Özlenen ses ve bir nefes: “Edep Ya Hû!”

“Kollar açık, etek dizde/ Gençler zağar oldu izde/ Medeniyet budur bizde/ Güler misin, ağlar mısın?” (Abdurrahim Karakoç, 1969)

ÜLKENİN ekonomik, sosyal ve siyâsî meselelerinin önünde öncelikle çözülmesi gereken, ahlâksızlık sorunudur. Ahlâkî bozulma ve yozlaşma ise çıplaklıkla başlamaktadır. Kışa vedâ ettiğimiz, baharın görüldüğü bugünlerde, ülkemiz hızla çıplaklıkla bütünleşmektedir. Bir hayat tarzı olarak benimsenmektedir çıplaklık.

Toplum, ahlâkî olarak son derece tehlikeli ve çirkin bir gidişle tükenişe doğru yol almaktadır. Cesaret edip de gidişin yanlış ve sonucun hüsran olduğunu kimse seslendirmiyor veya söylemek istemiyor. Zira “cahilî” değişim ve gelişmenin adı “çağdaşlık” ve “ilericilik” diye reklâm ediliyor/sanılıyor. Çünkü Siyonizm odaklı, kilise merkezli emperyalist Batı böyle istiyor. Özellikle hayat tarzı düşüncesiyle kadınlar, çıplaklığı özgürlük kabul ediyorlar. O sebeple çıplaklığa karşı durmak gericilik addediliyor. Hiç düşündünüz mü, acaba gerçek öyle mi?

Son derece vahim bu gidişin iki yönü bulunmaktadır: Biri dinî, öteki sosyal... Konu her iki hâlde de değerlendirilmeli ve tedbir alınmayı icap ettirmektedir. İster dinî, ister sosyal boyutta olsun, son derece önemli bu sorunun çözümü konusunda “mesuliyet” hepimize aittir. Hiç kimse, “Bilmedim, bilemiyorum, farkında değilim” diyerek sorumluluktan kaçamaz.

İnsanı öteki varlıklardan farklı kılan, “yaratılmışların en şereflisi” rütbesini taşıması, yaratılış gâyesinin ve daha önemlisi dinî ve sosyal statüsünün farkında olmasıdır. İnsan hayatının devamı, kendisi ile beraber ortaya çıkan birtakım dinî ve sosyal kurallara bağlıdır. Giyinme de bu sosyal kurallardan biridir. Giyim kuşam, insanlık tarihi kadar eskidir, insan hayatının ayrılmaz parçasıdır.

Varlıklar âleminde kendi isteği ile giyinen/örtünen tek varlık insandır. Hat süren ve birer canlı olan hayvanların giyinmek ve örtünmek diye bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Medeniyet ve teknik, işte bu çıplak doğup doğumundan itibaren giyinen canlının eseridir.

Sözü uzatmadan söylemek gerekirse, insanın medenîleşmesi ve ilerlemesinde örtünme/giyinme büyük bir öneme sahiptir. Hâlâ hayatlarını çıplak olarak sürdüren Afrika’nın bazı ilkel kabileleri, çıplaklıkları ile insanlığın geldiği zirvenin eteklerinde bile değillerdir. Bu çarpıcı örnek bile ilkelliğin/geriliğin en önemli belirti ve belgelerinden başka bir şey değildir.

Çıplaklık insanlık için büyük bir tehlike ve tehdit olup, tarihin her döneminde görülmüştür. Bazen dinler, bazen de yönetimler çıplaklığa karşı tedbirler alarak kurallar ve müeyyideler geliştirmişlerdir.

Konumuza emsal teşkil edecek en çarpıcı örnekse Câhiliye Dönemi’dir. İslâm’dan önce Araplarda erkekler ve kadınlar çıplak olarak hayat sürer, hattâ Kâbe’yi çıplak tavaf ederlerdi. İslâm, giyim/kuşamla ilgili sorunu kökünden hâlletmiştir. Yüce Dinimiz İslâm, naslarla giyinmeyi kurallara bağlamış ve örtünmeyi fazilet olarak kabul etmiştir. İslâm’ın temel öngörüsünde çıplaklık, câhilî bir davranış ve ilkelliktir.

İslâm’da örtünme/giyinme, kısaca edep, insan içindir. Yani bir arada yaşayan insanların yararınadır. Çünkü bir arada yaşayan insanlar için giyim zarurettir. Örtünme/giyim olmadığı takdirde insanın çalışması, hayat tarzı, hayata bakışı ve düşüncesi tamamen eksi yöndedir. Gerçek şu ki, çıplaklık geriliktir!

Hıristiyan Batı toplumunun kapsama alanına girdiğinden beri Türk toplumu, hızla çıplaklığa doğru itilmiştir. Son zamanlarda hızla yaygınlaşan çıplaklıkta medyanın tetikleyici büyük bir rolü bulunmaktadır. Ama gerek sivil toplum kuruluşları, gerek kanaat önderleri, gerekse kişisel anlamda yeteri kadar bu tehlikeli gidişe karşı tepki konulmamaktadır. İşin düşündürücü ve üzücü yönü de burasıdır.

Aslında, geniş bir çerçevede ele alınması gereken bu konuda söylenecek çok söz bulunmaktadır. Özellikle kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen felâket, sadece bugünü değil, yarınlarımızı da tehdit etmektedir.

Toplum âdeta reaksiyon alışkanlıklarını kaybetti. Yazılanlar ve çağrılanlar âdeta yok hükmünde. Hayat tarzı olarak kabul gören çıplaklık, özelikle sapkınlıklar kanun himâyesine alınmıştır. Bu satırların esas amacı; anne, baba ve kardeş olarak dinî ve sosyal sorumluluklarımızı hatırlamaya yönelik bir ikazdır. Toplumsal boyut ile her ferdin sorumluluğu bulunmaktadır. Üstümüze düşen en önemli görev, çıplaklığa karşı durmak ve duruşumuzu her halükârda ortaya koymaktır. Çünkü çıplaklık, bir hayat tarzı değildir. Hele Müslüman için asla değildir!

Çıplaklık konusunda yaza merhaba denilen bu mevsimde çok yönlü bir tartışmanın açılmasından devamından yanayım. Herkes ama herkes, özgürce düşüncesini dile getirmelidir. Öz konusu toplumsal afetin daha fazla tahribat yapmadan önlenmesinin bir yolu bulunmalıdır. Gerçek medenîlik ve ilericilik, çıplaklığa karşı durmaktır. Tek ses, yekvücut, ama olanca gücümüzle haykırmamız gerekiyor: “Edep Ya Hû!”