COVID-19 pandemisi ile
ilgili Türkiye’nin nasıl kötü bir sınav verdiğini, sağlık sisteminin yetersiz
kaldığını ve sistemi yönetenlerin beceriksizliğini madde madde anlatalım…
1.
Korona her yeri kuşatmışken bunlar, “Bizde
yok, bizde yok” diyerek Koronavirüs vakalarını sakladılar. Sınırları
kontrol edemediler, İran’dan, Amerika’dan, Avrupa’dan birçok vaka geldi. Hele
Arabistan’dan gelenler, hızla virüsü her yere yaydılar. Böyle bir zamanda
umreye gitmenin sırası mıydı acaba?! Pandemi olayında kilit konu umredir,
salgın bile bile Türkiye’ye davet edildi…
2.
Sağlık Bakanı, açıklamaları kendi sosyal medya hesabı üzerinden yaparak
binlerce takipçi kastı! İsterseniz Twitter’deki takipçi sayısına bakın, öncesi
ve sonrasını karşılaştırın!
3.
IMF “Virüs görülen ülkelere para
vereceğiz” deyince, 10 Mart’ta alelacele toplanıp “İlk vaka ortaya çıktı” diye duyurdular. Arkasından daha fazla
saklayamayacaklarını anlayınca mecburen vaka sayılarını vermeye başladılar. Ama
hepsini değil, daha azını... İşin vahameti Vatsap gruplarında, “Şu hastaneden tanıdığım birisiyle konuştum,
durum felâket” türünden ses kayıtlarına bile yansıdı, ama bunlar her iş
yolundaymış gibi hava vermeye devam ettiler…
4.
İlk zamanlar Koronavirüsten ölen hiç olmamış gibi ölenleri gizlediler. Virüsten
ölenler gizli gizli gömüldü. Sonra da ölüm oranını sabit tutmak için rakamlarla
oynadılar. 0,21’i şaşmadılar. Amaç diğer ülkelerden daha az ölüm olduğunu
göstermekti.
5.
“Uganda’da ilk vaka 13 Mart’ta ilân
edildi. Uçuşları durdular. Yurtdışından gelenleri karantinaya aldılar. Her türlü
toplantıyı yasakladılar. Toplumu bilgilendirip 30 Mart’ta belli saatlerde
sokağa çıkma yasağı ilân ettiler. Uganda’da 53 vaka var.” Türkiye’de bu
tespitin yapıldığı tarihte vaka sayısı 52 bin 167… Uganda’nın tam 100 katı!
Demek ki, “Uganda, Türkiye’den iyi yönetiliyor”!
6.
Dünya Sağlık Örgütü’ne eksik rakam bildirdiler. Hem vaka sayısı, hem ölenler, gösterilenden
çok daha fazlaydı. Her gün açıkladıkları rakamlar kontrollü verilerden ibaret.
ABD’nin saygın (!) gazetelerinden New York Times’ta, Türkiye’nin gösterilenden
daha büyük felâket yaşadığı, İstanbul’daki olağan olmayan ölüm artışları
üzerinden haber yapıldı.
7.
Türkiye’de 1 Mayıs itibariyle 1 milyon 75 bin 48
test yapılmış, ancak toplam vaka sayısı 122 bin 392 olarak gösteriliyor. Böyle
bir şey olabilir mi? Hâlbuki işi bilen birinin hesabı hiç de böyle değil.
İşte gerçekler: “Şimdi Türkiye bu
dediğime kilitlenecek: Deniliyor ki, yapılan testi 444 ile çarpın, Koronavirüse
enfekte olmuş insan sayısını bulursunuz. 40 milyon enfekte olan vatandaşımız
var.”
İşi
bilen kişi yine insaf edip “40 milyon” demiş, rakam ise onun dediğinin 100
katından daha fazla! İşte matematik: 1 milyon 75 bin 48’in 444 katı, 477 milyon
321 bin 312. Yazıyla, “Dört yüz yetmiş yedi milyon üç yüz yirmi bir bin üç yüz
on iki”…
8.
Sağlık personeline maske bulunamadı, gerekli koruma donanımı temin edilemedi.
Bu yüzden birçok sağlıkçı virüse yakalandı. Hattâ hekimlerimizden,
hemşirelerimizden vefât edenler oldu. Ama hastalığa yakalanan ve vefât
edenlerin sayısının gösterilenden daha çok fazla olduğunu düşünüyoruz. Vefât
eden sağlıkçılar başka bir hastalıktan vefât etmiş gibi gösterildiler.
