sonuca hazırlamak ve kumpas gerçekleştiğinde de “Ben uyarmıştım, dinlemediler” ayağına yatmaktı.

Böylelikle Türk kamuoyu bu felâket goygoycusunu, öngörüsü yüksek olan bir lider gibi görecek ve bu uzaktan kumandalı zât da FETÖ’cü danışmanları ve okyanus ötesindeki akıldanelerinin direktifi ile ortamı karıştırarak iktidar parsası toplamaya çalışacaktı.

Fakat yerli ve millî unsurlara karşı dâhilî ve hâricî şer ittifaklarının müştereken kurdukları bütün tuzaklar, bir kez daha Cenâb-ı Allah’ın “Keydehüm fi tadlil” uyarısına takılacaktı. Çünkü asıl tuzağı Cenâb-ı Hak kurardı ve O’nun kurduğu tuzak, şerri giderip hayra yol açardı.

Bu millet; mazlumun yanında yer aldıkça, hakkı yerden kaldırdıkça, zalime karşı durdukça, karşısındaki cephe ne yaparsa yapsın, asla mağlûbiyet yüzü görmez! Zorluklar yaşar, sıkıntılar çeker, maddî ve mânevî zararlar da görebiliriz, ancak bunların hepsi bizi, mükâfatı daimî olan bir konuma getirmek içindir.

***

Aziz okuyucularımız, İsrail’in sözcüsü niteliğindeki bir gazetede Türkiye aleyhine kaleme alınan başyazıyı, sosyal medyadaki dolaşımından hatırlayacaklardır.

Bu başyazıda yazar, İsrail’in Türkiye aleyhine çevirdiği bütün dolapların boşa çıktığını dile getirdikten sonra şu hükme varıyor: “Galiba Allah’ın başka bir hesabı var!”

Yazının sonunda bu hükme varılması, bir araya geldiklerinde bizi bir kaşık suda boğacak olan karanlık odakların, ne zaman sahneye bir fitne koymaya kalksalar bu fitnenin İlâhî bir el vâsıtasıyla bozulduğunun itirafından başka bir şey değildir.

Evet, o gece Devletimiz, milletimiz ve ordumuz için çok uzun bir geceydi! Ancak Kandil gecesi hürmetine Felâkın Rabbine sığınan bu aziz millet, şer gecesini yırtarak pırıl pırıl doğan bir Hak güneşine uyandı.

Devletimiz bana göre o gece, toplantı masasından, içinde savaş ihtimâlinin de bulunduğu çok cesur kararlar alarak kalktı. O gece kaos ile nizâm, zulüm ile adalet, fitne ile selâmet, Asâ ile Firavun, hak ile bâtıl büyük bir cenge girdi.

Şu husus bizi yanıltmasın: Fitne, kaos, yalan, algı ve korku ilk başta büyük ve kuşatıcı görünür. Bunların karşısında yer alan nizâm, esenlik, hakikat ve cesaret ise, bunların kopardığı ve kaldırdığı toz duman içinde ilkin fark edilmez. Ancak bir müddet sonra toz diner ve bu toz duman içinden Hakk aslanları bu algı aslanlarını çiğneyerek meydanda kükremeye başlarlar.

İşte o gece aynen böyle oldu! Peygamber ocağının evlâtları, Rusların çoğu propaganda mahsulü olup gereğinden fazla şişirilen hava savunma sistemlerinin çanına ot tıkayarak Hakk ebâbilleri gibi zulüm ordusu üzerine üşüştüler.

***

Sabah olduğunda görüldü ki, korku ve fitne gecesi sona ermiş, SİHA’larımız, toplarımız ve diğer ateş destek vâsıtalarımız, Rejimi ve onun arkasındakileri beklemedikleri bir mağlûbiyete uğratmıştı. O gecenin sabahında felâket ve mağlûbiyet bekleyenler, felâket ve mağlûbiyeti nefislerinde tadarak rezil oldular.

Görüşme ve zirve taleplerimizi yoğunluk bahanesine yatarak belirsiz bir tarihe atan Rusya, kuklasıyla beraber kendinin de ezildiğini görünce etekleri tutuşmuş bir vaziyette bizi mümkün olan en kısa zamanda görüşmeye davet etti.

