Paradigma değişimine ihtiyacımız var

Basketbolumuzda önemli bir paradigma değişimine gitmemiz gerekiyor. Bu paradigma değişimi, “Türkiye Yüzyılı”na yakışır bir şekilde, her alanda olduğu gibi basketbolda da yerli ve millî anlayışı önceleyen bir yapıya kavuşmakla sağlanacaktır. Bu da ülkemizin gençlerine değer vermek, Türk çocuklarına inanmak ve gerçek başarının değer üreterek elde edileceğini bilmekten geçmektedir.

SAYIN Ergin Ataman yönetiminde A Millî Erkek Basketbol Takımımız, FIBA 2025 Avrupa Basketbol Şampiyonası Elemeleri B Grubu son iki maçında hem oyun hem sonuç anlamında çok kötü sınavlar verdi. Genç ve yedek kadrosuyla gelen İtalya’ya önce grup liderliği maçında kendi evimizde 80-67 yenildik. Daha sonra ise nüfusu 400 bin olan İzlanda karşısında deplasmanda 83-71 yenilmekten kurtulamadık ve 4 takımlı eleme grubunu Macaristan’ın üzerinde ancak üçüncü sırada tamamlayarak FIBA 2025 Avrupa Şampiyonası Finalleri’ne katılmaya hak kazandık. FIBA 2025 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde oynadığımız 6 maçta 3 galibiyet ve 3 mağlubiyet ile ancak yüzde 50 galibiyet yüzdesi elde edebildik. Bu sonuç, 1995 yılından sonra yani 30 yıl aradan sonra tek antrenör yönetiminde en kötü galibiyet yüzdesiyle bitirdiğimiz Avrupa Şampiyonası Elemeleri olarak da tarihe geçti. FIBA 2025 Avrupa Şampiyonası Finalleri (42’nci Avrupa Şampiyonası) 27 Ağustos-14 Eylül 2025 tarihleri arasında Finlandiya, Kıbrıs Rum Kesimi, Polonya ve Letonya’nın ev sahipliğinde düzenlenecek. Turnuvanın final aşaması ise Letonya’nın Riga şehrinde oynanacak.


A Millî Erkek Basketbol Takımımız, FIBA 2025 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde oynadığı ve kaybettiği son hafta maçlarından sonra, 25 Şubat 2025 tarihinde açıklanan FIBA Dünya Sıralaması’ndaki puanı 437,4 puandan 430,4 puana gerilerken sıralamadaki yerimiz ise değişmedi (27’nci sıra). A Millî Erkek Basketbol Takımımız, 2016 yılından itibaren FIBA Dünya Sıralaması’nda büyük bir düşüş yaşayarak 6’ncı sıradan 27’nci sıraya kadar gerilemişti. 16 Nisan 2022 tarihinde ikinci kez A Millî Erkek Basketbol Takımımızın Başantrenörlüğü görevine getirilen Sayın Ergin Ataman yönetiminde (ilk dönemi 22 Mart 2014-31 Ağustos 2016 tarihleri arasındaydı) A Millî Takımımız sırasıyla  FIBA 2023 Dünya Kupası Elemeleri, FIBA 2022 Avrupa Şampiyonası Finalleri ve FIBA 2023 Olimpiyat Ön Elemeleri’nde başarısız sonuçlar almıştı. Oysa Ergin Ataman, aynı dönemde kulüpler düzeyinde 2022 yılında Anadolu Efes ve 2024 yılında ise Panathinaikos BC (Yunanistan) ile Euroleague şampiyonlukları yaşamıştı. Kapalı bir lig olan Euroleague’in nasıl bir organizasyon yapısına sahip olduğunu, dergimizin Ocak sayısındaki yazımda detaylı bir şekilde anlatmaya çalışmıştım.


Sayın Ataman döneminde peş peşe üç önemli turnuvada alınan başarısız sonuçlar sonrasında 2022-2025 yıllarını kapsayan üç yıllık süreçte FIBA’nın organize ettiği herhangi bir final organizasyonuna katılamayarak 1993 yılından itibaren yaklaşık 30 yıl sonra A Millî Erkek Basketbol Takımımız ilk kez böyle bir durumla karşılaştı. Bu da son 30 yılda elde ettiğimiz en başarısız dönemimizi yaşamak zorunda kalışımızdı. Ülke basketbolumuzun niteliğinin en önemli göstergesi olan A Millî Takımlarımız düzeyinde yaşanan kötü sonuçların en önemli sebeplerinin başında, düşünsel anlamda A Millî Takımlarımızın öncelikler hiyerarşisinde ilk sırada yer almaması gelmektedir. Buna bir örnek de, İzlanda gibi vasat bir basketbol ülkesine karşı alınan yenilgi sonrasında A Millî Erkek Basketbol Takımımızın Başantrenörü Sayın Ataman’ın, “Favori İzlanda’ydı, sürpriz yapamadık” cümlesini sarf etmesidir.