9.
Kendi insanlarımız maske bulamazken başka ülkelere tıbbî yardım yapılarak
“büyük devlet” rolü oynandı. Biz kim oluyoruz ki Fransa’ya, İtalya’ya,
İngiltere’ye, hattâ ABD’ye yardım yapalım?!
Evinde
hâlâ maske almayı bekleyen insanlar varken, böyle bir şova gerek var mıydı ki?
10.
Tüm ülkelerden vatandaşlarımızı getiriyoruz diye uçak seferleri düzenlendi.
Maksat vatandaş filan getirmek değil, tamamen şov yapmaktı. Fransa’dan,
Rusya’dan, Hindistan’dan özel ambulans uçaklarla göstermelik hastalar
getirdiler. En son bir tiyatro oynadılar, İsveç’te bir hastayı şov yaparak
getirdiler. Sanki İsveç’in sağlık sistemi yetersizmiş de, tedavi edilememiş de,
biz tedavi edecekmişiz… Siz kim, İsveç kim? O İsveç ki, Avrupa’nın en müreffeh
ülkesi! O İsveç ki, sosyal devletin ete kemiğe bürünmüş hâli! O İsveç ki, İsveç
yani...
Ama
kısa sürede oynadıkları oyunun arka plânı ortaya çıktı. İşte size bunun ispatı:
“İsveç’ten
Türk vatandaşımızı ambulans uçakla Türkiye’ye getirdik... Adam çifte vatandaş
çıktı, Bakanın köylüsü çıktı, milyoner çıktı, parti üyesi çıktı. Covit 19
hastası da çıkmadı, kardiyoloji servisinde yatıyor. Beceriksizce çekilmiş bir
Türk filmi izledik, film bitti.” (Aktaran:
Durmuş Yılmaz.)
Demek ki, Bakan Fahrettin Koca, “Türk hastaları ülkemize
getiriyoruz” diyerek yandaşlarını, parti mensuplarını, en önemlisi de kendi
akrabalarını devletin imkânlarıyla bedavadan Türkiye’ye getirmiş. Getirmeye de
devam ediyor…
11. Diyelim ki, yurtdışından getirilenler gerçekten hasta,
peki bizim o kadar paramız var mı? Tabiî, çok zenginiz ya, dünyanın her bir
köşesine uçak ambulans gönderebiliyoruz. Bunların hepsi içerideki
başarısızlıkları perdelemek için oluşturulmuş stratejiler…
***
Yukarıdaki
yazdıklarım saplantılı, savrulmuş ve aşırı doz ideoloji sebebiyle gözleri kör
olmuş bir zihniyetin Türkiye’de gündemde olan Covid-19’a dair hastalıklı bakış
açısını yansıtmaktadır. Bazı televizyon programlarına baktığınız ve sosyal
medyada gezdiğiniz zaman bu ve bundan daha uç hezeyanları görmeniz mümkündür.
Siyâsî
mülâhazalardan uzak, tarafsız bir pencereden ve gerçek veriler üzerinden
değerlendirildiğinde, pandemi sürecinde Türkiye, tüm dünya için örnek alınacak iyi
bir kriz yönetimi becerisi göstermiştir. Bunu görmemek için gözlerin kör,
zihinlerin hastalıklı, kin ve nefret duygusunun bütün hücreleri kuşatmış olması
gerekir.
Siyâsî
iktidara muhalif olmak adına süreçte dillendirilecek çok şey bulunabilir. Ama
yukarıdaki şekilde yalan yanlış bilgileri dillendirmek ve yaymak, muhalif
olmakla ilişkili değil, daha öte bir şizofrenik durumla açıklanabilir!
İşin
ilginç tarafı, bu tür hezeyanların altında yazılanlara bakıldığında, bu aslı
astarı olmayan bilgileri dikkate alarak zihin dünyasını besleyenlerin hiç de az
olmadığı, en ahmakça yazılan paylaşımın bile ciddiye alınabildiği
görülmektedir.
Bu
hastalıklı zihniyet tedavi edilebilir mi? Allah, şifâsını vermediği bir
hastalık yaratmamıştır, buna inanıyoruz. Biz hem kendi hastalıklarımıza, hem
hastalıklı zihinlere çâre aramaya devam edelim. Bunun için de hastanın, kendi
hastalığını kabul etmesi gerek. İnkâr ile gidilecek yol yoktur…