Pandemi, ayna ve yolculuk soruları

Çok basit görünen değişimler birikmedi mi, ancak mı fark ediyorum? Merdivenleri üçer üçer çıkmam nereye kadar? Sabahlara kadar çalışmalar nerede? Çok özlenen sosyal hayat gelip çattığında ürküp koltuğun altına saklanma ihtiyacı normal mi? Akıllı davranıp nakit biriktirebildim mi? Olmadı mı, neden? Gezmedik, davetler vermedik, seyahatlere çıkmadık… E, sadece TV karşısında yiyip içtik mi? Nerede birikimlerimiz?

PANDEMİ mi değiştirdi bizi? Sars-CoV-2 mi kapattı evlere? Aman Allâh’ım! Bir buçuk senede beş yaş almamıza sebep olan, gözümüzle göremediğimiz minicik bir virüs mü?

Hareket ve enerji kaybımıza, griple aynı aileye dâhil o minnak virüs mü sebep oldu? Hani o ‘Canlı mı, cansız mı?’ diye tartıştığımız, nükleik asitlerden sadece birine, RNA’ya sahip virüs mü? DNA’sı olmadığı için genetik şifresi ve tabiî genleri de olmayan virüs, öyle mi? Hani metabolizması olmayan, beslenmeyen, solunum ve boşaltım yapmayan (“Böyle bir araç yapamaz, sistem kuramayız ki, bu iş nasıl oluyor öyleyse?”-sonraki bir yazıda), canlı içine girmezse yaşamsal faaliyet gösteremeyen, milyon sene kristalize kalabilen mikron boyutlu varlık mı altüst etti ve yere yatırdı bizi? Hem de kıta, genetik veya varlık düzeyi ayırt etmeden, eş zamanla, tüm dünyada?

Ne enteresan bir süreç! İnandık, belki de kandık, direndik, koptuk, dikkat ettik, ürktük… Ürktük evet! En çok da ailemizi kaybetmekten…

Zamanı geldiğinde “aşı retçiliği”ni filan bıraktık bir kenara, gittik tıpış tıpış, aşımızı olduk. Ailemiz için, vatan millet için, sorumluluğumuzu yerine getirmek için…

Pandemide yaşanan ekonomik, sosyal ve ailevî sorunlardan söz edecek değilim. Öyle inanılmaz bir içsel yolculuktu ki çıktığımız, topyekûn, el ele… Servet ödesek, panellere ve konferanslara katılsak, kurslar alsak, büyük fedâkârlıklar yapsak, çok uluslu proje hâline getirsek olmazdı, olamazdı bu kadarı…

Ama oldu, hem de az çok hepimize oldu! Hepimiz karşılaştık, çarpıştık, kalakaldık kendimizle, yoktu kaçışımız. Kaçacak yerlerimiz kapalıydı hep; sıkıştık, dar alanlarda hesaplaştık ve paslaştık bizle! Ben bana baktım pandemide, uzun uzun seyrettim kendimi. Özel olarak zaman ayırmadım, husûsî geçmedim o aynanın karşısına. Bir anda, beklenmedik bir anda, hiç plânlamadan karşılaşıverdim benimle.

Ne kadar yabancıymışım yüreğime, ne kadar saklanmışım kendimden!

Ne denli büyütmüşüm gözümde sıradan yanlarımı! Âczimi görmemek için ne çok çaba sarf etmişim!

Nasıl da görmezden gelebilmişim nâdîde güçlerimi! Dahasını yapabilirmişim de… Keyfime mi bakmışım, zûl mü gelmiş de ağırdan almışım?

Nasıl da şımartmışım nefsimi! O yüzden çıkmış oturmuş tepeme; şimdi dizginleri ele almak, yavaşlatmak, susturmak kolay mı? Avucumun içinde sandıklarım, “Elimi uzatsam tutarım” dediklerim, “ben”i dolaştırmalarım ortalıkta salına salına… Ne aymazlıkmış bunlar, neyin kibri ve nasıl da bir tepeden bakma imiş!

Çok basit görünen değişimler birikmedi mi, ancak mı fark ediyorum? Merdivenleri üçer üçer çıkmam nereye kadar? Sabahlara kadar çalışmalar nerede? Çok özlenen sosyal hayat gelip çattığında ürküp koltuğun altına saklanma ihtiyacı normal mi? Akıllı davranıp nakit biriktirebildim mi? Olmadı mı, neden? Gezmedik, davetler vermedik, seyahatlere çıkmadık… E, sadece TV karşısında yiyip içtik mi? Nerede birikimlerimiz?

Bu ne aymaz bir soru; ya işini kaybeden, canından olan? Bu soruların âlemi mi şimdi? Doğru sorular bunlar mı? Bu ters bir imtihan, cevapları gören öğrencinin soruları sorduğu…

Cevaplar ortada…

Evlere kapandık; yedik, içtik, söylendik, kilo aldık, hareketsizlikten kaynaklanan birçok rahatsızlık yaşadık. Dört duvar arasındaki hareket yetmiyormuş, gerçek bir koşturmaca gerekiyormuş bize. Dokunmak, sarılmak, koklamak ne kıymetli ihtiyaçlarmış! Ama… Elimizde değilmiş!

İşyerlerimizi kapattık; tepeden baktığımız müşteriler gerçekten velinimetimizmiş, oysa sadece cepleriyle ilgilenmişiz bugüne dek. İşimizi kaybettik; kendi kusurumuzdan veya patronumuzla anlaşamadığımız, müdürümüzle takıştığımız, görevimizi yapmayı beceremediğimizden değil! Öyle işte, bir anda, hep birlikte döndük kapıdan mecburen. Elimizde değilmiş!

İşimizi yapma şeklimizi değiştirdik; çok mu rahat sanıyorduk evinden telefonla müşteri görüşmeleri yapanları? Uzaktan çalışmak çok farklıymış, adaptasyon zormuş, tadı da azmış… Anladık, elimizde değilmiş!

Uzaktan çalışabilmek neyse de, hiç çalışamamak da varmış ve beter bir şeymiş hani o zorluklarla girip sonra da her şeyinden şikâyet ettiğimiz işlerde.

Ne aracımızı kullanabildik, ne toplu taşımadan yararlanabildik. Her şey gibi yolumuz ve yolculuğumuz da HES kodumuzun izin verdiği kadar… Elimizde değilmiş!

Oysa hatırlıyorum; o meş’um İzmir Depremi’nde, 30 Ekim 2021 Cuma günü saat 14:51’de nasıl da valizimizi almış çıkıyorduk evden çocuksu bir hevesle. Pandemiye minik bir mola verecektik güya. Hâlbuki ne elimizdeydi, ne kadar elimizdeydi? Hiç!

“Hiç”i, hiçliği görmek için pandemi yetmemişti, depremle de öğreneceklerimiz vardı. Anladık işte, bilmem, yetti mi? Elimizde değilmiş!

Elimizde olan, insan olmayı becerebilmek, kul olabilmek idi, ne kadarını becerebildik?

Bu yazıdaki soruların hepsi yazarın şahsî hesaplaşması değildir, biraz da hepimizin aynada gördüğümüz kendimize kafa tutmasıdır, biline!

Sağlık ve muhabbetle kalınız…

Bir başka yazının konusu, “antikorunuz bol olsun”...