
Karakter ve kişiliğinin
tekâmülü
BİR bireyin
kendine özgü yapısı, onu diğerlerinden ayıran temel belirti ve bireyin davranış
biçimlerini belirleyen ana özelliklere “karakter” deniliyor. Bireyi
diğerlerinden ayırt edici nitelik, öz yapı, ıra, seciye olarak tanımlanan
karakter, “insanın kişiliği ve üstün manevî özellikleri” olarak da
tanımlanabilir.
Peki, karakter/kişilik
eğitimle gelişebilir, değişebilir mi? Bu soru dönem dönem sorulur. Bu soruya
verilecek net cevap şu: Evet, tabiî ki karakter/kişilik eğitimle
şekillenebilir. Eğitimin, inançların ve öğretilerin ana amacı, insan karakter
ve kişiliğinin tekâmülüdür.
Karakter, kişilik, vicdan,
özsaygı, özdeğer, inanç ve benzeri değerlerin oluşabilmesi için bazı temel
kavramların içinin doldurulması gerekir. Karakter, kişilik, vicdan ve benzeri
insanî değerleri referans alan unsurlar eğitimlerle şekillenir. Bu yazıda
özgüven ve özsaygı kavramlarını değerlendireceğiz.
Güven
Güven, kelime anlamı
olarak “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat”
anlamına gelmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkilerde en temel duygu güvendir.
Güvendiğimiz insanları sever, saygı duyarız. Güven varsa en gizli sırlarımızı
açabiliriz. Güven duygusuyla her türden işbirliğine açık oluruz. Bu açıdan
insanların yemek, içmek gibi fizyolojik ihtiyaçlarıyla beraber hayatî önem
taşıyan en önemli gereksiniminin güven duygusu olduğunu söyleyebiliriz.
Sağlıklı bir ailenin
çocuğa kazandırdığı ilk temel duygu da güvendir. Doğduğu andan itibaren bir
bebek, annesinin kokusunda, sesinde güven arar. Her ağladığı anda ihtiyaçlarına
cevap verilen, sevildiğini ve değer verildiğini bilerek büyüyen çocuklar
özgüven duygusu yüksek bireyler olarak yetişirler. Çocuğun ailede gördüğü
kabul, ona verilen sorumluluk, ahlâkî değerler ve duyulan güven, çevresiyle
dengeli ilişkiler kurma becerisi kazanmış, kendine güvenli bir yetişkin olarak
toplum içinde yer almasını sağlar. Bireyin doğumla getirdiği mizaç özellikleri
sağlıklı ve dengeli bir aile yapısı içinde şekillenir. Onu diğer insanlardan
ayıran temel karakteri olur.
Çocuğun gelişimi ve
kişiliğindeki önemli etkisinden dolayı ailenin tutumu burada da karşımıza
çıkıyor. Daha çok küçük yaşlardan başlayarak çocuğa sorumluluk vermek, adil
olmasını ve kendi potansiyelinin farkına varmasını sağlamak, öncelikle çocuğuna
güven duyan, ilgili ve dengeli ailelerin başarabileceği bir eğitim becerisidir.
Çocuğun sosyal yönünü destekleyerek verilen eğitim, onun toplum içinde kendini
rahatça ifade etmesine ve yaşadığı sorunlara karşı kendi çözümlerini üretmesine
zemin hazırlayacaktır.
Güven, iki taraflı bir
duygudur. Kendine güven duyan başkalarına da güven duyar. Özgüven problemi
yaşayan insanlar ise çevreleriyle de güven sorunu yaşarlar. Sürekli olumsuzluk
yaşayacaklarına dair beklentiler içindedirler. Yaşadıkları her tür olumsuzluk
için hep başka birilerini sorumlu tutarlar. Dolayısıyla hayatlarının ve yaşadıkları
olayların akışını başka insanların ellerine bırakabilirler. Çünkü kendi
kendilerine yetebileceklerine, kendi ayakları üzerinde durabileceklerine olan
inançları yetersizdir.
