Pakistan’daki gerilime özel bir bakış

Türkiye’yi yönetenlerin Rusya-Ukrayna arasında gösterdikleri diplomatik başarıyı, her iki ülkeyle görüşme ve güvenlerini kazanma becerisini daha kolay bir şekilde, zaman kaybetmeksizin Pakistan’daki siyâsî taraflar ile tekrarlaması hem kolaydır, hem de bir kardeşlik görevidir. Hem de tarihin getirdiği bir sorumluluktur. Aksine, Türkiye’nin oradaki siyâsî mücadelelere taraf olması, Türkiye-Pakistan kardeşliğine büyük zararlar vereceği gibi, Türkiye’nin etkisini de azaltır.

BAŞBAKAN İmran Han liderliğindeki Pakistan Adalet Hareketi (PTI) hükûmeti, 9 Nisan 2022 gecesi Pakistan Meclisi’nde yapılan tipik bir güven oylaması hikâyesiyle düşürülmüştür.

PTI’nın içinde yer alan 7 milletvekili olan Birleşik Halk Hareketi (MQM-P), 4 milletvekili olan Belucistan Avami Partisi (BAP) ve 1 milletvekili olan Cumhuriyetçi Vatan Partisi (JVP) muhalefetle hükûmete karşı hareket edince, İmran Han hükûmeti 13 oy farkı ile Pakistan Federal Meclisi’nde düşürülmüş oldu.

Eski Türkiye’de hükûmet düşürmek için bazı milletvekillerinin  transfer edilmesinin benzeri Pakistan’da da tekrarlandı.

İmran Han’ın küçük koalisyon ortakları hükûmetten çekilince, hükûmetin azınlığa düştüğü iddiası ve muhalefetin mecliste güven oylaması ısrarı ile hükûmet düştü. İmran Han, güvenoyu alamayacağını anladığı için, bunu engellemeye çalışıp erken seçim kararı almaya çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Anayasanın ilgili maddelerini ve Pakistan Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini yok saymakla suçlandı. Pakistan ordusunun bu tartışmalarda hep hakem rolünde olduğu haber oldu.

Siyâsî partiler arasında ordunun hakem rolünde olması elbette orduyu siyâsî bir taraf hâline de getirmiştir. Zaten Pakistan’ın kuruluşundan beri ordu, hep siyâsî taraf olmuştur. İktidarın el değiştirmesinde tayin edici olmuştur. Böyle bir geçmişi olan Pakistan ordusunun siyasetteki ağırlığı her zaman fazladır. 1970’de seçimi kazanan Muciburrahman’ın ülkeyi yönetmesine ordu, “Bengallilerin etkisi artar diye” engel olmuştu. Sonuçta 1971’de Pakistan doğu (Bangladeş) batı (Pakistan) diye ikiye bölündü.

Pakistan’da yaşanan sorun, ucube parlamenter sistemin sonuçlarıdır. Çünkü bu sistemde iktidar hem zayıftır, hem de çok ortaklıdır. Ortaklardan her an biri, ortaklığı bozarak iktidarı düşürebilir. Bu yüzden parlamenter sistem demek, istikrarın olmadığı, zamanında seçimlerin yapılamadığı, sürekli iktidar tartışmalarının yaşandığı bir idarî yapı demektir. Nitekim çok ortaklı Pakistan hükûmetinin akıbeti de böyle olmuştur.

Türkiye de uzun yıllar böyle yönetilmiştir. Koalisyon hükûmetlerinde siyâsî partiler açık ortak iken, ordu, medya ve büyük sermaye gizli ortak durumundaydı. Ortaklar arasında her an bir görüş ayrılığı çıkabildiği gibi, bir ortağın siyâsî ve ekonomik taleplerinde ısrarlı olması da iktidarın sonunu getirmiştir.

Buna karşılık, ordunun siyasette tayin edici role sahip olması, seçimi ve seçim sonuçlarını önemsizleştirmektedir. Seçim, iyimser tahminle ancak ikinci sırada bir öneme sahiptir. Ne tuhaftır ki, eski Türkiye’nin parlamenter sistemi ile Pakistan’ın siyâsî hayatı büyük benzerlikler göstermektedir. Çünkü bu sistemde zayıf ve çok ortaklı hükûmetlerin bir de dışarıdan tayin edicileri olmaktadır.

