Öz söz ve şiir

Şiir; duyguların, düşüncelerin, fikirlerin, hayâllerin ve hayâllemelerin simgelerle söze dönüşerek soyutun somutlaşması, bazen de soyutun daha da soyutlanmasıdır. Somutlaşsa da, soyut kalsa da şiir, her ikisinde de sonsuzluğa düşülen bir şerhtir.

İNSANA estetik, duyarlılık ve insan olma erdemini kazandıran edebî sanatlar, uçsuz bucaksız birer deryâdır. Bu deryâlarda sayısız alan, söz ve yazın türü bulunur. Bütün hepsinin içinde söz sanatlarının zirvesi olan şiirin yeri ise müstesnadır. Şiir, söyleyenin gönül pınarından hece hece akan, ruhta harmanlanarak kelime kelime zihinde şekillenen eşsiz bir ahenktir.

Gönül, ruh ve duygu deryâsında sonsuz ufkun derinlerine götüren şiirin, binlerce defa yazılmasına rağmen, şu âna kadar net bir tanımı yapılamamıştır. “Neredeyse her şairin ayrı bir şiir ve poetika tanımı vardır” diyebiliriz. Biçim olarak bakıldığında, düzyazı olarak kabul edilmeyen, yazılı veya sözlü bir anlatım türüdür şiir, edebî sanatların nüvesini ve moleküler yapısını oluşturur. Okuyan ve dinleyenleri kelimelerin ahenkli uyumu, ritmi ve ses akışı ile etkisi altına alarak yüreğinden zincirler.

Bu zincirlemeyi salt söze dayalı unsurlarla sınırlandıramayız. Salah Birse, “Bir şiir, yalnız o şiire giren sözcükler değil, bir de girmeyen sözcüklerden meydana gelir” sözleriyle açıklar bunu. “Şiiri yönetebilen tek bir şair yoktur” der Pablo Neruda. Şiir öyle her kalıba sığmaz. Kelimeler dökülür ve sizi alıp kendi akacağı mecraya doğru sürükler. Şiiri oluşturan kelimeler şairin dağarcığından akar ama bunun nasıl olduğu çoğu zaman bilinmez. Anlatılmak istenen duygu veya verilmek istenen her ne olursa olsun, o duygu veya mesajın birebir kelimelerle ifade edilmesine gerek yoktur. Vatanı anlatırken vatan veya devletin ismini söylemeye, aşkı anlatırken “aşk” kelimesini kullanmaya gerek yoktur. Abdurrahim Karakoç’un “Yâr deyince kalem elden düşüyor/ Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor/ Lâmbada titreyen alev üşüyor/ Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban” şeklindeki dizeleri bunu çok güzel anlatır. Bu şekilde incelendiğinde, benzer yüzlerce şiir görüyoruz.

Şiirin konusu

Şiirin nüvesinde duygu, düşünce, fikir, hayâl, gerçek, düş, özlem, hüzün, coşku adına her şey vardır. Şair/ozan, ustalığı ile kelimelerin sözlük anlamlarının yanında çoğu zaman ona çok farklı ve değişik anlamlar da yükler. Dil içinde kendilerine has özel bir söylem ve üslûp oluşturarak söze dönüşen imgelerden, simgelerden, ritimden, çağrışımlardan ve uyumdan yararlanarak şiirler ortaya çıkarılır. İnsan yaşamında somut veya soyut olan her ne varsa imbikten süzerek söylenen, okurda estetik duygular uyandıran çağrışımların ürünüdür şiir.

“Şiir nesirden bambaşka bir kimliktedir” diyeceğim ama “kimlik” kelimesi bunu tam olarak karşılamıyor. Bu durumda “Şiir, nesirden bambaşka bir boyuttadır” ifadesi daha uygun gibi. Mûsikîden başka türlü bir mûsikîdir. Şiirde ses, nefes, ahenk, duygu, ritim, ifade biçimleri değişmez unsurlardır. Mısralar insanın yüreğinde coşkun veya dingin ritim değişimleri oluşturamıyorsa, ruh hâllerinde gelgitler ve boyut değişimlerine yol açmıyorsa, duygulanımlara götüremiyorsa, bunun şiir olup olmadığı tartışılır.

Burada şu gerçeği de görmek lâzım: Her şiir herkeste aynı durum değişikliklerini oluşturmaz. Ama en azından belli kişiler veya kitleler üzerinde bunu oluşturuyorsa, buna “şiir” diyebiliriz. Duygular kelimelerin farklı formlarda kullanılmasıyla sese ve söze dönüşerek, okuyan kişide aynı veya farklı duygu geçişleri oluşturabiliyorsa, o şiirin tadı başka bir güzelliktir.

Edebî sanatların içinde diğer türlerle karşılaştırıldığında kulağa en hoş geleni, dikkat çekeni, kolay ezberleneni ve en kolay hatırlananıdır şiir. Şiir insanı boğmaz, duygu ve düşünceyi ayakta tutar. Her yaşa, her eğitim, kültür, bilgi seviyesine hitap eder. Bu yüzdendir ki, edebî türler içinde en çok dikkat çekeni ve yaygın olanıdır.