Güven eksikliği, diğer bir
ifadeyle yetersizlik duygusudur. Yetersiz olduğunu düşünen birey, kendisinde
olmadığını düşündüğü niteliklerden dolayı beraber olduğu insanın başkalarına
ilgi duyabileceğinden endişe duyar. Bir süre sonra da bu endişe duygusu
gerçeklik hâlini alır ve kişinin kendisi de buna inanır. “Benim istediğim gibi
davranmıyor, bir yere giderken benden izin almıyor, dikkat çekici giyiniyor,
başkalarıyla samimi oluyor, beni sinirlendirecek şeyler yapıyor, arkadaşlarıyla
benden daha fazla ilgileniyor” gibi cümleler, özgüveni düşük insanların
cümleleridir. Bu tarz ifadeler ve davranışlar, karşı tarafı yaralayıcı,
bunaltıcı ve benlik duygusunu yok edici sonuçlara yol açar. Güven duygusundan
yoksun kişilerle yaşanan ilişkiler gerçekten zordur ve insanın özgüvenini ciddî
olarak sarsar. Hiç kimsenin bir diğer insan üzerinde hâkimiyet kurma hakkı
olmadığı bilinmelidir.
Özgüven
Bireyin kendisinden memnun
olması, kendisi ve çevresiyle barışık yaşaması “özgüven” olarak tarif
edilmektedir. Diğer yandan özgüven eksikliği ise “kendinden şüphe duymak,
pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas
olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme” gibi
kavramlarla tanımlanabilir.
Tanısı ne olursa olsun,
psikolojik rahatsızlıkların, pasif kişilik özelliklerinin çoğunda özgüvenlerinin
düşük olduğu görülmektedir. Özgüven, bireyin kendisine yönelik iyi ve olumlu
duygular geliştirmesi sonucu kendini iyi hissetmesidir. Bu, iyi hissetme
sonucunda kendisiyle ve çevresindeki kişilerle barışık olması demektir. Özgüven,
“yüreklilik, cesaret” veya kişinin kendine güvenme duygusu olarak tanımlanır; koşullara,
konuma, gelişmelere göre değişebilir. Yüksek- düşük özgüven şeklinde
olumlu veya olumsuz olabilir.
Özgüven eksikliği nasıl oluşur?
Özgüvensizliğe götüren,
özgüvensiz bir insan olmaya vesile olan çok fazla faktör sıralanabilir. Biz,
özgüven eksikliğini oluşturan temel unsurları şu şekilde belirtebiliriz: Kişinin
kendini tanımaması, yetenek ve becerilerinin farkında olmaması, baskılanmak,
eleştirilmek, ötekileştirilmek, ötelenmek, dışlanmak, önemsenmemek, hâl,
hareket, tavır ve davranışlarından dolayı sürekli eleştirilmek, dalga geçilmek,
küçümsenmek, kişilik özelliklerinin veya yeteneklerinin çok acımasız bir
şekilde eleştirilmesi, olayların sonuçlarını gerçekte olduklarından daha kötü
bir şekilde değerlendirmek, gerçekçi olmayan hedefler uğrunda çalışmak…
“Yapamam”, “Edemem”, “Başaramam”,
“Ulaşamam” gibi olumsuz iç ve dış güdüleyiciler kişide özgüven eksikliğini en
çok tetikleyen faktörlerdir.
Hepimizin yetersiz, eksik
ve zayıf yönleri olabilir. Herhangi bir yetersizlikten dolayı kendimizi küçük
ve eksik görerek gelişimimizi engellememeliyiz. Pozitif ve gerçekçi düşünerek kararlı
ve güvenli adımlar atmalıyız.
Özgüveni artırma yolları
“İzin verin, çocuğunuz
yaşamını tribünlerde seyirci olarak değil, sahada oyuncu olarak geçirsin” diyor
Doğan
Cüceloğlu. Çocukları, duyduğumuz olaylardaki, okuduğumuz kitaplardaki veya
sanal ortamlardaki teorik bilgilerle değil, hayatın içinde yetiştirmek gerekir.
