AYLARDIR tüm dünyaya
pompalanan virüs korkusu ile yaşıyoruz. En aymaz gibi görünen, tedbirleri çok
da umursamayan insanların bile hayatını şekillendiren ilk olgu, şu an öyle ya
da böyle, virüs…
Alınan
kamusal tedbirlerden bu bağlamda etkilenen iş sektörlerine, çalışma koşullarına
ve kişisel zorunluluklarına dek Corona’nın, hayatını etkilemediği insan yok. En
azından şehir yok!
Köyünde
bahçesinde üretip modern hayatın bizi girdabına soktuğu yaşam formundan uzak
yaşayan az sayıda şanslı insan dışında belki…
Yeni
bir kıyâmet kopuyor bugünlerde, sanki korkumuz azalmış, normale dönüş başlamış
gibi… Binlerce mutasyonundan söz edilen virüsün bulaş hızının ve risk grubunun
büyüdüğü şeklinde yeni bir endişe bombası patladı tam yüreğimize. Çok tutulan
korku serisinin ikinci filmi yayına sunulur ve “İkincisi, ilkinden çok daha,
daha, daha…” diye afişe edilir ya, öyle!
Pandemi
seyrinde ilk günden itibaren tüm medyanın ve bazı uzmanların izlenme telâşı ile
yaptıkları yayınları gördük. Sadece Corona meselesinde değil, medyanın şiddet
haberlerinden magazinel olaylara dek tek kaygısının izlenilirlik olduğu
hepimizin malûmu. Daha iki yaşındaki çocukların bile adını ezbere bildiği virüs,
okul öncesi çocuklarına bile korku salabildi bu malûm medya, tüm yaklaşımı ve
duyarsızlığı ile.
“Muhalif”
ya da “yandaş” etiketlerine sürekli karşı çıksam da aslında hak ettiğini görmezden
de gelemediğim medya ve bu medyanın muhatabı olan, korkularını içlerinde
sindirerek yaşayabilme cesareti göstermek yerine ne olup bittiği bile
anlaşılmadan uluorta konuşan insanlar var. Binlerce ölümden, milyonlarca
vakadan söz ederek kendi endişelerini püskürterek yayma gafletindeki bu
yetişkinler eli ile şu anda ölümden, hastalıktan ve hasta olmaktan ölesiye
korkan, erken çocukluk ve ilk gençlik yaşında evlâtlarımız var.
İlk
andaki belirsizlik ve panik hissi, yaşatılan korku dolu atmosfer, torbalar
içinde götürülen ceset görüntüleri vesaire… Belki sağlam bir psikolojisi
olmayan ve endişe düzeyi yüksek insanlar için o ilk panikleme normaldi. Peki,
aylar geçmişken ve biz maskesiz dışarı çıkmayı unutacak kadar işin içinde iken neden
hâlâ ilk andaki panik havası kolayca hâkim olabiliyor? Neden hâlâ birbirinden
farklı uzmanların çoğu zaman birbiri ile çelişen onlarca görüşü ve her birinin
yazdığı ayrı felâket senaryoları ile karşı karşıyayız sadece?
Başından
beri çok iyi iş çıkardığını düşündüğüm EBA TV kanallarında bile hâlâ çocukların
çoktan kanıksadığı maske-mesafe-hijyen kuralını hatırlatmakla yetiniliyor. Suya
sabuna dokunmadan (tabiî ki bolca su ve sabun mesajı veriliyor, kastım o değil)
sağlıklı beslenme, bağışıklık kuralları hatırlatılmadan geleceğimiz nokta ne
olacak? Böylesi bir kocaman tehlike, aslında kocaman bir fırsatı, çocuklarımıza
bedenlerine giren şeylerin onlara nasıl etki ettiğini anlatma fırsatını da
vermiyor mu?
Abur
cuburların, fazla un ve şekerin bedenimizi nasıl güçsüz bıraktığını, tersine
sağlıklı yaşamanın ve iyi bir beden ve de ruh sağlığı ikilisinin her türlü
tehlikede nasıl bir koruma kalkanı olacağını, ihtiyaçlarımızı, önceliklerimizi
ve değiştirmemiz gereken alışkanlıkları bu fırsatta türlü kanaldan iletemez
miyiz gençlerimize?
Bugün
kolayı sudan daha çok tüketen, ketçap adı altında onlarca katkı maddesi ve
koruyucuyla sunulan şey olmadan bir şey yemeyen bir büyük genç kitle var.
Enerji içeceği reklâmı ve sadece uyarı yazısı içeren bir alt metin ile bir
küçük tadımcık aldığımız hazır gıda (onlar çoğunlukla gıda değiller)
reklâmlarında yanıltıcı içerikler hâlâ çok rahat yapılabilirken, sağlıklı
alışkanlıklar ve temiz bir yaşam algısı için yapılacak çok şey var, yapılmalı!
Bunun
sorumluluğu kontrol ve yaptırım mekanizmaları ile birlikte sağlıklı üretimin
teşviki hususunda devletin, bilinçli ve sorumlu bir yayıncılık anlayışı ile her
türlü medyanın, kolaycılığa kaçmama ve yetişkin olmanın sorumluluğunu eksiksiz
olarak yerine getiren anne babaların, okulların, marketinden kantinine her
türlü tüketim temini noktasında yer alanların yani hepimizin!
“Her
kriz bir fırsattır” mottosu tam da bu sıralarda, insanlar daha büyük ve
kesintisiz korkulara sevk edilmişken denenmeli, bizi harekete geçirmeli. Kolay
olmayacak, yaşantımıza hâkim olan bir değil binlerce yanlış kabul varken,
aksine çok zor olacak. Ama geçici hap çözümler yerine kök sorunun çözüm
formülünü istiyor ve sağlıklı bir toplum hedefliyorsak, bunu yapmak zorundayız.
Sağlıklı
beslenmek yeterli mi? Hareketsiz kalan milyonların ruh ve beden sağlıklarını
korumak için nelerin yapılabileceği şimdi ele alınmalı. Görünen o ki,
yaşadığımız bu korku dolu senaryo kısa zamanda bitmeyecek.
Olası
diğer felâketler öncesinde bu sınavı eksiksiz verelim ki diğerleri ile baş
edecek umudumuz, ufkumuz, deneyimimiz olsun. Hareketsiz ve yalnız bir yaşama
mahkûm edilen üst yaş grubu için temel sorunlar ve destekleyiciler ne olmalı, bu
ayrı bir ders konusu; bunun hakkında derdimiz olmalı. Uzaktan eğitim ve
bilgisayarlardan tanımlanan ödevlerin, zaten ekrandan uzak tutmakta
zorlandığımız çocukların ekran süresini arttıracak faaliyetlerin yerine ne
konulabilir, bir de bu açıdan bakılmalı.
Biz zorlu zamanlara alışkınız dünyanın müreffeh ülkelerinin aksine. Şimdi bilmediğimiz yerden sınanıyoruz. Ama çok iyi bildiğimiz ve bize sunulmuş kılavuz hakikatlerle ilerlersek, kazanan olur muyuz? Bunu bilmem ama en azından kaybedeceklerimiz azalır.