Biliyordu ki, çatışmanın bir hafta daha uzaması demek, Rejim ordusunun hüsranı demekti. Rejimi elimizden kurtarmaları gerekiyordu. Değilse, işin sonunda kendileri de Suriye’de tutunamayacaklardı...

Bize ellerinde 5 kilometre derinlikli gülünç haritalarla gelen Rus heyetleri, günün sonunda bizim haritamızı müzakere etmekten başka bir şey yapamadılar.

5 Mart’taki Moskova Ateşkes Antlaşması’nın en önemli yönü, Türk Ordusunun İdlib’de gözlemci bir unsur değil, muharip bir unsur olduğunu tasdik ve kabul etmesidir. Bunun anlamı, yeni sınır içinde Türk Ordusunun varlığını tanımak ve bu sınıra yapılacak bir saldırının Türk Ordusu tarafından şiddetle savunulacağıdır.

Bizi hudutlarımıza çekilmeye zorlayan Rusya, sürecin sonunda mağlûbiyet ve başarısızlığın acısını Esed’den daha ağır bir şekilde tattı. Hem prestij kaybetti, hem de onca şişirilen Rus savunma sanayii efsanesi çöktü.

Onların yaldızları düşerken, dünya piyasasında yeni bir yıldız yükseldi: Türk savunma sanayii…

Bu bir haftalık çatışma; ağır, büyük ve pahalı silahlarla savaşmanın geride kaldığını gösteren bir milât oldu.

Milyonlarca dolarlık silahlar, yarım milyonluk SİHA füzeleriyle bertaraf edildi. Anlı şanlı savunma sistemleri, sürü hâlinde sahaya gelen İHA’lar karşısında işlevlerini yitirdi.

40-50 tonluk demir yığını tanklar, küçücük SİHA füzeleri karşısında güneş görmüş kar gibi eridi.

Bu yeni milâdı elbette bütün ülkeler gördü. Ancak bu milâdın tam adını, asrımızın dehâsı olan Elon Musk koydu: “SİHA çağı”...

Geleceğin silahlarının SİHA’lar olacağını söyleyen Musk, F-35 gibi projeleri yerle bir eden şu ilâveyi de yaptı: “SİHA’lara yatırım yapmak yerine F-35 gibi ağır, pahalı projelere yatırım yapmak anlamsızdır.”

***

Evet, TSK’nın Bahar Kalkanı Harekâtı, egemen güçlerin getirdiği bahara karşı kalkan olmak gibi ince bir ironi de barındırıyordu. Harekâtın özenle seçilmiş ironik ismi, aynı zamanda sınırımıza kadar gelen sahte baharı sahiplerine misliyle iade ediyordu.

Onlar bizi o uzun gecede İdlib’de boğmak istediler, lâkin işin bir hafta içinde geldiği boyut, hiç de umdukları gibi olmadı. Bahar Kalkanı, bütün dünya ordularını, özellikle de ABD, AB, Rusya ve Çin gibi devletleri mâlî açıdan büyük zararlara sokacak daha hususî bir zaferdir.

Bu yeni dijital savaş konsepti, Amerika ve Rusya gibi devletlerin şu âna kadar yaptıkları büyük, hantal ve ağır masraflı silahlarının hiçbir işe yaramayacağını göstermektir.

Akdeniz’in ortasında devâsa bir ABD uçak gemisini hayâl edelim. Yüz milyar dolardan aşağı mâliyeti olmayan bu devâsa plâtformun, üzerine gönderilen bir SİHA sürüsü karşısında yapacağı hiçbir şey yoktur.

Bu yeni durum ne demektir?

Bu durumdan anlaşılması gereken şey, dünyada yeni askerî güçlerin yükseleceği hususudur. Şükür ki biz, oyuna bu çağın en uygun yerinde dâhil olduk!

Şu iddia bir gerçektir: Fünyanın teknolojisi en yüksek, en çevik ve en entegre ordularından birini inşâ ediyoruz.

Tarihe, coğrafyaya ve insanlığın kaderine hakikat güneşi gibi doğmak üzere ufukta belirmeye başladık.

Ne diyelim, bir doğan varsa, bir de batan vardır!

Vesselâm...