Öncelikle kendimizi sevmeyi öğrenip güven duygumuzu geliştirmeliyiz.
Çocuklarımızın başarılı,
üstün ve güçlü yönlerini tanıyarak, bu yönde çalışmalarını teşvik etmeliyiz. Bu
özelliklerini kullanmalarını sağladıktan sonra onları basamak basamak üst
düzeylere ulaştırmak yönünde çalışmalar yaparak, geliştirilmesi ve
desteklenmesi gereken diğer yönlerini de güçlendirmeleri yönünde teşvik etmek
olumlu sonuçlara hızlı bir şekilde ulaşmamızı sağlar.
Yetersiz, zayıf, eksik ve
tamamlanması gereken yanlarını doğru tespit ederek, onları küçümseyecek, küçük
düşürecek veya moralini bozacak hâl, hareket ve tavırlara dikkat etmek gerekir.
Zayıf ve desteklenmesi gereken yönlerini geliştirmek, güçlendirmek yolunda
yönlendirme yaparak, yeteneklerine göre çalışmalar yaparak desteklemek gerekir.
Çocuklarımızı salt okul notlarına göre değil, hayatın içinde
gerçekleştirdikleri (küçük de olsa onlara ait) başarıları, hâl, hareket ve
tavırlarındaki olumlu yönleri ön plâna çıkartarak teşvik etmeliyiz.
Hepimiz toplumsal
varlıklarız, eksik, zayıf veya güçlü yönlerimizle herkes gibi bizlerin de
toplumun birer bireyi olduğu bilinci verilmeli. Her soru veya sorunun onlarca,
hatta yüzlerce çözüm yolu olduğunu unutmamalıyız. Alternatifler üretme, yeni
yollar, çıkışlar, çözümler üretecek bir bakış açısı kazandırma yönünde
çalışmalar yapmalıyız. İlk etapta ulaşılan sonuçlara bakarak yargılara
varmamalıyız. Hedeflere ulaşma yolunda, ulaşılan sonuçlardan çok, başarıya
giden yolda harcanan çabaya bakmak gerek. İstediğimiz sonuçlar olmadı diye pes
etmemeliyiz.
“Başarısızlık diye
değerlendirdiğimiz sonuçlar, yeni başlangıçlar için yeni fırsatlar doğurur”
değerlendirmesi ışığında, yeni ve güçlü başlangıçlar yapmalıyız. Yaptığımız
çalışmalar neticesinde istediğimiz sonuç veya sonuçlar olmuyorsa, amaçları,
plânları, yol, yöntem ve stratejileri tekrar değerlendirerek daha güçlü adımlar
atmalıyız. Risk faktörlerini de göz önüne alarak hareket etmeliyiz. Olası
istenmeyen olumsuz sonuçlar karşısında pes etmeden, kararlı bir şekilde, amaçlarımıza
giden yolda devam etmeliyiz.
Çözümsüzlük yoktur. “Her
soru ya da sorunun en az 5 çözüm yolu vardır” ilkesini unutmamalıyız.
Çocuklarımızın soyut, yaratıcı ve alternatif düşünme tekniklerini öğrenmelerini
sağlamalıyız. Çocuklara önce küçük küçük sorumluluklar vererek kendi başlarına
bir şeyleri başarma mutluluğu tattırılmalı, daha sonra yaşına ve gelişim
özelliklerine göre sorumluluklar vermeliyiz. Kararlı, ne istediğini bilen,
kendi kararlarını verebilme özelliği gelişmiş bir duruma gelerek, gerektiğinde
net bir şekilde “Hayır” diyebilmeliyiz.
İnsanı ayakta tutan ve
güçlü kılan en önemli unsurun amaçlar olduğunu bilmeliyiz. Mutlaka bir
hedefimizin olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. “Güzel düşünen güzel yaşar”
düsturuyla, olumlu düşüncelerle kendimizi motive etmeliyiz.
