Özgüven zehirlenmesi

Bir “özgüven” sevdasıdır, tutturmuş gidiyoruz. En özgüvenli, en başarılı, en konuşkan, en hazır cevap… Bu “en”ler kulağa pek hoş geliyor ve bu “en”ler hiç bitmiyor. Neden mi?

EFENDİM, devran dönüyor ve günler gelip geçiyor. Her geçen gün yeni bir “âdet” icat ediliyor. “Âdet” dedimse, lafın gelişi yani… Yeni yeni modalar türetiyor sevgili günümüz çağının insanları.

Tabiî ki üretmek söz konusu olunca önden giden atlılar misali koşuyor yurdumun anneleri. Onlar koşmasın da kimler koşsunlar? En değerli, en kıymetlileri, yavruları söz konusu. Ellerinden geleni artlarına koymayan sevgili ebeveynler, eskilerin öğretisi olan “Azı karar, çoğu zarar” sözünü hiç duymamış olacaklar ki dünyaları çocuklarının ayaklarının altına serme konusunda amansız bir yarış içindeler.

Elbette varlığımızı ve emeğimizi çocuklarımızdan esirgeyecek değiliz. Onları mahrum ve eksik bırakacak da değiliz. Ama küçük beylerin ve hanımların isteklerine yetişemez hâle geldik biz anne babalar. “Hayır” demeyi öğretiyoruz güya çocuklarımıza fakat biz “Hayır” diyemiyoruz zât-ı âlilerine.  

Bir “özgüven” sevdasıdır, tutturmuş gidiyoruz. En özgüvenli, en başarılı, en konuşkan, en hazır cevap… Bu “en”ler kulağa pek hoş geliyor ve bu “en”ler hiç bitmiyor. Neden mi? Çünkü o “en”lerin hiçbirini kendimizin yaşamadığını düşünüyoruz. Hep ezilen olmuştuk, bizi kimse önemsememişti ve değer de vermemişti. Biz yaşayamamıştık, onlar yaşasındı; biz giymemiştik, onlar giysindi; biz el pençe divan durmuştuk büyüklerimizin karşısında, onlar durmasındı... Ondan bu kadar düştük bu özgüvenin peşine.

Dedim ya, gün geçiyor, devran dönüyor. Artık maalesef akıl baliğ olmayan çocukların anne ve babalarını yönettiği bir çağdayız. Çünkü sevgili yavrularımızın özgüveni tam olmalı, kendi ayakları üstünde durup her konuda kendi kararlarını kendileri vermeliler.

“Peki, bunun bir ortası yok mu? Günümüzdeki bu özgüven abidelerine sorsak, ne kadar değerli hissediyorlar kendilerini? Biz sevgili anne ve babalar yeteri kadar değerli hissettirebilmiş miyiz? Kendilerini dünyanın merkezine yerleştiren yavrularımız neden bu kadar mutsuz ve doyumsuzlar? Nerede bu özgüven sahibi, dimdik, kendi ayaklarının üzerinde duran evlatlar? Biz nerede yanlış yaptık? Bu özgüven meselesinin dozunu biraz kaçırmış olabilir miyiz? İçini tamamen boşaltıp saygısızlığı özgüven ile karıştırmış olabilir miyiz acaba?” diye kendi kendime sormadan edemiyorum.

Çocuklarımızın beslenmesini ve özgüvenlerini düşündüğümüz kadar gönül dünyalarını düşünmedik. Dinî değerlerimizi, örf ve âdetlerimizi veremedik yavrularımıza. Kültürel değerlerimizi ve millî duygularımızı işlemekte de eksik kaldık sanki gönüllerine. Ne dersiniz? Bu bıçak sırtı konuda şefkat ve sevgiyle kol kanat gerip, hayatın doğal akışı içinde insan fıtratına uygun bir şekilde yetiştirmemiz gereken çocuklarımıza kimi zaman da gereğinden fazla mı müdâhil olduk acaba? Asıl karar vermeleri gereken konularda onların adına bizler öne atılmadık mı? Oyun oynarken düşen çocuklarımızın hesabını bizler sormadık mı arkadaşlarına? Küçük tartışmaların peşine düştük fütursuzca. Oysa çözüm üretme becerileri ve karar verme yetilerini tam da kullanmaları gereken yerlerde biz onların yerine verdik kararlarını. Düşünüyorum da, nereye kadar koşturarak hesap soracaktık arkadaşlarına?

Sonra bir fanusun içinde yaşayacak çocuklarımız galiba. Sadece özgüven yetecek mi acaba onlara?

Kusursuz bir denge üzerine dönen dünyada yaşıyoruz. Hayat denge üzerine kurulmuş; ayakta durmamız bile dengeye bağlıyken, biz bu konuda kantarın topuzunu neden kaçırdık? Hani hayatımızda olması gereken bu denge var ya, onu ne zaman kurmayı düşünüyoruz?