BIRAK, kokunu tam hissedeyim! Benzin kokusu, senin kokunu alma
özgürlüğüme pranga vurmasın. Kahveme şeker atma, bırak, attığın şeker kahvemle
hücrelerimin arasına girmesin. Ama ne olur bırakma beni uçsuz bucaksız
belirsizlikler boşluğunda, yapayalnız kaybolmayayım!
Özgür olmak... Karar verdiğimde bedenimle karar verdiğim
yere gidebilmek… Kalbimde nelerin olacağına annem ve babamla değil, kalbimle
karar verebilmek… Gönül yurdumun sultanını atayabilmek; hem de özgürce, hiç
kimsenin tesiri altında kalmadan… Zihnim yaramaz çocuklar gibi. Her şeyi merak
ediyor, “Bu ne, niçin? Bu ne, niçin? Bu ne, niçin?” deyip duruyor. Yeter artık,
ben bile sıkıldım! Ne yalan söyleyeyim, sayesinde çok şey de öğreniyor, ciddî
ciddî gelişiyorum.
Öğrenmesem de, gelişmesem de, doğrusu ağzına tokadı vurup
“Yeter artık, sus, otur!” demeyi düşünmem. Bıraktım onu; hazine bulur gibi soru
işaretlerini bulsun, sonra da onları ortadan kaldırsın. Duygularımı
anlamıyorum. Zaten anlamam da gerekmiyordu. Onları hissedeyim, yeter!
Sorgulamadan, yargılamadan sadece duyumsamak… Kuşun sesini duyumsamak… O ses
kulağımdan girsin ve bütün benliğime yayılsın. Ağzıma aldığım bir yudum çay…
Ben sadece keyfini çıkarayım. Senin yapmışlığına birleşsin o çay ve ikinci bir
haz dalgasına teslim olayım.
Lütfen, ya benliğimin özgürce teslim olup esaretinle mest
olması için bir şeyler söyle yahut söylemeyeceksen, ağzını açıp ikimizin
olmayan kelâmla esaretinden haz alma özgürlüğüme pranga vurma.
Ah bu bilgiler! Kim icat eder, niye üretirler, niye
yayarlar, niye zihnime sokarlar, zihnim almayınca -âdeta- neden çakarlar ki? Binmişiz
arabamıza, seyahatimizi yaşayarak gidiyoruz. Yıllarca sürmesini istiyorum o anların,
birbirinin peşi sıra eklenerek. Tam bu arada hayatın içine ediveriyorsun:
“Şehir Merkezi” tabelası… Beni şehir merkezine sokacaksın da ne olacak, eline
ne geçecek? O hengâmeyi sen yaşamışsın, şimdi beni de yaşat o bilgi
yığınlarının, o bizi biz olmaktan çıkaran “Gulyabani standartları”nın tam içinde.
Hem de beni girdir ki, kafam gözüm de görünmesin. Boğulup gideyim şimdiye kadar
boğduğun o zavallı milyonlar gibi.
Niye sadece yeşil ışıkta geçeyim, kırmızı ışıkta durayım
ki? Annesinin elinden tutmuş ördek yavrusu gibi paytak paytak yürüyen o mutlu çocuğun
geçişini seyretmek için niye durmayayım ki arabamla? Tabakhaneye bir şey mi
yetiştirmem gerekiyor acaba? Ben o manzara için dünyayı durdurum be! Gecenin
bir yarısında da yol bomboşken kırmızı ışık yandı diye otur, bekle.
***
-Bir an evvel gitmek, sevdiğimi görmek istiyorum…
E ben ne yapıyorum? Oturmuş orada bekliyorum. Niye
bekliyorum? Zihnime soktuğun o “ceza” bilgisi yüzünden!
Biri hâlimi görse “manyak” olduğumı düşünür. Acelesi olan
adam durmuş bekliyor. Niye? Işık yansın diye… Yolda ışık yok mu? Var. Ama bu
başka ışık! Evet “şehir merkezi”, bu sefer beklemiyorum ve istemiyorum ışığını
da, kuralını da, bilgini de. Sevdiğime yemek ısmarlamıyor muyum, hatta bu
cezadan fazla ödeyerek hediye almıyor muyum? Alıyorum. Bu sefer saniyeleri
ısmarlıyorum, hem de keyifle. “Ey şehir merkezi! Sen ışıklarınla, bilgilerinle,
standartlarınla kal, ben de sevdiğimle… Bay bay!”
Ama hakkını da yemeyeyim “şehir merkezi”nin, ormandan
kesildikten sonra henüz marangoza intikal etmemiş ama trafikte araba kullanan
inşaat malzemelerinin şerrinden de korumuştu beni.
