YİRMİ birinci asrın
yükselen güçlerinden biri de Türkiye olacaktır. Hegemonik gücün Avrupa’dan
Asya’ya kaydığı bu yüzyılda, Asya’da küresel ölçekte üç büyük güç hüküm
sürecektir. Bu güçlerden biri Çin, diğeri Rusya ve üçüncüsü Türkiye’dir.
Ancak
Rusya’nın süreç içerisinde Türkiye’nin gerisinde kalacağına şüphe yoktur. Bunun
nedenlerinden biri, Rusya’nın derinlikli bir ekonomik üretim kapasitesinin yokluğu,
diğeri de yakın gelecekte nüfusunun yarısını Müslümanların teşkil edeceği
gerçeğidir.
Türkiye’ye
gelecek olursak… Türkiye’nin önüne, coğrafî konumu ve tarihî mirasından dolayı
mükemmel fırsatlar gelmek üzeredir. Türkiye’nin bu fırsatları yetkin bir
biçimde değerlendirmesi için yapması gereken ilk şey, yakın bekâ hattı tâbir
edilen güney sınırlarındaki tehditleri bertaraf etmektir.
Peki,
nedir bu tehditler? Elbette ABD ve AB’nin kırk yıldır eğitip donatarak
karşımıza koyduğu kukla PKK terör örgütü ve bu kukla terör örgütüne benzer DEAŞ
gibi yapılar…
Yetti
mi? Hayır! Güneyimizde bunlara ilâveten bir de İran’ın Şiilik afyonuyla
mankurtlaştırdığı Haşdi Şabi ve Hizbullah gibi milis terör grupları var. Ayrıca
İdlip içinde Körfez ülkeleri namına çalışan bazı marjinal grupları ve en
sonunda da ülkeyi gözünü kırpmadan ateşe veren bir rejimi dikkate almakta fayda
var.
Bu
sayılan grup ve yapılar içinde Türkiye’yi en çok ilgilendiren sorun, ABD ve AB
kaynaklı olan PKK ve türevleridir. Türkiye’nin birinci önceliği, kökü dışarıda
olan bu sorunu yok etmektir. Malûmdur ki, bu sorunu ortaya koyanlar gizli ve
açık ajandalarla Türkiye’yi bu yapay sorun üzerinden dizayn etmeye çalıştılar.
Ülkeyi ekonomik ve siyasal açıdan istikrarsızlaştırmak ve askerî açıdan kısa ve
güdük bırakmakta hep bu tür yapıları baskı aracı olarak kullandılar.
Ancak
ne zaman ki Türkiye bu prangalardan kurtulmak istedi ve bu isteğin kestiği
faturaları ödedi, işler tersine dönmeye başladı. Türkiye çok yerinde ve doğru
bir hamleyle savunma sanayiinde büyük devlet olma vakarına yaraşır bir üretim
yapmaya başladığı andan itibaren içte ve dışta dengeleri değiştirmeye başladı.
Türkiye’nin
Fırat Kalkanı ve Afrin Harekâtlarının ardından Kuzey Irak’ta giriştiği ve hâlen
bir dantela gibi nakış nakış işleyerek tamamlama sürecine getirdiği
Pençe-Şimşek ve Pençe-Kartal Operasyonları, yukarıda söylediğimiz ilk bekâ
hattı olan güney sınırlarının tehditlerden arındırılmasını amaçlamaktadır.
Bu
“yakın bekâ hattı” tanımı, Türkiye’nin güneydoğu sınırlarının tamamını içeren
bir tanımdır. Türkiye bu amaçla yapay zekâ ve dijital dönüşüm çağını tam
yerinde yakalayarak klasik savaş konseptlerini temelden değiştiren bir silah
sistemi olan mâliyet-etkin SİHA’ları üretip devreye sokarak oyunun kurallarını
değiştirdi.
Bu
nitelikli silah sistemleriyle terörü içeriden dışarı doğru süpüren Türkiye, terör
unsurlarını orada da rahat bırakmayıp tam anlamıyla etkisizleştirmek için terörün
belini kıran bir mücadele biçimi olan “Ara, bul, yok et ve yok ettiğin yere
yerleş” anlayışına geçti. Bu anlayışın nasıl etkin bir mücadele biçimi olduğu,
gelinen süreçte kendisini açıkça gösterdi.
