Öze, söze hitap: Ahde vefa

Mutlaka kıymet verenler vardır hem sağ iken, hem de öldükten sonra. Sözümüz, vefayı diline dolayıp vefasızlık yapanlara, beklenti içine düşüp beklenileni yapmayanlara. Sözümüz, “ikiyüzlü” olanlara! Çıkarın maskelerinizi de görelim gerçek yüzünüzü! O zaman konuşalım “ahde vefa” üzerine…

VEFA üzerine belki yüzlerce, hattâ binlerce cümle kurulabilir. Ruhlar âleminde Allah ile olan ahitleşmede Cenâb-ı Hakk “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, ruhların “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” diyerek ahdin yerine getirilmesi için söz verilmişti.

Ahde vefa süreci ilk olarak bu sözle başlayıp kıyamet gününe kadar devam etmesi gerekirken, kullar olarak bunun ne kadarını yerine getirebiliyor, yaşam içinde ne kadarını uyguluyoruz? Sözü unuttuk mu?

 “Ahde vefa gösterin; çünkü ahit, sorumluluk doğurur” uyarısını dikkate alarak "Ne kadar sorumlu olduk?" sorusunu yine kendimize sormamız, başkalarını suçlamadan önce "Ne kadar vefalı, verdiğim sözden dolayı ne kadar sorumluyum?" özeleştirisini yapmamız gerekir. Ödül ve ceza işlemini hep bu dünya üzerinde görmek istediğimizden, “öteki dünya” dediğimiz ahiret hayatında bize neyin lâyık olacağını düşünmememiz ne acı! Vefa gösterenin ya da vefasız olanın yaptıklarını sadece kendi çevremizde, dost meclisinde, iş hayatında açık etmemiz, bunun hesabını sormamız veya takdir etmemiz ne kadar sınırlı ise, kıyamet günü geldiğinde ortaya çıkacak manzara, şu sözdeki gibi karşımıza çıkacak: "Bilesiniz, kıyamet günü ahdini tutmayan her vefasıza, vefasızlığın derecesine uygun bir bayrak dikilecek, böylece vefasızlığı teşhir edilecektir."1

Şu âna kadar birçok durumu düzeltmek ve kendimizi iyi bir kul, iyi bir insan olarak göstermek adına ne kadar çaba harcadık? Gösterdiğimiz vefasızlığın ne kadar farkındayız? Ailemize, akrabalarımıza, dostumuza, arkadaşımıza, patronlarımıza, çalışanlarımıza, liderlerimize, âlimlerimize, ortaya hayırlı işler çıkaran yazarlarımıza, şairlerimize, sanatçılarımıza, bizleri yetiştiren öğretmenlerimize, akademisyenlere karşı ahde vefamız var mı? Hepsini saysak ve listelesek ne kadar yer kaplar? Elbette herkesin farklı cevap seçenekleri olacaktır. En azından bunu okuduktan sonra bir nebze de olsa Allah'ın "Akıl etmiyor musunuz?" diye sorduğu soruyu aklımızın bir köşesinde harekete geçirmiş olmayı umut ediyorum.

Düşünmek ile akletmek farklı şeyler. Fakat birbirini tamamlayan, birbirini anlamlandıran en önemli kavramlar... İnsan, düşünen varlık; düşündüğünü sorgulamaksa akıl yoluyla... Aklını kullanmayanın kâinat üzerinde olan hiçbir şeyden bir anlam çıkaramayacağı, ona bir anlam yükleyemeyeceği de aşikâr. İyilik ile kötülük kavramını birbirinden ayırma yetisi verildiyse bize, bunun hakkını da vermek gerek. Aslında bu iki kavram göreceli; “Kime göre iyi veya kime göre kötü?” algısı, insanların bakış açısına göre mutlaka değişebilir.

Birine iyilik yaptığınızı zannederken, karşı taraf onu iyilik olarak algılamayacak belki de. Kafasındaki hinliği bilemediğimiz için, onu kötü tarafından görecek veya bir çıkarınız olduğunu düşünerek kendisine kötülük olsun diye yaptığınızı düşünecek. İşte ilk yanılgı burada başlıyor! Hep görünen tarafa göre yorumluyoruz. İşin aslını, ardını düşünmeden, yorumlamadan hüküm veriyoruz. Hakeza kayıplarımız da yine aynı şekilde burada başlıyor. Değer verilmesi gerekene gerçek değer verilmiyor, vefa gösterilmesi gerekene vefa gösterilmiyor. Sonra "Kimse beni anlamıyor!" teranesini yineleyip duruyoruz.

Ağızlara pelesenk bir söz var: "Vefa, İstanbul'da sadece bir semt adıdır!" Bu sözü kullana kulana kimsede vefanın kalmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Bu sözü sürekli söyleyerek vefanın anlamını düşürdüler ve "Gerçekten kimsede vefa kalmadı" inanışıyla insanın algısında yer etmeye başladı bu durum. Aslında bu sözü kullanmak istemiyordum, çünkü baştan olumsuzluk ifadesi taşıyor. Bu sözü kullananlara bakmak lâzım: Kendileri ne kadar vefalı, ahitlerine ne kadar sâdıklar?

"Vefa, sadece İstanbul'da bir semt adı değildir!" sözü daha mantıklı geliyor. En azından olumsuzluk yok, bir hatırlatma var. Değerlerimize, ahdimize bir geri dönüş sağlamak açısından biraz da kendimizi yormamız lâzım. Kendinize yapılmasını istemediğiniz davranışı başkasına yapmamanız doğru bir yaklaşım olacaktır. Değişime önce kendimizden başlayıp başkalarının değişmesine fırsat vermemiz de anlamlı bir davranış biçimidir.

