Pandemi sonrası dünya

Covid-19, hayatı yavaşlatarak reel sektörü ve faaliyetleri dijitalleştirerek finansal sektörü tehdit etmektedir. Türkiye bu noktada iki temel alanda girişim yapmalıdır: Birincisi ve en acil olanı, dijital tabanlı ekonomi modelini geliştirmektir! Dijital tabanlı ödeme sistemi, temassız ödeme teknolojisi, dijital para ve e-ticaret gibi alanlara yatırım yapılması acil gerekliliktir. İkincisi ise, reel sektörün hammaddesi olan toprak ile ilgili yeni bir tarımsal kalkınma modeli geliştirilmelidir.

COVID-19 başka bir yönüyle sosyal ve iktisadî hayata dair birçok alışkanlığın ve süregelen sistemlerin devre dışı kaldığı bir süreç yaşamamıza neden olmuştur.

Kâğıt paranın, örgün öğretimin, iş toplantılarının yerini alan dijital plâtformlar; kafelerin, kıraathane, ev toplantıları ya da misafirliklerin yerini alan sosyal medya mecraları; mağazaların ve AVM’lerin, hattâ marketlerin yerini alan e-ticaret siteleri ve daha birçok zeminde bir anda tüm dünyanın geçiş yaptığı bir dijital ortamlar silsilesi söz konusu…

Bu, yeni dünyanın çok daha başka bir yüzünü gösteriyor…

Hayatın yavaşlatıldığı, tüketimin ve üretimin azaltıldığı, daha az enerji tüketmenin ve küresel ekonominin en önemli sektörlerinden olan ulaşımın tüm dünyada minimuma indirildiği bir yaşam biçimini test ediyoruz!

***

Dünyada sadece çalışan nüfusun sokağa çıkması, seyahat kısıtlamaları, temassız ödeme sistemleri ve esnek çalışma modellerinin bugün tüm iktisadî faaliyeti nasıl derinden etkilediğini, hemen her büyüklükte sektör ve kurum hissetmektedir.

Covid-19 sağlık alanından tamamen silinebilir, fakat ekonomik ve sosyal hayatta bıraktığı izler silinmeyecektir.

Daha doğrusu, dünyanın test ettiği “Covid-19 dönemi yeni yaşam biçimi”, birçok açıdan 21’inci yüzyıl yaşam biçimi olarak da devam edebilir.

Dünya, 1929 ve 2008 krizlerinde, ayrıca iki büyük dünya savaşında bile bu kadar izole edilmemişti. Bugün yaşanan pandemi gösterdi ki gelecek yıllarda da insanlığın karşısına bu tip küresel tehditler çıkabilir.

***

Covid-19 ile dünyada, aslında birçok konuda fırsat eşitliğinin de ortaya çıktığını görüyoruz.

Ülkemiz, bu dönemden sonra doğru hamleler yaparsa yeni dünyanın yeni aktörü olabilir. Türkiye’nin bu süreçten sonra hızlı bir şekilde atması gereken adımların başında, millî yazılımların savunma dışı sektörlere de yayılmasını sağlamak gelmelidir.

Seyahatin, mağazacılığın, kâğıt paranın, örgün öğretimin sınandığı bir dönemden geçiyoruz ve gelecek, eskiye doğru değil, yeniye doğru akar daima...

Bugün olmazsa, yarın mutlaka geleneksel iktisadî davranış biçimleri, yerini daha hafif, daha az mâliyetli ve daha küresel olan dijital iktisadî modellere bırakacaktır.

Bu gidişattan kaçmak yerine, bu eğilimin üzerine giderek gerekli tüm hazırlığın yapılması elzemdir.

Bugün dünyanın en değerli markalarının her birinin dijital tabanlı teknoloji firmaları olduğunu fark etmeliyiz.

Örneğin Amazon 221 milyar dolar, Google 160 milyar dolar, Apple 141 milyar dolar, Samsung 94 milyar dolar yahut Huawei 65 milyar dolarlık hacimleriyle öne çıkmaktadır.

Bunlar dünyanın en değerli markaları olarak kabul edilirlerken, bunların arasına çok hızlı yükselmelerine rağmen hâlihazırdaki performanslarıyla otomobil markaları girememektedir. Tabiî başka sektörlerden markalar da…

Pandemi süreci ve sonrasında bu devir böyle de sürecektir.

