Özlemek

Oysa en başta sağlıklı olarak uyuyup uyanabilmek, her gün işe gidip gelmek, çocukları okula uğurlayıp kendi işimize gücümüze dalmak, “Mikrop bulaşır mı?” kaygısı taşımadan markete gitmek, istediğimiz zaman dışarı çıkıp dolaşmak veya misafir ağırlamak gibi sıradan saydığımız şeyler, aslında hiç mi hiç sıradan değillermiş! Ne kadar da çok “Şükür, Elhamdülillah” diyecek sebeplerimiz varmış meğer!

ZOR zamanlardan geçiyoruz. Neye uğradığımızı şaşırmış vaziyetteyiz. Bir su misâli akıp giden hayatlarımızın önüne âdeta bariyer konuldu. Temel ihtiyaçlar listesinde bulunan yemek, içmek, barınmak, hijyen ve sağlık başlıklarının dışındaki tüm faaliyetler için (“Kısa bir süreliğine” temennisiyle) durdurma tuşuna dokunduk…

Bugünlerde yürümeye çalıştığımız yolda bir taraftan gelecek için ümitlerimiz devam ederken, bir taraftan da durmaksızın etrafımızı çepeçevre saran bir duygu var. Adı, “özlem”…

Bu “durma” sürecinde her geçen gün çığ gibi yuvarlanarak büyümeye devam ediyor özlem. Her insanın özlediği bir eskisi vardır. Büyük küçük, yaşlı genç, zengin fakir demeden yüreklerde ilk sıraya oturmuş vaziyette bulunan özleme uzun kalacağı korkusuyla misafirperverlik göstermek istemiyoruz. Cahit Zarifoğlu ne güzel ifade etmiş:

“İnsana imtihan olarak özlemek yeter

Bir şehri

Bir sesi

Bir nefesi…”

***

Ne tuhaf, değil mi? İçinde bulunduğumuz baharı özlüyoruz. Görüyoruz, hissediyoruz ama bir dokunuş mesafesinde bulunan bahar aylarına ait olana dokunamıyoruz. Koklayamıyoruz çiçek açan badem ağaçlarını, masmavi gökyüzünde kuşlarla yarışan uçurtmaları, güneşin sıcaklığını ensemizde hissetmeyi özlüyoruz; kısaca, topraktan başını uzatıp “Ben geldim” diyen bahara dair ne varsa…

Bir kişiye “Özledim seni” dediğimizde, yanımızda olmasını istemiş olmakla kalmayıp, aklımızda ve kalbimizde olduğunu da ifade ediyoruz. Sevdiklerimizin telefonla seslerini duyuyoruz da yetiyor mu? Yetinmek zorundayız!

Bunun yanında özlemek; sadece kişiye hasret duymak değil, zaman ve mekânların da ruhumuza kattığı ince dokunuşlara duyulan hasretliktir aynı zamanda. Bir zamana ya da mekâna duyulan özlem, aslında o mekâna ve zamana dönmek istemekten öte, özlem duyduğumuz şartlara, bize hatırlatılan iyi ve güzel şeylere kavuşabilme isteğidir.

İçinde yaşadığımız şehri özlüyoruz; insanların bir yerlere yetişme telâşıyla sabah koşuşturmalarını, simit arabalarından yayılan kokuları, akşam vakti olunca eve varıp “Yorgunum” diyebilmeyi…

Uçağa binip, doğup büyüdüğünüz şehre gidebilmeyi, anne şefkatini, baba ocağını özlüyoruz. Yine tam da Cahit Zarifoğlu sesleniyor:

“Özlemek… Ne derin bir duygu böyle! Özlemek ne uzun mesafe…”

***

Her yaş ayrı ayrı özlüyor; bebekler yattıkları bebek arabasından etraflarını izlemeye, çocuk olanlar parklardaki salıncaklara, kaydıraklara, ergen olanlar arkadaş buluşmalarına hasret. Çok değil, daha bir yıl önce yaz tatillerini özlerken, şimdilerde okulu özler olduk. Hele o sabahki derse yetişme heyecanı, arkadaşlarla aynı sırayı paylaşmak, öğretmenlerimizin dersi anlatırken “Buraya bak” seslenişleri, teneffüs zili, kantin kuyrukları… Güzelmiş be hepsi!

Önceleri, yukarıda dillendirmeye çalıştığım özlemler bizler için ne kadar da sıradan şeylerdi. “Nasılsın? Ne var, ne yok?” diyene, “Aman n’olsun, bi’ değişiklik yok, hep aynı şeyler” cevaplarını verir olmuştuk. Sıradan olan şeyleri de iyiden saymaz olmuştuk!

Oysa en başta sağlıklı olarak uyuyup uyanabilmek, her gün işe gidip gelmek, çocukları okula uğurlayıp kendi işimize gücümüze dalmak, “Mikrop bulaşır mı?” kaygısı taşımadan markete gitmek, istediğimiz zaman dışarı çıkıp dolaşmak veya misafir ağırlamak gibi sıradan saydığımız şeyler, aslında hiç mi hiç sıradan değillermiş!

Ne kadar da çok “Şükür, Elhamdülillah” diyecek sebeplerimiz varmış meğer!

Bu arada, çiğ olarak yemeyi sevmediğim domatesi şu sıralar çiğ olarak yemeyi, düşünmeden ellerimle gözlerime, yüzüme dokunmayı özlediğimi söylesem… (Yüzlerinizdeki tebessümü gördüm bile.)  

Zaman zaman, “Ah! Nerede o eski…” diyerek dillendirmeye başladığımız cümlelere yenilerini ekler olduk. Keşke bugünlerde “zamanda seyahat” ifadesi bir söylem olmaktan öteye gidebilse!  Eskilere doğru yol almaya istekli yolcusu bir hayli fazla olurdu sanırım…

Özlemini çektiğimiz çok ama çok şey var zaman geçtikçe yerinde durmayan. Allah’ın yardımıyla gelip geçecek olan bu zor günlerin hepimizin geçmişine güzel bir sayfa olarak kaydedilebilmesi adına “anlayış” hırkasını giyinmek var. Kırmamak, kırılmamak adına…

***

Biz tüm bu olumsuzlukları aşmaya çalışırken, Devletimizin, doktorlarımızın onca çabası varken, 65 yaş üzerine söz verilen kolonya ve maskelerin henüz hak sahiplerine ulaşmadığına  takılıp kalanlar da yok değil.

Siz dertlenmeyin küçük detaylarla, bu Devlet maske ve kolonyadan çok daha fazlasını ulaştırır yaşlılarına!

Özlemini çektiğiniz güzelliklere kavuşmanız dileğiyle…