Özü sözü bir olandan bekleyeceğimiz ilk durum, ahde vefa olacaktır. Ahlâken sözünde duran, zaten görünmez bir akit gerçekleştirmiş ve yerine getirmiştir. Bunun için yazılı bir beyanata, bir imzaya gerek yoktur. Özü bir olanın sözü de imzadır, akittir. Bilirsiniz ki, inandığınız değerler üzerine söz veren kişinin de aynı değerler üzerinden size karşılığı olacaktır. Bu yapılan iyiliklere veya her ne varsa buna karşılık beklemek anlamına gelmesin; kişi kendi içinde zaten o sözü vermiştir. Ne yapacağına, nasıl davranacağına emindir. İyiliğin veya vefanın karşılığını bekleyen, ancak ticarî ve siyâsî anlamda beklenti içine düşecektir. Bu da çıkar beklentisine düşmektir ki, yapılan iyiliklerin, ahde vefa göstermenin, değer bilmenin fıtratına ters düşer.

Özü sözü bir, güzel ahlâk ile bezenmiş, vefada en önde olan Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) davranışı, sözüne ve vefasına ne kadar sâdık olduğunu anlatmak adına güzel bir örnek olacaktır.

Peygamberlik gelmeden önce Abdullah Bin Ebi'l-Hamsa ile bir yerde buluşmaya karar veriyorlar. Abdullah verdiği sözü tutmuyor, aradan üç gün geçtikten sonra hatırlıyor ve buluşacağı yere gidiyor. Bakıyor ki, Hazreti Muhammed (sav) orada bekliyor. Efendimiz (sav), geciken arkadaşına, "Abdullah, nerede kaldın? Üç gündür seni burada bekliyorum" buyuruyor.

Bu zamanda kim, ne kadar sabır gösterir, biraz düşünmek lâzım. Bazı durumlar çok ince ayarlarla, ince çizgiler üzerinde hareket etmeyi gerektirir. Ailemize, çevremize karşı ne kadar dürüst, vefalı ve söz eri olursak, bize karşı tutumları da ona göre şekillenecektir.

Beklentiler

Bir de her seferinde karşı taraftan beklediğimiz davranışı görmesek de, verdiği sözü yerine getirmese de hep bir umutla düzeleceğini, sözünü yerine getireceğini bekleriz. Çünkü ona inanmak isteriz. Her seferinde yanıltsa da, zor durumda bıraksa da bir umuttur bu. Elbette bu herkes için geçerli değil. Belki eşimiz, oğlumuz, kızımız, anne babamız, sevdiğimiz, değer verdiğimiz biri de olabilir. Bu bir saplantı mıdır, yoksa bir inanç meselesi mi bilinmez, ama kişiye ve duruma göre değişir.

Hepimizin bir beklentisi var. Bu beklentilerin bizi ne kadar yorduğunun farkında değiliz. Kimi bir teşekkür bekliyor, kimi bir takdir. Kimi bir selâm bekliyor, kimi tatlı bir söz. Kimi bir zamanı bekliyor, kimi vaktinde olmasını veya vaktin dolmasını. Kışın baharı, baharın yazı beklediği gibi... Hasta şifayı, gurbet yolu bekliyor. Gece gündüzü, güneş ayı, yağmur bulutu, toprak tohumu bekliyor. Hatırlanmak, anılmak istiyoruz her ne sebeple olursa olsun. Aranmayı, hâl hatır sorulmasını istiyoruz. Kıymeti bilinsin istiyoruz yaptığımız işin, ortaya çıkardığımız eserin. Biz bunları isterken, başkaları da bizden bekliyor ama onu düşünmüyor, idrak etmiyoruz. Hep bekleme ayarında kendimizi hazır tutup güzel şeylerin olmasını bekliyoruz.

Kalbin çeperinde, boğaza dayanan yumruda kendimizi nefessiz bırakıp, o iki nefes arasında kaybolan değerleri fark edemiyoruz. Ne büyük gaflet! Beklentileri en aza indirdiğimizde ne kadar rahat, ferah bir nefes alacağımızı ve ruhumuzu, kalbimizi, gönlümüzü nasıl hafifleteceğimizi anlayacağız. Değerlerimizin, yitirdiğimiz zaman farkına varıyoruz. Usta bir kalemi, iyi bir lideri, ressamı, sanatçıyı veya âlimi nedense kaybettikten sonra anıyoruz. Sağken göstermekten aciz olduğumuz ahde vefayı ne yazık ki Hakk'ın rahmetine kavuştuğu zaman göstermeye başlıyoruz. Bu, ikiyüzlülük değil de nedir?

Hayattayken isyan ettiğimiz kişiliğine hakaret yağdırırken, bu dünyadan göç edip toprağın altına gönderdikten sonra göklere çıkarmaya başlıyoruz ortaya çıkardığı değerleri ve takdirlerimizi sunuyoruz. Ahde vefa bu mudur? Hayır! Bu, vefasızlığın en çarpıcı işaretidir.

Mutlaka kıymet verenler vardır hem sağ iken, hem de öldükten sonra. Sözümüz, vefayı diline dolayıp vefasızlık yapanlara, beklenti içine düşüp beklenileni yapmayanlara. Sözümüz, "ikiyüzlü" olanlara! Çıkarın maskelerinizi de görelim gerçek yüzünüzü! O zaman konuşalım "ahde vefa" üzerine.

Yazımızı şu anlamlı söz ile tamamlayalım: "Vefa, milletin tarlasıdır."2

Hep birlikte o tarlaya ne ekeceksek, onu biçeceğiz...

 

1Ebû Saîd El- Hudrî (r.a)

2Voltaire

3Burada, şu meâldeki âyet-i kerimeye işaret var: "Hepiniz, birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın!" (Âl-i İmrân, 103)