Oysa kilometrelerce uzakta değil karşı komşunun zili

Vefa tedavülden kalkmadan, hoşgörü kıyafetini giyerek harekete geçmekte yarar var. Haydi ilk adımı biz atalım ve sadece kapı girişinde selâmlaştığımız komşumuzun kapısını çalıp bir küçük ikramda bulunalım! Karşı komşunun zili bize kilometrelerce uzakta değil, ne kaybederiz ki?

DEĞİŞEN dünya koşullarında, gecenin bir vakti ihtiyaç duyduğumuzda, kapısını çalabildiğimiz kimimiz var? Kötü haber aldığımız bir telefon geldiğinde evdeki yalnızlığı anında bölüşebildiğimiz, acıyı paylaşabildiğimiz kimimiz var? Evden acil çıkmamız gerektiğinde “Çocuklar sana emanet” diyebildiğimiz, düğün dernek meşguliyetinde evdeki misafiri gönül rahatlığı ile gönderebildiğimiz, tarhana yaparken, yufka açarken, birlik ve beraberliğin verdiği kolaylığı yaşayarak yuvamıza katkı sağlayabildiğimiz bir komşumuz var mı?

“Biz memlekete gidiyoruz teyze, ev sana emanet” diyebiliyor muyuz kapı komşumuza? Ellerimiz titremeden verebiliyor muyuz evin anahtarını? Komşuda hasta varsa gidip hatırını soruyor muyuz? Fazla kokulu bir yemek pişirmişsek komşuya da ikram ediyor muyuz?

İnsanın güven ihtiyacı ve yardımlaşma olgusunu bazen bir akrabadan evvel komşu karşılar. Toplum adına önemli tespitleri de olan Türk sosyoloji profesörü Nihat Nirun, komşuluk için, belirli bir coğrafî çevre içinde birbirlerini ziyaret eden, şahsen veya ismen tanıyan, karşılıklı yardımlaşan, ödünç alan ve ödünç veren, birbirlerinin aletlerini ve malzemelerini kullanabilen, sıkı sosyal ilişkiler kurmuş olan, sayı bakımından çok fazla olmayan ailelerden kurulu küçük yerel yapıdır” der.

Peygamber Efendimiz (sav), “Bir Müslüman hayır ve iyilik üzere komşusu ile buluştuğu zaman ona selâm verecek. Çağırdığı zaman davete gidecek, aksırıp hamd ettiğinde ona rahmet dileyecek, hastalandığı zaman ziyaret edip hâl hatır soracak, ölünce cenazesine gidecek, komşusu açsa var olan yemeğinin yarısını onunla paylaşacak” demiştir. Ayrıca Buharî ve Müslim’den rivayet edildiğine göre, yine Peygamber Efendimiz komşuluk için, “Cebrail bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki onu mirasçı yapacak zannettim” buyurmuştur.

İslâm dini gereği komşuluk farklı kaynaklarla da vurgulanmış ve kendimiz için istediğimiz bir şeyi komşumuz için de istemenin önemi belirtilmiş, komşudan hoşgörü ve yardımlaşma ile bahsedilmiştir.

Sosyolojik açıdan ve insanın fıtratı gereği diğer insanlarla bir arada yaşama ihtiyacı vardır. “Biz” kavramını en derin şekilde temellendiren komşuluk, günlük hayatın bir gereği olarak da karşımıza çıkar ve dayanışma açısından da toplumsal yaşamda önemli bir yer tutar. Yine Nihat Nirun, “Sosyal dinamik bünye bütünlüğü içinde her komşuluk grubu, ayrı bir manevî kuvvet merkezidir. Bir muhitte, bir köyde ya da şehirde ne kadar komşuluk grubu var ise, o kadar çok ‘manevî kuvvet merkezi’ var” demektedir.

Yalnız kalmak, yalnız olmak, yalnız yaşamak günümüz dünyasında, özellikle bizim kuşağımızda merak uyandıran ve daha çok tercih edilen bir olgu. Bireyin ekonomik özgürlüğe sahip olması, “Kimseye minnet etmem” egosunun altını dolduruyor ve kişileri akrabalarından, komşularından uzaklaştırıyor.

İnsan içgüdüsel olarak beraberliğe ihtiyaç duyar. Yalnızlık bir süre sonra kişiyi bunalıma sürükleyen bir kavramdır. İnsan tek başına her şeyle mücadele edemez, bir dayanak, bir muhabbet arar. Jean-Paul Sartre, “Bulantı” kitabında, “İnsan yalnız yaşayınca bir şey anlatmanın bile ne olduğunu unutuyor” diyor. İnsan konuşarak azaltır derdini, konuşarak paylaşır sevincini; insan, insanla bütün olur. İşte arkadaşlık ve komşuluk buralarda da ben’liği değil biz’liği çağırır.

