Pandemide Bölüm-2: “Korkunç, daha da korkunç” (!)

Olası diğer felâketler öncesinde bu sınavı eksiksiz verelim ki diğerleri ile baş edecek umudumuz, ufkumuz, deneyimimiz olsun. Hareketsiz ve yalnız bir yaşama mahkûm edilen üst yaş grubu için temel sorunlar ve destekleyiciler ne olmalı, bu ayrı bir ders konusu; bunun hakkında derdimiz olmalı.

AYLARDIR tüm dünyaya pompalanan virüs korkusu ile yaşıyoruz. En aymaz gibi görünen, tedbirleri çok da umursamayan insanların bile hayatını şekillendiren ilk olgu, şu an öyle ya da böyle, virüs…

Alınan kamusal tedbirlerden bu bağlamda etkilenen iş sektörlerine, çalışma koşullarına ve kişisel zorunluluklarına dek Corona’nın, hayatını etkilemediği insan yok. En azından şehir yok!

Köyünde bahçesinde üretip modern hayatın bizi girdabına soktuğu yaşam formundan uzak yaşayan az sayıda şanslı insan dışında belki…

Yeni bir kıyâmet kopuyor bugünlerde, sanki korkumuz azalmış, normale dönüş başlamış gibi… Binlerce mutasyonundan söz edilen virüsün bulaş hızının ve risk grubunun büyüdüğü şeklinde yeni bir endişe bombası patladı tam yüreğimize. Çok tutulan korku serisinin ikinci filmi yayına sunulur ve “İkincisi, ilkinden çok daha, daha, daha…” diye afişe edilir ya, öyle!

Pandemi seyrinde ilk günden itibaren tüm medyanın ve bazı uzmanların izlenme telâşı ile yaptıkları yayınları gördük. Sadece Corona meselesinde değil, medyanın şiddet haberlerinden magazinel olaylara dek tek kaygısının izlenilirlik olduğu hepimizin malûmu. Daha iki yaşındaki çocukların bile adını ezbere bildiği virüs, okul öncesi çocuklarına bile korku salabildi bu malûm medya, tüm yaklaşımı ve duyarsızlığı ile.

“Muhalif” ya da “yandaş” etiketlerine sürekli karşı çıksam da aslında hak ettiğini görmezden de gelemediğim medya ve bu medyanın muhatabı olan, korkularını içlerinde sindirerek yaşayabilme cesareti göstermek yerine ne olup bittiği bile anlaşılmadan uluorta konuşan insanlar var. Binlerce ölümden, milyonlarca vakadan söz ederek kendi endişelerini püskürterek yayma gafletindeki bu yetişkinler eli ile şu anda ölümden, hastalıktan ve hasta olmaktan ölesiye korkan, erken çocukluk ve ilk gençlik yaşında evlâtlarımız var.

İlk andaki belirsizlik ve panik hissi, yaşatılan korku dolu atmosfer, torbalar içinde götürülen ceset görüntüleri vesaire… Belki sağlam bir psikolojisi olmayan ve endişe düzeyi yüksek insanlar için o ilk panikleme normaldi. Peki, aylar geçmişken ve biz maskesiz dışarı çıkmayı unutacak kadar işin içinde iken neden hâlâ ilk andaki panik havası kolayca hâkim olabiliyor? Neden hâlâ birbirinden farklı uzmanların çoğu zaman birbiri ile çelişen onlarca görüşü ve her birinin yazdığı ayrı felâket senaryoları ile karşı karşıyayız sadece?

Başından beri çok iyi iş çıkardığını düşündüğüm EBA TV kanallarında bile hâlâ çocukların çoktan kanıksadığı maske-mesafe-hijyen kuralını hatırlatmakla yetiniliyor. Suya sabuna dokunmadan (tabiî ki bolca su ve sabun mesajı veriliyor, kastım o değil) sağlıklı beslenme, bağışıklık kuralları hatırlatılmadan geleceğimiz nokta ne olacak? Böylesi bir kocaman tehlike, aslında kocaman bir fırsatı, çocuklarımıza bedenlerine giren şeylerin onlara nasıl etki ettiğini anlatma fırsatını da vermiyor mu?

Abur cuburların, fazla un ve şekerin bedenimizi nasıl güçsüz bıraktığını, tersine sağlıklı yaşamanın ve iyi bir beden ve de ruh sağlığı ikilisinin her türlü tehlikede nasıl bir koruma kalkanı olacağını, ihtiyaçlarımızı, önceliklerimizi ve değiştirmemiz gereken alışkanlıkları bu fırsatta türlü kanaldan iletemez miyiz gençlerimize?

Bugün kolayı sudan daha çok tüketen, ketçap adı altında onlarca katkı maddesi ve koruyucuyla sunulan şey olmadan bir şey yemeyen bir büyük genç kitle var. Enerji içeceği reklâmı ve sadece uyarı yazısı içeren bir alt metin ile bir küçük tadımcık aldığımız hazır gıda (onlar çoğunlukla gıda değiller) reklâmlarında yanıltıcı içerikler hâlâ çok rahat yapılabilirken, sağlıklı alışkanlıklar ve temiz bir yaşam algısı için yapılacak çok şey var, yapılmalı!

Bunun sorumluluğu kontrol ve yaptırım mekanizmaları ile birlikte sağlıklı üretimin teşviki hususunda devletin, bilinçli ve sorumlu bir yayıncılık anlayışı ile her türlü medyanın, kolaycılığa kaçmama ve yetişkin olmanın sorumluluğunu eksiksiz olarak yerine getiren anne babaların, okulların, marketinden kantinine her türlü tüketim temini noktasında yer alanların yani hepimizin!

“Her kriz bir fırsattır” mottosu tam da bu sıralarda, insanlar daha büyük ve kesintisiz korkulara sevk edilmişken denenmeli, bizi harekete geçirmeli. Kolay olmayacak, yaşantımıza hâkim olan bir değil binlerce yanlış kabul varken, aksine çok zor olacak. Ama geçici hap çözümler yerine kök sorunun çözüm formülünü istiyor ve sağlıklı bir toplum hedefliyorsak, bunu yapmak zorundayız.

Sağlıklı beslenmek yeterli mi? Hareketsiz kalan milyonların ruh ve beden sağlıklarını korumak için nelerin yapılabileceği şimdi ele alınmalı. Görünen o ki, yaşadığımız bu korku dolu senaryo kısa zamanda bitmeyecek.

Olası diğer felâketler öncesinde bu sınavı eksiksiz verelim ki diğerleri ile baş edecek umudumuz, ufkumuz, deneyimimiz olsun. Hareketsiz ve yalnız bir yaşama mahkûm edilen üst yaş grubu için temel sorunlar ve destekleyiciler ne olmalı, bu ayrı bir ders konusu; bunun hakkında derdimiz olmalı. Uzaktan eğitim ve bilgisayarlardan tanımlanan ödevlerin, zaten ekrandan uzak tutmakta zorlandığımız çocukların ekran süresini arttıracak faaliyetlerin yerine ne konulabilir, bir de bu açıdan bakılmalı.

Biz zorlu zamanlara alışkınız dünyanın müreffeh ülkelerinin aksine. Şimdi bilmediğimiz yerden sınanıyoruz. Ama çok iyi bildiğimiz ve bize sunulmuş kılavuz hakikatlerle ilerlersek, kazanan olur muyuz? Bunu bilmem ama en azından kaybedeceklerimiz azalır.