***
-Elini tutabilir miyim? El ele tutuşalım ve beni sınırsızlığa,
sonsuzluğa uçur, özgürce keşiflerimde, bilinmezlik diyarlarında yanımda ol. Özgürce
koşup oynayacağımız, soru işaretleri bulacağımız, sonra da onları özgürce ortadan
kaldırabileceğimiz yeni diyarlar keşfedelim.
Efendim? Duyamadım. Aslında duydum da anlamadım.
Gelmeyecek misin, beni özgür mü bırakacaksın? Ayak bağı olmak istemiyor musun? Ama
sensizlik özgürlük değil ki… O basbayağı, apaçık bir yalnızlık!
***
-Elini isteyerek tutuyorum ama. Sen de benim elimi isteyerek
tutuyorsan sorun yok. Ama istemeyerek tutuyorsan, o zaman özgür olmazsın. Ben
de bir şey diyemem tabiî. Hem sen benim bilmediğim yerlere gitmiş olabiliyorsun
ve bana yol gösteriyorsun. Bundan şikâyetçi değilim ki... Seninle el ele
tutuşup dolaşmakla “Şehir Merkezi” tabelasının ne alâkası var?
Senin yol göstermenle “Şehir Merkezi” tabelasının yol
göstermesi arasında hiç fark olmaz olur mu? Trafik lâmbasıyla da, şehir
standartlarıyla da aranda dağlar kadar fark var. Seninle beraber mutluyuz ve o
güzelliğe bir zaman sonra nasıl devam edeceğimize kendimiz karar verebiliyoruz.
Ama “Şehir Merkezi” tabelası öyle mi ya? Tam biz mutlu mutlu giderken,
olabileceği en asık suratlı hâliyle bize diyor ki, “Şehir merkezi bu tarafta!
Aptal aptal dolaşıp durmayın da çabuk dönün bu yoldan! Eşeklik yapar da girmezseniz
bir daha yolu bulamazsınız ve mız mız edip durur, kafamı şişirirsiniz”.
***
-Hem sen, “Gecenin bir yarısında trafik lâmbası gibi dur
şurada, biraz bekle! Eğer gidersen bilmem kaç para ceza yazarım” der misin? Hem
sen desen bile ben, senin yanında olduğum için günlerce bile beklerim. Zaten
kırmızı ışığa kızmamın sebebi de sana gelmemi geciktirmesinden… Biliyor musun,
özgür ve yalnız olmak istemiyorum. Sensiz ve özgür olmak… Bunu istemem. Seninle
birlikte özgür olmak istiyorum. Seninle birlikte kuşları dinlemek, çiçekleri
koklamak, sahilde yürümek istiyorum. Senin bildiklerin, benim bildiklerim gibi
olsun. Onları ben de tekrar yaşayıp öğrenmekle zaman kaybetmeyeyim. Sen bana
yol göster. Senin tavsiye ettiğin yiyecekleri denemeyi daha çok isterim.
Lütfen, beni bu şekilde suçlama! Sadece benim özgürlüğüm
söz konusu değil ki... Senin için de aynısı olmalı zaten. Birlikte kuşları
dinlemek istiyorsak dinleyelim. Birlikte çiçekleri koklamak istiyorsak
koklayalım. Birlikte sahilde el ele yürümek istiyorsak yürüyelim. Ben şöyle
güzel bir traş olmayı seviyorum. Zaten bu, tek yapılan bir şey. İkimiz aynı
anda traş olmanın verdiği aynı mutluluğu yaşayamayız ki… Tabiî kuş sesi
dinlemekten, çiçek koklamaktan, sahilde yürümekten veya bunları birlikte
yapmaktan ikimizden biri mutlu olmuyorsa, niye birimiz mutsuz olsun ki?
Yapmayıveririz, olur biter. Eğer ayda bir birlikte kahve içmekten mutlu
oluyorsak onu da kaçırmayız. Ayda bir karşılaşır, birlikte kahve içeriz. Diğer
29 günde de ortak mutluluğımız olan kişilerle beraber oluruz.
Sana son olarak şunu söylemek istiyorum: Sensiz olmak, sensizliğin yalnızlığını hissetmek inanılmaz zor; tahammül etmekte çok zorlanırım. Eğer yalnızlığımı gidermek karşılığında özgürlüğümü istiyorsan, onu veremem. Sana teslim olacaksam da, senin esirin olacaksam da özgürce olmak isterim. Benim açımdan seninle özgür bir dünya mümkün. İnanıyorum ki, senin açından da mümkündür. Son cümlemse şu: Gel, iki yalnız olacağımıza, birlikte iki özgür olalım!