Terör
örgütünün Kandil ve mücâvir alanlarda yuvalandığı yerler bir bir ele
geçirilerek bölge hâkimiyeti elinden alındı. Bununla da yetinilmedi, terörün
insan, finans ve silah kaynaklarına da muazzam operasyonlar yapıldı.
Türkiye’nin
asimetrik bir savaş için ürettiği silahlar, terör destekçisi ülkeleri âdeta
felç etti. Ellerindeki milyarlarca dolarlık ağır silahlar, Türkiye’nin akıllı
SİHA ve son teknoloji ürünü elektronik muharebe vasıtaları karşısında çâresiz
kaldı. Türkiye, sahiplerine göstere göstere onların gayr-ı meşru çocuğu olan
terör örgütünü Irak’ta bitme noktasına getirdi.
Türkiye,
Kuzey Irak’ta bitme noktasına gelmiş olan terör örgütüne son darbeyi indirmeden
önce, sahadaki A takımını telef eden psikolojik bir ek mücadele yöntemini daha
devreye soktu. Türkiye’nin gelişmiş gözlem ve istihbarat araçları ile sahadaki
elemanlarının çalışmalarını birleştirerek yürüttüğü bu mücadele biçimi, terör
örgütünün saha liderlerini ortadan kaldırmasına yol açtı. Gittikçe daralan bir
çember mantığıyla işleyen bu mücadele, terör örgütünü neredeyse yönetilemez hâle
getirdi.
Artık,
her gördüğü kamera ve mikrofona şov yapan terör baronları hiçbir yaban
hayvanının yaşayamadığı yer altı derinliğine inerek örgüt yönetmeye
çalışıyorlar ki bu, sonun başlangıcından başka bir şey değildir zâten! Türkiye,
uzak olmayan bir zamanda Kuzey Irak’taki bu kuklalarla mücadelesini muhtemel
bir Kandil-Sincar harekâtıyla taçlandıracak ve Kuzey Irak işini çözecektir.
Özellikle
geçtiğimiz ay TSK envanterine giren Akıncı TİHA, sahip olduğu muhabere kabiliyeti
ve silah gücü bakımından emsâlsiz bir silahtır. Bu silah ile Türkiye, artık
terörle mücadelede menzil kısıtını aşmıştır. Akıncı ile 2 bin 500 ilâ 3 bin kilometre
çapında bir alana operasyon yapma aşamasına geçmiş olan Türkiye’yi artık sahada
durduracak herhangi bir gücün olmadığı alenen görülüyor. Bana öyle geliyor ki,
terör örgütünün kırk yıllık cânileri olan dinozor lider kadroyu imha etmek
Akıncı’ya nasip olacaktır.
ABD’nin
Afganistan macerasından sonra Suriye macerasına da son vereceğini düşünüyorum.
Göstergelere bakınca, bu ihtimâlin uzak olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
ABD’nin böyle bir karar almasının ardında Orta Doğu bölgesindeki önceliklerinin
değiştiğini söylemek mümkündür. Artık İsrail’in güvenliği konusu ABD’nin ilk
önceliği olmaktan çıkmıştır. Zaten Biden yönetiminin İsrail’e karşı sergilediği
mesafeli tutumdan bu tercih değişiminin parametreleri okunabilir.
Türkiye,
ABD’nin bölgeden ânî çekilmesinin yaratacağı şoka en hazır ülke olarak
görülüyor. Bu hazırlığın yarın sahadaki yansımalarının ilk işaretlerini görmek
için, Türkiye’nin Suriye Millî Ordusu bünyesindeki beş askerî yapıyı tek çatı
hâline getirmesine bakmak yeterlidir.
Uzak
olmayan bir zamanda, Türkiye’nin yakın bekâ hattındaki mücadelesini bitirerek,
üzerine oyun kurulan ülke olmaktan çıkıp üzerlerine oyun kuran bir ülke olduğunu
göreceğimiz günler yakındır!
ABD’nin
dostları olan içerideki siyâsi ve işbirlikçi çevrelere gelince, hüsran ve firar
ise onları beklemektedir.