Okuduğum bir kitapta, “Komşuluk, bazen de karşıdaki evin kapısını çalıp bir fincan muhabbet istemekti” diyordu yazar. Hayat şartları gereği değişen memleket ve evler bize bazen mutluluk vermiyor; üstelik apartmanlara hapsolunca, evin kapısını kapatıp kendinle sohbete dalmak, iş yoğunluğunun ardından en arzu edilen şeymiş gibi geliyor. Karşı komşunun ziline basmaya adım atmayınca biz, komşu da adım atmıyor.

Bu düzen bu hâliyle olumsuzluklarını artırarak devam ederken, basına yansıyan haberler de insanı günden güne daha çok derinden üzüyor. “Günler sonra evinde ölü bulunan yaşlı bir teyzeden komşuları kendini sorumlu tutuyor mu?” diye insan bir düşünüyor. Hep ilk adımı karşıdan bekleme duygusu komşulukta da boy gösteriyor. Thomas Bernhard bir kitabında şöyle yazmıştı: “Biz aslında, büyük olduğunu sanmayın dar bir binada hep beraber yaşıyoruz ve birbirimize kilometrelerce uzağız.”

Abdurrahim Karakoç, “Ahbaplık-komşuluk nerde erenler?/ Duruyorsa haber versin görenler/ Söyleyin söyleyin eski yârenler/ Sohbeti harcadık... Daha ne kaldı?” diyor şiirinde. Üç adım ötesini kilometrelere dönüştürerek hem kendimizi, hem çevremizi yalnızlığa sürüklüyor ve işte o zaman mutluluk kavramını da yavaş yavaş törpülüyoruz.

Esasında bu meseleye kişilerin güven konusundaki gelgitleri de destekler nitelik katıyor. “Şu devirde kime güveneceğiz, herkes çıkarcı” sözleri kulakları çınlatıyor. Hatta geçtiğimiz aylarda Rahmân’a yürüyen üstad Rasim Özdenören, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” kitabında, “Artık kimseden hasbî davranışlar bekleyemez hâle getirildik. Kimseye ‘Allah rızasından’ bahsederek bir ricada bulunamaz olundu. Komşuluk, dostluk ilişkileri bile ucunda bir çıkar olup olmadığına göre bir değer kazanmakta ya da kaybetmektedir. Hatır gönül, Allah rızası, hasbilik çoğumuz için unutulmuş, uzaklarda kalmış bir hatıradır sanki” diyerek bu fikirde olanları desteklemişti.

Toplumsal hayat içerisinde komşuluk çok eski yıllarda, köylerde müstakil ev komşuluğu gibi gerçekleşen bir olgu değildi; kentleşme ve kişilerin farklı kültürlerle aynı çatıda apartmanlarda yaşamasının yanı sıra köylerden kentlere olan göçün komşuluk ilişkilerini zedelediğini söyleyebiliriz. Fakat yine de Türkiye’de durumun çok da iç karatıcı olduğunu düşünmemek gerekir. Areda Survey tarafından yapılan araştırma bizi bir nebze de olsa motive edebilir, ye’se kapılmadan komşuluk kavramını ve güven duygusunu artırmamıza sebep olabilir belki.

23-27 Ağustos 2022 tarihleri arasında CAWI (Computer Assisted Web Interview) yöntemiyle NUTS-2 istatistiksel bölgeleme sistemine göre seçilmiş 26 ilde toplam 2 bin kişi üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, Türk halkının yüzde 51,9’unun komşularına güvendiği sonucuna varılmış. Ve bu oran 2021’e göre yüzde 11,1 artmış.

Ahmet Şerif İzgören’in de “Küçük Beyaz Uğur Böceği” kitabında dediği gibi, ‘Türkiye’nin en güzel yanı, yıllarca farklı dinlerden, farklı ırklardan insanların aynı mahallede komşuluk ederek birbirlerine büyük sevgi ve hoşgörü göstermeleridir”. Bu sözlerin devamında “Bunu yavaş yavaş kaybeder gibi olduk” dese de o da kaybetmeyeceğimizin ümidini taşıyor.

Yakın akrabalardan, kan bağı olanlardan bile öncelikli konuma gelen komşularımız, toplumumuzun adeta bel kemiğidir. Mezar komşuluğunu bile konuşan bir millet, dünya hayatındaki komşuluğu unutur mu hiç? Kültürümüzde hepimizin diline düşen o atasözleri ve deyimler boş yere söylenmemiştir, değil mi? “Hayır söyle komşuna, hayır çıksın karşına”, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, “Ev alma, komşu al”…

Vefa tedavülden kalkmadan, hoşgörü kıyafetini giyerek harekete geçmekte yarar var. Haydi ilk adımı biz atalım ve sadece kapı girişinde selâmlaştığımız komşumuzun kapısını çalıp bir küçük ikramda bulunalım! Karşı komşunun zili bize kilometrelerce uzakta değil, ne kaybederiz ki?

İnsan küçük bir an ve zamanda kaybolmadan ben’liğin şişleriyle “biz” hırkasını örmeli.