Yabancı oyuncuların ön plânda olduğu kulüp takımlarıyla 3 Euroleague (2021, 2022, 2024), 1 EuroCup (2016), 1 FIBA EuroChallenge (2012), 1 FIBA Saporta Kupası (2002) ve birçok yerel lig şampiyonlukları yaşamış olan A Millî Erkek Basketbol Takımı Başantrenörü Ergin Ataman’dan bu cümleyi duymak üzüntü verici olsa gerek. Ergin Ataman’ın Millî Takımımızdaki ikinci döneminde oynanan 24 resmî millî maçta bir tek dişe dokunur galibiyet alma başarısı dahi gösterememiş olmamız da ayrıca dikkat çekici bir durum olsa gerek. Sayın Ataman’ın A Millî Erkek Basketbol Takımımızın başında 2014-2016 ve 2022-2025 olmak üzere iki dönemi kapsayan süreçte çıktığı 80 maçta (özel ve resmî maçların toplamı) sadece 39 galibiyet alırken, 41 de yenilgi aldık. Bu da yüzde 50’nin altında bir galibiyet yüzdesi demek. Bunun yanında resmî turnuvalarda ne derecemiz, ne de önemli bir galibiyetimiz var!


Ülke basketbolumuzun temsilinin ve niteliğinin en önemli göstergesi olan A Millî Takımlar düzeyindeki başarısız sonuçların pek de kabul edilebilir düzeyde olmadığı bir gerçek. Ülke basketbolunda yabancı oyuncuların hegemonya kurduğu kulüp takımlarımızla Avrupa kupalarında alınan başarılarla ters orantılı şekilde, A Millî Takımlar düzeyinde ciddi bir ivme kaybı yaşamaktayız. Ayrıca ülke basketbolu olarak düşünsel anlamda da A Millî Takımlarımızı önceleyen bir yapıdan iyice uzaklaşmış durumda olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü basketbolumuzda öncelikler hiyerarşisinde A Millî Takımlarımız değil, başta Euroleague olmak üzere kulüp takımlarımızın öncelikleri ön plâna alınmakta ki bunu üzülerek görüyoruz. 2011 yılından itibaren kulüp takımlarımızın yabancı oyuncuların ön plânda olduğu kadrolarla elde ettiği başarılar ile A Millî Takımlarımızın aynı dönemde yaşadığı başarısızlıkları, Şubat sayısında yer alan “Dünya Sıralamasında Nereden Nereye” başlıklı yazımda istatistikî verilerle birlikte detaylı bir şekilde ifade etme çalışmıştım. 


Kısacası düşünce anlamında neyi önceliyorsanız onda başarılı olur, neyi geri plânda bırakıyorsanız da onda başarısız olursunuz. Şunu üzülerek söylememiz gerekiyor ki; ülke basketbolumuzu yönetenlerin ve yönlendirenlerin, ülke basketbolumuzun niteliğinin yegâne göstergesi olan A Millî Takımlarımızın başarısını öncelikler hiyerarşisinde ilk sıraya koymaktan çok, başta Euroleague’de yer alan kulüplerimiz olmak üzere bazı kulüplerimizin önceliğini ilk sıraya koyduklarını görüyoruz. Bunu bizlere düşündüren en önemli somut veriler, hiç kuşkusuz 2011 yılından itibaren yabancı oyuncu hegemonyasındaki kulüp takımlarımızın Avrupa kupalarında elde ettiği başarılar ve bu başarılara ters orantılı olarak A Millî Takımlarımızın yaşadığı başarısızlıklardır.Basketbolda kulüp takımlarımızın erkekler kategorisinde Avrupa kupaları tarihinde elde ettiği 8 şampiyonluğun 6’sının, 20 finalin de 17’sinin 2011 yılından sonra kazanıldığını, aynı dönemde ise A Millî Erkek Basketbol Takımımızın FIBA Dünya Sıralaması’nda 6’ncılıktan 27’nci sıraya gerilediğini üzülerek görüyoruz.


