Pandemi bilimin mi konusu, dinin mi?

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”. Duâ ettiğimizde (hem sözlü, hem de fiilî), birisi (bu Celal Şengör’ün ifadesiyle bir “gâvur” da olabilir) virüse karşı bir ilâç geliştirebilir. İlâcın bilimsel çalışmalarla bulunmuş olması dine aykırı bir durum değildir.

TÜRKİYE’DE tarihi iki yüzyıla yaklaşan, son zamanlarda da ara ara pasif olarak devam eden din-bilim kutuplaşmasının Koronavirüs salgını ile tekrar alevlendiğine şâhit oluyoruz. Aslında din ile bilim, kesişme alanları olsa da birbirlerinden farklı kurumlardır. İkisini birbirinin rakibi olarak gördüğümüzde, bilimi din gibi veya dini bilim gibi algılama hatâsına düşeriz ki bu da bizi başka bir tartışma alanına çeker.

Bilim bir uğraştır; dinamiktir, sürekli arayış içindedir, onun için değişmez doğru yoktur, yanlışlanıncaya kadar geçici bir süreliğine kabul edilen varsayımlar vardır. Bilimsel çalışmalar da kendi içerisinde farklı ekollere ve okullara ayrılır. Bunlar da kendi aralarında çelişebilir, çatışabilir. Nihâyetinde her türlü bilimsel çalışma insan yapımıdır.

Din ise kaynağını vahiyden alır. Dinin kesin emirleri vardır, onlar değişmez doğrulardır. Bu dünyaya ya da öldükten sonraya, varlığa, Yaratıcıya dair bilgiler içerir. İslâm dinine göre, akıl ve duyular kullanılarak hem düşünce dünyasına, hem de pratik hayata dair bilgilerin üretilmesi değerli görülmekte ve teşvik edilmektedir. Bu çerçevede bütün alanlarda bilimsel çalışmaların yapılması, insanlığa yararlı çözümlerin üretilmesi, hastalıklara şifâ aranmasının din ile çelişen bir tarafı bulunmamaktadır.

Peki, problem nerede o zaman?

Bu tartışmanın arka plânında bilim değil bilimcilik bulunmaktadır!

***

Öncelikle “bilimcilik” ile “bilim” arasında bir ayrım yapalım. Aynı ayrımı “dincilik” ile “din” arasında da yapabiliriz.

Bilimcilerin neşvünema buldukları düşünsel zemin pozitivizmdir. Onlar her şeyi deney ve gözlem yoluyla incelemenin mümkün olduğuna inanırlar. Fizikî dünyanın ötesine (metafizik, gelenek, din ve benzeri alanlara) dair hiçbir şeyi dikkate almazlar. Pozitivizmden kurtarılmış olarak bilimi düşünürsek bir meseleyi anlamayı, açıklamayı ihtiva eden her türlü faaliyet aklımıza gelmektedir.

Bazıları “ilim” ile “bilim” arasında ayrım yapmaya çalışsa da bilmeye dair uğraşların hepsini “ilim” ya da “bilim” olarak nitelendirmek mümkündür. Bunun yolu yordamı ekollere ve okullara göre farklılaşabilir.

Bilimciler ile pozitivistler arasında da bir ayrım yapalım. Pozitivizm; kendini olgulara, gözlenebilir ve ölçülebilir konulara vermiştir, kendi dar alanında kendi yöntemleriyle bir çaba sarf etmektedir. Hayatın öncesine ya da sonrasına dair bir açıklaması yoktur. Ruhtan anlamaz, ölüme dair bir şey diyemez, duygu ve düşünceleri ise sınıflandırdığı ve ölçebildiği kadar bilir. Olguları kalıba sokarken, ölçmeye çalışırken birçok şeyi de kaybeder. Kalıba girmeyenler/ölçülemeyenler hesap dışı bırakılır.

Hele sosyal bilimlere uyarlanmış hâli daha da tartışmalıdır. Bu konuda Paul Feyerabend’in ve Frankfurt Okulu’nun pozitivizm eleştirileri okunabilir.

***

Bilimciler ise bilimin adını kullanarak bilimle pek de ilgisi olmayan düşüncelerini “bilim” üzerinden pazarlayan hilekârlardır. Yaptıkları ise cerbezedir. Bu yönüyle bilimcileri “pozitivistlerden daha çok pozitivist” olarak görebiliriz.