1988-1996 döneminde başbakanlık yapmış olan Benazir Butto, ABD elçisinin yönlendirdiği biriydi; elçi Pakistan’da bir genel vali durumundaydı. İşin tuhafı, Butto’nun görevden alınması da yine ABD etkisiyle gerçekleşmiştir. ABD kendisine itaat edenleri bile çoğu kez yeterli görmeyerek değiştirmeyi tercih etmiştir. Onlara karşı asla vefalı davranmamıştır. Butto, Türkmenistan-Afganistan doğalgaz boru hattı için ABD’li şirket yerine, kocasının ortağı ya da aracısı olduğu Arjantinli firmayla anlaşınca, ABD, Butto’nun devrilmesini temin etmiştir. Butto’dan sonra iktidara gelen Navaz Şerif de aynı yoldan giderek iktidarda kalmak için yerli yersiz ABD elçisinden akıl almaya çalışmıştır.

Pakistan’da siyâsî rakipler birbirlerine karşı ABD elçisinin desteğini almaya çalışmışlardır. Bu durum ABD elçisinin etki alanını genişletmekten öteye, onu fiilen karar verici durumuna getirmiştir.

Pakistan Adalet Hareketi (PTI) lideri İmran Han, kendisinden önceki başbakanları tasfiye etmek için yolsuzluk iddialarını bir bahane olarak kullandı. Navaz Şerif ve Asıf Ali Zerdari’yi yolsuzluk nedeniyle tutuklatıp yargılatması, siyâsî muhaliflerini tasfiye olarak görüldü. Yargılananların taraftarlarını İmran Han’a karşı birleştirdi. Böylece İmran Han’a karşı muhalefet cephesi zaman içinde güçlendi. İmran Han döneminde özgür basının baskı gördüğü haberleri hiç eksik olmamıştır.

İmran Han, parlamenter sistemin cilveleri sonunda, mecliste güven oylaması ile iktidardan düşürüldü. Kendisini Pakistan’ın yeni kurucusu, özel yetenekleriyle seçilmiş biri olarak görmekle suçlanmıştır. 3 buçuk yıllık iktidarı döneminde ordu ile kurduğu iyi ilişki, muhtemelen kendini daha güçlü görmesine ve gücünü abartmasına yol açmıştır. Kendisini iktidarın ortağı, hatta bir çeşit sicil amiri olarak gören hiçbir ordu ise seçilmişlere karşı vefalı davranmamıştır. Pakistan’da da İmran Han, işin bu tarafını herhâlde iktidardan düşünce görüp anlamıştır.

İmran Han yerine, İslâm Ulema Camiası (JUI-F), Pakistan Müslüman Ligi Navaz (PML-N) ve Pakistan Halk Partisi’nin (PPP) öncülük ettiği, Pakistan Demokratik Hareketi’nin desteklediği PML-N lideri Şahbaz Şerif yeni başbakan oldu. Yine çok ortaklı, zayıf, karar alamayan ya da aldığı kararları uygulama gücü oldukça sınırlı bir iktidar teşekkül etmiş oldu.

İktidarı oluşturan ortaklardan biri her an ayrılabilir. Böyle zayıf seçilmiş iktidarlar karşısında en çok askerî bürokrasi ve dış güçlerin (o dış güç Pakistan için şimdilik ABD’dir) işini kolaylaştırmaktadır. Ordu sivillerin iktidar alanına ortak olmasına karşılık, kendi iktidar alanına seçilmiş sivilleri kolay kolay müdâhil etmemektedir.

Pakistan sosyolojisi hakkında

Pakistan, varlığını İslâm’a borçlu olan bir ülkedir. Eğer Pakistan halkı Müslüman olmasaydı, Pakistanlıların Hindistan’dan ayrılıp farklı bir ülke kurmaları söz konusu olmazdı. Pakistan halkı Müslüman olmasının yanında, irili ufaklı çok sayıda etnik topluluktan oluşmaktadır. Pakistan halkını birleştiren İslâm şemsiye olmaktan kaldırılınca, o çok farklı etnik toplulukların bir arada tutulması da neredeyse imkânsızdır. Toplumun bu yapısını bilen kurucular bu yüzden Pakistan’ı “İslâm Cumhuriyeti” olarak inşâ etmişlerdir. Bu yüzden Pakistan yöneticileri ister istemez iç ve dış siyasetlerinde İslâm’ın tayin edici rolüne göre davranmak zorunda kalmışlar ya da öyle görünmüşlerdir.

