Pandemi döneminde anne olmak

Pandemi dönemini Küçük Prens’in yanında staj yapma imkânı olarak düşünürsek, ziyaret ettiğimiz zindandan gezegenlerde gülünç hırsların esiri olmuş insanlarla karşılaşacak, belki de yola çıkış gâyemizi unutup kendimizi onlara yaranmaya çalışırken bulacağız. Bu gezegenlerin çoğunda illâ ki kendimizden yansımalar görecek, atmosferinde gönlümüze hoş gelen tınılar duyacağız.

BAZI görevler insanın üstüne yapışır kalır. Zamanla görev olmanın ötesine geçer ve hayatın bir parçası oluverir. Bu sonradan olan, tercihler ya da mecburiyetlerle şekillenen bir durumdur. Bunun tam tersi yani önce hayatın bir parçası olup sonrasında belli sorumlulukları beraberinde getiren -hayatta benim görebildiğim- bir tane istisnası var, o da anne olmak…

Hayata sonradan katılan çocuk, anne karnına düştüğü andan itibaren kelimenin tam mânâsıyla annenin bir parçası olur. İnsan kendinde olana alışıp kıymet bilmezlik etse de, sağlığına dikkat etmese de çocuk her şeyi değiştirir. Her şeyden önce annenin, kendisi için sağlıklı olmaya özen göstermesi gerekir. Anne dikkat etmese bile çocuk, en güvende olacağı yere yerleştirilmiş ve ihtiyacı olan her şeyi kendisine aktaracak bir sistemin parçası olarak yaratılmıştır. Anne karnına düştüğü andan itibaren, bütün vücût, çocuğun sağlıklı gelişimine uygun koşulları oluşturmak için çalışır.

Çocuk dünyaya geldikten sonra çoğu anne, çocuk için vücûdunun doğal olarak alıştığı bu düzenin devamını dışarıda da sağlamak güdüsüyle hareket eder1. İşte sonradan gelen bu güzellik, oluşundan başlayarak insanın bir parçası olur ve annelik, aslında doğal bir görevdir!

Ancak bu doğalında giden seyri değiştiren bazı kültürel dayatmalar, anneliğe sonradan yapılan yüklemeler, bu başka hiçbir deneyime benzemeyen eşsiz durumu bir miktar sorunlu hâle getiriyor. Çocuk anne karnına düşmeden başlayan kaygıların birçoğu, çocukluktan itibaren zihinlere kazınan annelik algısından kaynaklanıyor.

Annelik, yaşadığımız toplumda kutsal bir yere sahip. Kadının ev dışı sosyal hayatını bir meslek çerçevesinde şekillendirmeye başladığı zamanlardan bugüne anneliğin kutsallık algısında belli kareler yer değiştirse de, bu düşüncede köklü bir değişiklik olmadı. Sistem, annenin üretimde aktif rol almasını sağlayacak çocuk bakımına yönelik kolaylaştırıcı araçların sayısını günbegün artıradursun, anneler hep bir tarafı eksik hissetmeye, hep “Daha iyisi mümkün!” düşüncesinin altında ezilmeye devam ediyor.

Bazı bireyler ya da aileler bu sorunu kendi içlerinde büyük oranda aşmış olabilirler ama çocuğun her türlü davranışından, başına gelen her şeyden anneleri sorumlu tutan duygusal baskı ortamından tamamen izole olmak mümkün değil. Bir şekilde bütün sorunlar dönüp dolaşıp anneleri buluyor ve zaten kendini çocuğu konusunda hiçbir zaman yeterli bulamayan annelerin bu tür sorunlar nedeniyle iyice üzerlerindeki baskı artıyor.

Pandemi dönemi özelinde, özellikle bahsettiğim açıdan annelerin durumu hiç de kolay olmadı, olmayacak. Bu süreçte evde normalden çok daha uzun süre vakit geçiren çocukların beslenme ve temizlik gibi temel ihtiyaçlarından sürecin getirisi olan duygusal sorunlarına kadar neredeyse her şey annelerden bekleniyor. Anneler her zamanki gibi, evde olan biten her şeyden sorumlu, yardımcı olunan ya da olunmayan konumdaki yerlerini alıyorlar. Bu öyle kanıksanmış bir durum ki, kadınlar bile eşlerinden bahsederken genellikle, “Eşim bana çok yardımcı oluyor. Çocuklarla ilgileniyor. Zaman zaman evi süpürüyor, yemek yapıyor” gibi ifadeler kullanıyor ya da tam tersi şekilde şikâyet ediyorlar.

“Kadınlar bile” dedim ama görünen o ki, böyle durumlarda kadınlar, hemcinslerine erkeklerden daha çok eziyet ediyorlar2. Bu ayrı bir mesele ancak hiç kuşkusuz sorumluluklar ve görev dağılımları, fıtrata ve de yeni düzene uygun bir şekilde güncellenmiş durumda değil. Anneler de bundan nasiplerini fazlasıyla alıyorlar.

Maddiyatın, gözle görünenin ve elle tutulanın değer kapsamına girmeyen annelere has hareketler, katkılar ve güzellikler, umarım o bütün değer kapılarını kıran, düzeni altüst eden, her şeyi sorgulatan hastalık vesilesi ile eskisiyle mukayese edilemeyecek kadar kıymetli hâle gelir. Böylece kutsallık kisvesi altına gömülü bütün o aşırı sorumluluk yüklemelerinin altında ezilen anneler, hak ettikleri değeri görürler. Yalnızca var oldukları için sevilirler de zaten sistemin kendileri için son derece zor hâle getirdiği hayatı daha da zorlaştıracak değer arayışlarına yönelmezler.

Pandemi dönemini Küçük Prens’in3 yanında staj yapma imkânı olarak düşünürsek, ziyaret ettiğimiz zindandan gezegenlerde gülünç hırsların esiri olmuş insanlarla karşılaşacak, belki de yola çıkış gâyemizi unutup kendimizi onlara yaranmaya çalışırken bulacağız. Bu gezegenlerin çoğunda illâ ki kendimizden yansımalar görecek, atmosferinde gönlümüze hoş gelen tınılar duyacağız. Ama günün sonunda ihmâl ettiğimiz gülümüz solunca, o gözümüze güzel görünen, rûhumuzu okşayan her şey anlamını yitirecek ve biz, olduğumuz yere çöküp, onca boş koşturmanın arasında unuttuğumuz gülümüze ağlayacağız…

“Baharı yaz uğruna tükettik/ aşkı naz uğruna/ ve papatyaları seviyor, sevmiyor uğruna/ derken ömrü tükettik bir hiç uğruna.”4

“Çoğu anne” dedim, çünkü doğumdan sonra çocuğunu benimseyememe gibi psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Bunun detaylı analizini yapacak yetkinlikte değilim, ancak her rahatsızlığın “özünde insanın kendine yabancılaşması” sorunu olduğu savından hareketle, bu rahatsızlık da günümüzde hiç yadırganacak bir durumda değil. Vücût kimyasını bozan koşullar için artık nefes almanın yettiği bir çağda, insanın kendinden bir parça olarak dünyaya getirdiği çocuğuna görev bilinciyle yaklaşması bile belki de kendi başına bir bozukluk göstergesidir.

Baştan beri bilinçli olarak, yazımda “kadın-erkek” ifadelerine yer vermedim. Konuya hem bu şekilde yaklaşmayı, hem de konu annelik çerçevesinden çıksın istemedim. Ancak bu kısımda, konuyu bu şekilde ifade etmem gerekti.


Küçük Prens/Antoine de Saint-Exupery

Sezai Karakoç