Sporun toplumu etkileyen yönü


Spor branşları arasında basketbolun gerek Avrupa, gerekse dünya ölçeğinde küreselci yapının laboratuvar ortamına dönüştüğünü görmek ve anlamak zor değil. Euroleague gibi kapalı lig organizasyonlarının yerel lig ve dolayısıyla da millî takımlara ne kadar büyük zarar verdiklerini daha önceki yazılarımda detaylı bir şekilde ifade etmiştim. Yerel lig ve millî takım organizasyonlarının tekrar öncelikler hiyerarşisinde ilk sıraya alınmasıyla düşünsel anlamda da küreselci yapının tek tipleştirici ve atomize edici anlayışını bertaraf etmiş olacağız. 


Spor, günümüzde bir toplumun bütün fertlerinin herhangi bir sınıf gözetmeksizin temas kurduğu bir alan olma özelliğini taşımaktadır. Bu da sporun toplumsal açıdan olumlu anlamda birleştirici, olumsuz anlamda ise ayrıştırıcı olmak üzere iki yönünün olduğunu göstermektedir. Yerel liglerin niteliğinin artması, millî takımların istikrarlı başarılar elde etmesi ve dünya çapında büyük oyuncular yetiştirilmesiyle uluslararası alanda elde edilecek başarılar, ülkede toplumsal anlamda bütünleştirici ve fert anlamında da özgüven kazandırıcı bir etkiye sebep olurken, yerel liglerin değersizleştirilmesinin yanında millî takım düzeyindeki başarısızlıklar ve kendi ülke değerlerine yabancılaştırılmış bir spor branşıyla kulüp fetişizmi körüklenerek ülkede toplumsal ayrışmalar ve fertler nezdinde özgüven kaybına sebep olmaya kadar giden olumsuzluklar yaşanabilecektir.


Emperyalizmin en sinsi, en büyük ve en uzun süreli zarar vereni, hiç kuşkusuz “kültür emperyalizmi”dir. Kültür emperyalizmine maruz kalan ülkeler ve toplumlar en çok da kendi olma bilincinden uzaklaşmakta ve kendisine olan saygısı da azalmaktadır. Neticede değer üretmekten uzaklaşan ve toplu iğne dahi üretemeyen bir duruma düşebilmektedir. Ülkemizde son yıllarda hemen her alanda çok ciddi atılımlar gerçekleşmektedir. Bunların en başında da savunma sanayinde dünya devi olan bir ülke konumuna gelmemizdir. Dünya çapında değerler üretmeye başlamamız, bize neredeyse iki asırdır dayatılan eziklik psikolojisinin prangalarından kurtulmaya ve kendilik bilincimize varmaya başladığımızın göstergesidir. Hemen hemen her alanda ülkemiz ciddi başarılar elde etmektedir, spor alanında da benzer şekilde değer üretmemiz ve istikrarlı başarılar elde etmemiz beklenen bir durum olmalıdır. Aksi yönde bir durumun yaşanması ise anormal karşılanmalıdır. Ülkemiz basketbolunda yaşanan başarısızlıkların, ülkemizin geldiği seviye anlamında anormal bir durum olduğunu söylememiz gerekiyor. Bunu görmemiz ve toplumsal bütünleşmeyi engelleyecek her türlü engellerden kurtulmamız adına çaba göstermemiz gerekiyor. 


Yerli ve millî anlayış


Hiçbir kulüp takımının ya da hiçbir zümrenin başarısı, Millî Takımlarımızın ve özellikle de A Millî Takımlarımızın başarısından daha önemli olamaz. Ancak gerek erkekler, gerekse de kadınlar kategorilerinde, başta Euroleague olmak üzere, Avrupa kupalarında veya yerel liglerde başarılı olup, kendi taraftarını memnun etme anlayışıyla millî takımları geri plâna atan her türlü düşünceye ve yaklaşıma müsaade edilmemelidir. 


Dergimizin Ocak sayısında yer alan yazımda detaylı bir şekilde dile getirdiğim Euroleague (EL) organizasyonu başta olmak üzere, “Avrupa kupalarında başarı” adı altında yabancı oyuncuların hegemonya kurduğu takım yapılanmaları ile kendi ülke basketboluna yabancılaşan kulüp organizasyonları ortaya çıkmaktadır. Bu anlayışla yönetilmeye başlayan kulüplerimizde süreç içerisinde bu yapı ve düşüncenin hâkim olmaya başladığını, dolayısıyla da bu anlayışın süreç içerisinde ülke basketbolumuza da hâkim olmasıyla neticelendiğini üzülerek görüyoruz. 