Çünkü Covid-19, sadece bu şirketlere zarar vermemekte, hattâ daha da destekler gibi büyümelerine, zira kullanımın artmasına neden olmaktadır.

Çünkü reel ekonomi tüm dünyada tehdit altında ve artık dünya, uzun vadeli fizikî yatırım gerektiren, içinde emek yoğun üretim faktörlerinin olduğu sektörleri kaldıramıyor.

Finansal sistem ve onun en büyük oğlu “türev piyasalar”, bugün yaklaşık 3 katrilyon dolarlık bir işlem hacmine sahip. Dünyanın reel üretiminin 25-30 katı bir büyüklüktür bu!

En büyük şirketler dijital tabanlı, en çok kazananlarsa para piyasalarında… Öyleyse problem nerede?

Problem reel sektörde değil, finans piyasalarının bitmek bilmeyen kâr iştahı ve kaldıraç politikası...

***

Finans sektörünün hammaddesi altındır. Para, altının karşılığıdır. Menkul değer paradan çıkar; türev işlemlerse menkul kıymetlerden… Ve bu işleyiş, sürekli büyüyen, kontrol edilmeyen dev bir mekanizma olarak tüm sistemi tehdit eder.

Bugün finansal sistemin mücadele ettiği şey reel sektör değil, dijital tabanlı teknolojilerdir. Kâğıt para ile kripto para savaşının temelinde bu güç savaşı yaşanmaktadır. Ve Covid-19, bu savaşta dijitalin tarafındadır!

Yani bütün ödemelerin internet üzerinden yapıldığı, tüm işlemlerin ve alım satımların dijital plâtformlarda gerçekleştiğini bir düşünelim…

Geleneksel bankacılık ve finans sisteminin uğrayabileceği zararı ve sonrasında gitmek zorunda kalacakları yeri tahmin edebiliyor muyuz?

Reel piyasalarda 1’e 1, finansta 1’e 10, hattâ 1’e 100 kâr elede edenleri düşünün… Bu finans sektörü 1’e 1 kazanç sağlayacağı bir konuma düşerse, o bankaların ekipmanları, lüks binaları, işlek caddelerdeki şubeleri nerede açık kalabilir? Mümkün mü?

***

O hâlde Covid-19, hayatı yavaşlatarak reel sektörü ve faaliyetleri dijitalleştirerek finansal sektörü tehdit etmektedir.

Türkiye bu noktada iki temel alanda girişim yapmalıdır:

Birincisi ve en acil olanı, dijital tabanlı ekonomi modelini geliştirmektir!

Dijital tabanlı ödeme sistemi, temassız ödeme teknolojisi, dijital para ve e-ticaret gibi alanlara yatırım yapılması acil gerekliliktir.

İkincisi ise, reel sektörün hammaddesi olan toprak ile ilgili yeni bir tarımsal kalkınma modeli geliştirilmelidir.

Âdeta sil baştan, 81 ile özel tarım politikaları ile büyük bir reform başlatılmalıdır!

Tarımsal istihdamı destekleyecek ve tarıma özendirecek “köy yaşam üniteleri” buna öncü olabilir.

***

Bir önceki makalemizde “köy şehirlerden” bahsetmiştik…

Söz konusu köy şehirler, pandemi sonrası Türkiye’sinde Devletin bizzat el atıp uygulayacağı unsurlar olmalı, yepyeni bir kentsel dönüşüm organizasyonu kurulmalıdır.

Zira kapitalizmin yıkılışı ile birlikte şehirler ve hususiyetle metropoller, insanları beslemekten uzak kalacaktır. Hattâ genel anlamda yaşamaktan uzak, ölü, bir bakıma hayâlet kentlere dönüşeceklerdir.

Bu anlamda şehirler, bazı alanlarının/mahallelerinin boşaltılması ile oluşturulacak marka/üretim merkezi kasabalara dönüştürülerek sözünü ettiğimiz dijital çağ uyumunun minimal ancak etkin hücreleri olacaklardır.

En fazla 25 yıllık süreçte ya bu adımlar atılır ya da şehirlerimizin, o bilimkurgu filmlerindeki gibi terk edilmiş, duman altı olmuş manzaralarına şâhit oluruz.