Bu temel kurala İmran Han’ın uyduğunu söylemek zordur. Çin ile kurduğu yakın ilişkiler bunun açıklayıcı örneğidir. Çünkü Çin’de 40 milyon civarında Müslüman Uygur Türk’ü, eşi benzeri görülmemiş bir zulüm ve soykırım altındayken, İmran Han’ın böyle bir zulüm yokmuş gibi davranması, aklın ve vicdanın kabul edeceği bir siyaset tarzı değildir.

Evet, Hindistan, Pakistan varlığına düşmandır. Dolayısı ile 1 buçuk milyarlık nükleer güç sahibi Hindistan’a karşı 220 milyonluk (yine nükleer güç sahibi) Pakistan’ın kendine yakın bir müttefik araması kaçınılmazdır. Çin ile Hindistan arasındaki düşmanlık, Çin’i Pakistan için bir müttefik durumuna getirmiştir. Ancak İmran Han, Çin ile tesis ettiği yakın ilişkiyi, Çin işgalinde olan Doğu Türkistan’ı hesaba katmaksızın yapmıştır. Bu ilişki, Pakistan’ın varlık nedeni olan İslâm ile açıklanamaz bir ilişkidir. Muhtemel bir Pakistan-Hindistan savaşında, Çin’in Pakistan’a yeterli desteği vermesinin ise hiçbir garantisi yoktur.

Üstelik İmran Han’ın Çin ile Pakistan’ı içli dışlı eden siyaseti, ABD ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmiştir. Kendisini Pakistan’ın üzerinde hak sahibi gibi gören ABD’nin düşmanlığını arttırmıştır. Bunun yanında İmran Han, Ukrayna’daki savaşın ilk günlerinde Rusya’yı ziyaret etmiştir. Kendisine karşı bir dış komplonun olduğunu söylemiştir. (Taliban iktidar olduktan sonra, ABD’nin Pakistan’dan üs istediği ve bu isteğin İmran Han tarafından geri çevrildiği haber olmuştur.)

Son söz

Yeni hükûmet, ABD ile ilişkileri geliştirebilir ve ABD’nin taleplerine uyabilir. Pakistan siyâsî çevrelerinin ve ordusunun genel eğilimi, ABD-Çin arasındaki soğuk savaşta Pakistan’ın tarafsız kalmasıdır. Ancak ABD’nin Hindistan ile Çin’e karşı kurmaya çalıştığı ittifak, Pakistan’ı Çin’in tarafına itme potansiyeline sahiptir.

Türkiye’de medyanın bir bölümünde Pakistan’daki güven oylaması girişimleri “darbe ve dış komplo” olarak görüldü.

Buna karşılık Hükûmet’e yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak gazetesinin İmran Han’ın muhalefette iken FETÖ okullarının kapanmasına itiraz ettiği, Şahbaz Şerif’inse o okulları hemen Maarif Vakfı’na devrederek kapattığı gibi haberler, Türkiye’yi İmran Han’a karşı Şahbaz Şerif’in yanında göstermektedir.

FETÖ konusunda İmran Han’ın geçmişte işlediği haberleştirilen bu hatasının şimdi Türkiye’yi Pakistan’da yaşanan iktidar mücadelesinde taraf durumuna getirmesi, iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkileri için zararlı bir içeriğe sahiptir. Doğru olan, Türkiye’nin Pakistan’daki iç mücadelede tarafsız kalmasıdır.

Türkiye-Pakistan ilişkileri Gazneli Devleti’nden başlayarak devletten devlete, halktan halka, bin yıllık uzun bir geçmişe sahiptir. Bu süre içinde olup biten olaylar ise Pakistan ve Türkiye halkının kardeşliğini kuvvetlendirmiştir. Hükûmetlerin değişmesi, Türkiye-Pakistan ilişkilerini kolay kolay olumsuz olarak etkilemez. Ancak Pakistan’da yaşanan iç mücadeleye ya da iktidar kavgasına Türkiye’nin taraf olması, iki ülke arasında yalnızca kardeşlikle açıklanabilecek iyi ilişkileri fena hâlde zayıflatabilir.

Türkiye’yi yönetenlerin Rusya-Ukrayna arasında gösterdikleri diplomatik başarıyı, her iki ülkeyle görüşme ve güvenlerini kazanma becerisini daha kolay bir şekilde, zaman kaybetmeksizin Pakistan’daki siyâsî taraflar ile tekrarlaması hem kolaydır, hem de bir kardeşlik görevidir. Hem de tarihin getirdiği bir sorumluluktur. Aksine, Türkiye’nin oradaki siyâsî mücadelelere taraf olması, Türkiye-Pakistan kardeşliğine büyük zararlar vereceği gibi, Türkiye’nin etkisini de azaltır.