Kulüplerimizin Türkiye A Millî Takımlarımız için değer üretmeyen veya değerlerimizin gelişimine de imkân sağlamayan anlayışla yönetilmeleri, Türk basketboluna (sporuna) gerçek anlamda hiçbir fayda sağlamadığı da açıktır. Küreselci bir anlayış değil, yerli ve millî olan anlayış, her alanda olduğu gibi sporda da (özellikle de ülke basketbolumuzda) kendilik bilincimizi ve değer üretimimizi sağlayacak en temel anlayış olacaktır.


Basketbolumuzun ana statüsü


Türkiye Basketbol Federasyonu (TBF) Ana Statüsü Birinci Bölüm Genel Hükümler Amaç Madde 1-(1), “(Bu Ana Statünün amacı;) ülke genelinde her yaştaki vatandaşın basketbola ilgi ve sevgisini artırıcı çalışmalar yapmak, basketbolun her bakımdan gelişmesini sağlamak, bu amaca yönelik olarak ülke genelinde yapılanmak, bu faaliyetleri ulusal ve uluslararası kurallara uygun olarak diğer ilgili kuruluşlar ve yerel yönetimler ile işbirliği içerisinde bağımsız olarak yürütmek, Türkiye’yi basketbol konusunda yurtiçinde ve yurtdışında temsil etmek üzere kurulmuş bulunan, özel hukuk hükümlerine tabi, bağımsız statüye ve tüzel kişiliğe sahip Türkiye Basketbol Federasyonu’nun teşkilat, görev ve yetkilerine ait usul ve esasları” düzenlemektir.


İkinci Bölüm: Federasyonun Teşkilatı, Görev ve Yetkileri Kuruluş ve Görevleri Madde 5-(1) f): “Türkiye’yi basketbol ile ilgili tüm konularda ve ilgili kurullarda yurt dışında temsil etmek, uluslararası kuralların ve talimatların uygulanmasını sağlamak…”


Kulüplerimizin ve federasyonlarımızın kuruluş amaçlarının başında, her yaşta vatandaşımızın (özellikle de gençlerimizin) nitelikli spor yapması, sosyalleşmesi, sporu sevmesi, sporun içinde daha uzun süre kalması gibi konular merkezi yer teşkil etmektedir. Gençliğe fayda sağlama ve onlara değer katma birinci öncelikli meselemiz ve görevimiz olmalıdır. Sportif faaliyetlerdeki asıl amacımızın ve ülke sporumuzun gelişmesinin, gerçek anlamda kemdi evlatlarımıza alan açmakla ve onlara göstereceğimiz değerle yakından ilişkili olduğunu unutmamalıyız. Asıl amacı gözden kaçırır ve kulüp taraftarlığını her şeyin önüne koyarsanız, bu da bizleri kulüp fanatizmine ve fetişizmine doğru götürür. Kulüp takımlarımızın ilke gözetmeksizin “başarı putu” anlayışını her şeyin üstüne koymaya başlarsak; sporun birleştiriciliğinden çok, ayrıştırıcılığına maruz kalırız. 


Kulüp takımları arasındaki rekabet, fanatizme ve değer üretimi yerine de sadece kazanma putuna sürüklüyorsa, kısa vadede kazandıklarımızın ötesinde uzun vadede kaybettiklerimiz çok daha fazla olacaktır; tıpkı şimdilerde basketbolumuzda olduğu gibi… Oysa kulüplerimiz kuruluş amaçlarına ve tüzüklerine uygun şekilde diğer kulüplerle olan rekabetini ülke sporumuza katkı noktasında değer üreterek de gösterebilirler. Bu değer üretimi sayesinde diğer kulüplerimiz de değer üreterek rekabete iştirak edeceklerdir. Basketbolumuzda değer üretimi sürecini verimli hâle getirme adına en önemli yönlendirici ve yönetici hiç kuşkusuz TBF olmalıdır. TBF, ülke basketbolunun yurtdışında temsili ve ülke basketbolumuzun niteliğinin en önemli göstergesi olan A Millî Takımlarımızın yurt dışında temsilini önem sırasında birinci dereceye koyarsa, bu sayede ülke basketbolumuzun geleceğini de kulüplerimizin insafına bırakmamış olur. 