Hayatın içindeki rolümüzü
genellikle kendimizle ve çevremizle kurduğumuz iletişim biçimleri belirler.
İletişim becerilerini geliştirecek, destekleyecek şekilde hareket etmeliyiz.
Kendimizi, görüşlerimizi, değerlerimizi ve fikirlerimizi savunabilmeliyiz. Çocuğumuza
kendini ifade edebilmesi, haklarını savunabilmesi yönünde fırsatlar vermeli,
çalışmalar yapmalı, teşvik etmeliyiz.
Özsaygı
Özsaygı, kişinin benlik
imajı ve ideal benliği arasındaki farkı değerlendirmesidir. Yani kişinin
kendini nasıl algıladığı ile o âna kadar olduğu hâliyle olmayı arzu ettiği
benliği arasındaki fark, özsaygı düzeyini belirler. Tabiî bunu yapabilmek için
kişinin kendini tanıma yeterliliği önemlidir. Çünkü kişinin kendini nasıl
algıladığı, değerlendirdiği ve bu farkın kişinin duygusal dünyasını nasıl
etkilediği önemlidir.
Basit ifadeyle özsaygı, “kendini
sevmek, en az diğer insanlar kadar değerli ve iyiliklere, iyi şeylere lâyık
olduğuna inanmaktır”. Özsaygının ne olduğunu anlamak için şu üç kavramı bilmek
yararlı olacaktır: Benlik (kişinin zihinsel ve fiziksel özelliklerinin toplamı,
sahip olduğu özelliklere ilişkin kendini değerlendirmesi), benlik imajı (kişinin
zihinsel ve fiziksel özelliklerinin, yetenek ve potansiyelinin farkında
olması), ideal benlik (benlik imajının gelişmesiyle kişinin, yavaş yavaş sahip
olması gereken ideal benlik özelliklerinin neler olduğunu öğrenmesi ve
anlaması).
Özsaygı, kişinin kendini
gerçekleştirmesinin, kendisiyle barışık olmasının, hayatı verimli yaşamasının bir
göstergesidir. Özsaygı, kendimizi özgün bir birey olarak değerli, hem de
karşılaştığımız sorunlarla başa çıkabilecek kadar yeterli hissedebilmektir. Bu
iki duygu, değerlilik ve yeterlilik duygusu, özsaygının temelini oluşturur. Bu
duygulardan birini bile yeteri kadar hissedemediğimizde yaşamdan aldığımız
doyum azalır.
Yeterlilik duygumuz
gelişmemişse, sorunlar karşısında da yetersiz kalırız. Değerlilik duygumuz
gelişmemişse, kendimizi özgün bir birey gibi hissedemez, kendimize lâyık
olduğumuz değeri veremeyiz.
Özsaygı temelimiz ilk altı
yaşta atılır. Bu yüzdendir ki, ilk altı yaş ve peşinden gelen beş yıl oldukça
önemlidir. Bu gelişim dönemlerinde atılan temeller ileriki yaşlarda hayatımızı
yönlendiren kalıpları oluşturur.
Tennyson
der ki, “Hayatı sürdüren üç şey
vardır: Kendine saygı, kendine bilgi, kendine egemenlik”.
Kendisi hiç çocuk olmamış,
hatalar yapmamış, hep mükemmel hayatlar yaşamış gibi davranarak, çocuklarının
en ufak bir hata yapmalarına müsaade etmeyen ebeveynler, çocukların
gelişimlerini ve kişilik oluşumlarını olumsuz olarak etkilerler.
Eğitim yaklaşımları olgun,
kişisel gelişim açısından gelişmiş ebeveynler, çocukların nitelik kazanmalarını,
kişilik gelişimlerini desteklerler. Eğer ebeveynler çocuk yetiştirme konusunda bilgili
ve bilinçlilerse, az sancılı bir çocukluk ve ergenlik geçirilir. Yetişkinlik
süreci daha nitelikli bir hayatı devam ettirebiliriz.