Bilimciler, bilimsel kuralları, insan yapımı teorileri birer sabite hâline getirip kutsallaştırarak Orta Çağ Avrupa’sındaki Kilise’nin tarzını ve tavrını taklit eder hâle gelmişlerdir. Günümüzde bilimcilik, kendini dinin yerine ikâme etmeye çalışan bir dogmadır. Bilimcilerin ortak özellikleri dine ve dinî göstergelere karşı çıkmaktır. Bunu yaparken kendilerini insan yapımı bir din hâline getirdiklerinin farkında değillerdir.

Bilimciler duâya ve ibadete karşı çıkarlar ancak “saygı duruşu” yaparlar, alkış tutarlar, evrene mesaj gönderirler, olumlu düşünürler. Hoşlarına gitmeyen ne varsa “Bilim dışı!” diyerek Kilise’nin yaptığı aforoz yöntemini kullanırlar. Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden Peygamberler ve kutsal kitaplar onları irrite eder. Ancak kendi bilimcilik dinlerinin teorisyenlerine, onları yayan bilimci rahiplere ve yazdıkları eserlere lâf söyletmezler.

Ölüm, bilimcilerin en çok tedirgin oldukları alandır. Ölenler için yapacakları tek şey, ölüm nedenini, ölüm zamanını, kaç kişinin öldüğünü tespit etmektir. Ölenin arkasından neden bir şey deme ihtiyacı hissettikleri merak konusudur. Çünkü ölünce artık fizik ötesine geçilmiştir ve onların sınırlı fizik dünyası da ölümle birlikte son bulmuştur.

Yine de dogma hâline gelen bilimcilikte bu tür durumları idare etmek için dindeki “Nur içinde yatsın”, “Allah rahmet eylesin”, “Mekânı Cennet olsun” söylemlerini taklit ederek “Işıklar içinde uyusun”, “Toprağı bol olsun” gibi anlamsız ve saçma temenniler uydurulur.

Ölen uyumakta mıdır? Işık nereden gelecektir? Toprağı bol olunca ne olacaktır? Bu sorular bilimciler için de, beslendikleri pozitivist paradigma için de cevapsızdır!

***

Bilimden bilimciliğe uzanan yolun güzergâhını şöyle çizelim: Bilim (veya ilim) hakikati aramak adına verilen her türlü uğraştır. Bilimsel olduğunun bir büyük anlatı olarak propagandasının yapıldığı pozitivizm ise, sadece olgular üzerinden giderek bilme işini sınırlı yöntemleriyle kendi dar alanına hapsetmiş vaziyettedir.

Bilimciler ise bu dar alanı ve yöntemlerini kutsallaştırarak tüm dünyayı kendi at gözlükleriyle değerlendirmeye çalışan, bilimi kutsallaştırarak bir dogma hâline getiren, kendinden olmayanlara (özellikle dine) karşı acımasızca linç kampanyaları düzenleyen, ideolojize ve politize olmuş bir bakış açısını ifade etmektedir.

Bilimciler açıktan ya da dolaylı olarak Koronavirüs ile ilgili “İmama değil, hekime ihtiyacımız var”, “Aşıyı bilim insanları bulacak ama yine herkes Tanrı’ya şükredecek”, “Virüsle mücadelede minarelerden duâ ve salâ okutmak anlaşılır gibi değil”, “Kâbe açılmak için gâvurun bulacağı aşıyı bekliyor” türünden söylemleri dillendirmektedirler.

İlâç ve aşıyı kendi işleri olarak görme ve dini bunun önünde bir engel olarak düşünme, bilimcilerin patolojik inançlarındandır. Virüsün Allah’ın bir uyarısı olduğu, hayatımızı düzene sokmamız ve de kötü alışkanlıklarımızı bırakmamız gerektiğine dair inançlar ve virüsle mücadelede duâ edilmesi, bilimcileri tedirgin etmektedir. Çünkü bu, onların paradigmalarını tehdit etmektedir.

Netîce olarak, Koronavirüs pandemisi hem dinin, hem de bilimin konusudur. İnsanların hayatlarında karşılaştıkları iyi ve kötü ne varsa, hepsi Allah’ın bir imtihanıdır. Duâ ederek, O’na sığınarak, İlâhî emirleri yaparak, yasaklardan kaçınarak da virüsle mücadele etmiş oluruz. Diğer taraftan duânın da bir parçası olarak hastalığa şifâ bulmak için çalışmalıyız.

Âyette ifade edildiği gibi (Necm, 53), “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”. Duâ ettiğimizde (hem sözlü, hem de fiilî), birisi (bu Celal Şengör’ün ifadesiyle bir “gâvur” da olabilir) virüse karşı bir ilâç geliştirebilir. İlâcın bilimsel çalışmalarla bulunmuş olması dine aykırı bir durum değildir.