Tek tipleşme sorunu


FIBA ile Euroleague Basketball arasında 2017 yılından itibaren süren anlaşmazlıklar nedeniyle birçok ülke NBA oyuncularından hiç yararlanamazken, Euroleague oyuncularından ise geçmişte olduğuna nispeten çok az yararlanabilmektedir. Oysa basketbolu, hatta bütün spor turnuvalarını en keyifli kılan organizasyonlar, millî takımlar düzeyinde gerçekleşen organizasyonlardır. Dünyanın “1” numaralı spor organizasyonunun Olimpiyat Oyunları olmasındaki temel neden de dört yılda bir ülkelerin olimpik branşlarda adeta gövde gösterisi yapmalarıdır. Ülkeler bu sayede sportif alanda ürettikleri değerleri ve buna bağlı olarak da spordaki nitelik düzeylerini birbirleriyle karşılaştırma imkânı bulmaktadırlar. Basketbolda da en ilgi çeken müsabakalar, hiç kuşkusuz millî takım organizasyonlarıdır. Bu sayede hem ülkeler arası spor organizasyonlarındaki değer üretimi karşılaştırmalarının yapılma imkânı bulunur, hem de o ülkenin vatandaşları arasında ortak bir duygu birliği sağlanır. 


Millî takımlar arasında gerçekleşen müsabakaları bu denli silik hâle getirme çabasını küresel aklın bir yansıması olarak görüyor ve hiçbir şekilde tasvip etmiyorum. Bununla birlikte, küreselleşmiş bir NBA ve Euroleague ağına bizleri mahkûm edip tek tipleşme ve tekelleşmeye doğru bir dayatma tehlikesinin varlığından da söz etmemiz gerekiyor.


Dünya basketbolunu tek tipleştirme ve millî takım ruhunu öldürme adına yapılan bu tekelleşmeye karşı refleks gösteremeyen ülkeler ise maalesef yavaş yavaş millî takımlar düzeyinde elde edilen başarılar yönünden gerilemeye başladılar. Bunu en belirgin şekilde görebilmek adına basketbol kültürüne sahip olan ülke millî takımlarının normal şartlarda basketbol adına kendileriyle boy ölçüşemeyecek olan ülkelerin seviyesine düşürülmeleri olarak gösterebiliriz.


Özellikle Avrupa basketbolunda millî takım organizasyonlarını değersizleştirmeye götüren tek tipleşme ve tekelleşmeye karşı da federasyon olarak geç olmadan tedbirler alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyla ilgili olarak özellikle bazı ülke federasyonlarının ciddi tedbirler aldıkları görülürken, bizim de benzer şekilde çeşitli tedbirler almamızın, ülke basketbolumuzun geleceği açısından çok önemli bir adım olacağı kanaatindeyim.


Sonuç


Ülkemiz, yerli ve millî anlayışla başta savunma sanayi olmak üzere birçok alanda tarihî gelişmeler yaşarken, basketbolda ise yerli ve millî anlayış bakımından tamamen karşıt gelişmeler yaşıyor ki bunu üzülerek görüyoruz. Bu anlayış değer üretmekten uzak, tamamen tüketici konuma düşen ülke basketbolunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Değer üretemeyen, kendi değerlerine sahip çıkamayan ve düşünce anlamında da kendi değerlerine yabancılaşmış ülkemiz basketbolunun dünya çapında değer görmesi de mümkün değildir. Tüketici bir yapıda ve sürdürülebilirlikten uzak kulüpsel başarıların ülkemizin öncelikleriyle uyuşmadığı da çok açıktır. Ülke basketbolunun ülkemizin gerçeklerinden kopuk bir yapıda olmasının, ilerleyen süreçlerde basketbolumuzun daha da dip yapmasına sebep olacağını öngörmek zor olmasa gerek.


Çözüm: Basketbolumuzda önemli bir paradigma değişimine gitmemiz gerekiyor. Bu paradigma değişimi, “Türkiye Yüzyılı”na yakışır bir şekilde, her alanda olduğu gibi basketbolda da yerli ve millî anlayışı önceleyen bir yapıya kavuşmakla sağlanacaktır. Bu da ülkemizin gençlerine değer vermek, Türk çocuklarına inanmak ve gerçek başarının değer üreterek elde edileceğini bilmekten geçmektedir.


Herkese mutlu, huzurlu, sağlıklı ve basketbol dolu günler diliyorum. Saygılarımla…