Seslendirilmesiyle, ahengiyle, kelime seçimleriyle, estetiğiyle, heceleriyle, sesleriyle ve ritmiyle hayatın her yerindedir şiir. Sevgimizi, kızgınlığımızı, üzüntümüzü, hasretimizi, övüncümüzü, tüm duygu ve düşüncelerimizi, kısaca insana ait ne varsa şiirin konusuna dâhil edebiliriz.

Düzyazı da, şiir de kelimelerle yazılır ama ikisinin de etki gücü farklıdır. Düz yazıları okuyup genellikle vermek istediği ana fikir veya mesajı alıp geçeriz. Şiirse bir defa okuyarak geçilmez. Şiirde kullanılan dil, üslûp, imgelerin kullanımı kişiyi kolaylıkla etkisi altına alır. Bir şiir veya şiiri oluşturan her bir mısra defalarca, hattâ yıllarca okunur. Her okunuşta farklı duyguları da, aynı duyguları da depreştirir.

Şiir sevgidir, sevdâdır, aşktır, umuttur, coşkudur, hayâldir, gerçektir. Şiirde yürek vardır. Duyguların kelimelere dönüşmesi vardır. Rûhun ve duyguların bazen feryâdı, dizginlenemez isyanı, kimi zamansa mest eden ahenkli uyumudur. Şiirin konusu insandır ve insana dair bilinen ve bilinmeyen, fizik veya metafizik her şeydir.

Şiirin boyut değiştirmesi: İmge ve simge

Şiir, kelimelere bürünen düşlerin ve düşüncelerin bazen düz, bazen imge, simge, terim ve kavramlarla sözlü veya yazılı olarak can bulmasıdır. Şiir; duyguların, düşüncelerin, fikirlerin, hayâllerin ve hayâllemelerin simgelerle söze dönüşerek soyutun somutlaşması, bazen de soyutun daha da soyutlanmasıdır. Somutlaşsa da, soyut kalsa da şiir, her ikisinde de sonsuzluğa düşülen bir şerhtir.

Şair imgeleri simgesel bir üslûpla da anlatabilir. Şiirin bazı satırlarını ve kullanılan imgeleri anlamayabiliriz. Bu durum o şiirin anlamsız ve karmaşa yığını olduğu anlamına gelmez. Bunu Ahmet Haşim şöyle açıklıyor: “Şiirin bazı bölümlerinin anlaşılmaması, şiir için kusur değildir; tersine, güzellik için zorunludur. Şiirin gizemini ve güzelliğini oluştururken ona ayrı bir derinlik kazandıran ise imgelerdir. İmge; gerçeklik veya anlamı gerçeğin oluş sırrında ararken bilinçaltında ortaya çıkan yansımalardır. Gerçeğin nüvesindeki sırra ulaşmak için yol gösteren çağrışımlardır. İmge, şiirde anlatılmak isteneni daha etkili, çarpıcı, estetik, canlı, daha da fazla duyumsanabilir biçimde ifade edebilmek için seziş, hissediş, duyuşlar arasında farklı olaylar, ifadeler, kelime, terimler ve kavramlarla, simgelerle bağlantılar kurularak oluşturulan yeni, farklı, özgün ifade biçimidir.” 

Şairin duygu, düşünce, seziş ve hayâllerini elle tutulur, gözle görülür, rengi, şekli, kokusu, boyutları olan bir görüntü hâline dönüştürüp dille ifade etmesine “imge” denir. İmgeler her alanda kullanılır. Hattâ bazı alanlar ve sanatlarda, “İmge ne kadar fazla ise, estetik derinliği vardır” değerlendirmeleri yapılır. İmgelerin en etkili kullanıldığı alan şiirdir. Şiirin gücü, imgesinde gizlidir. Şair, imgeyle dış dünyadan gözlemleyerek, hissederek, yaşayarak elde ettiği algıları zihninde, hayâl dünyasında anlamlı bir bütüne kavuşturarak uyumlu bir görüntü oluşturur.

Çoğu kez imge ile karıştırılan bir diğer ayrıntı ise, “simge” dediğimiz sembollerdir. Bu durumdan dolayı ikisi de şairler tarafından aynı şekilde kullanılmaktadır. Simge; bir kavram ya da düşünceyi doğrudan ya da dolaylı, bir özne, sembol ya da nesneye yükleyerek, onları bu kavram ve düşüncelerle anılır ya da özdeş duruma getirmektir. Simge, soyut bir kavramı insan zihninde somutlaştırmaktadır. Bazen de alabildiğine soyutlaştırmaktır. Simgenin anlamlandırılması, gerekir mi? Bu, uzun uzun değerlendirmeler yapılacak ayrı bir tartışma konusudur.

Simgeler, şairler, yazarlar, okuyucular için de görecedir. Şair kendi ruh dünyası, yaşantısı ve içinde bulunduğu ortama ve algısına göre simgeleri kullanır. Dolayısıyla simgelerin her okuyanda karşılığı farklı olabilir. Bazen de hiçbir karşılığı olmayabilir. Bu yüzden her simge, kullanımına göre değişik yorumlara açıktır. Doğrudan bir anlatım yerine dolaylı bir ifade biçimi olduğu için, okuyucunun bir simgeyi anlaması ve anlamlandırması, eğitim, kültür, bilgi düzeyi, yaşantısı, durumu, düşünme ve düş gücüne göre değişiklik gösterebilir.